21 Mayıs 2020 – Perşembe
Kaygının geleneğimizdeki adı tasa ya da keder. Kaygı her zaman bir korkuyu barındırır: “Ne olacak?” Kötü, yıkıcı ve neşeyi giderecek bir korkudur kaygılanmayı tetikleyen. Kaygı, bir daralmayı getirir doğal olarak. Duyulan korkunun büyüklüğü insanın daralmasının da büyüklüğünü belirler. Bazen kaygının sebebi bilinmez. Yani nedensiz bir korku endişeye sebep olur. İnsan tanımlayamasa da bu korkuyu yoğun bir şekilde hisseder. Kaygının oluşmasında bir başka âmil ise belirsizlik ve amaçsızlıktır. Hayatında bir amaç olmayan insanların kaygıya düşmesi son derece normaldir. O halde kaygı insanın kendi güçsüzlüğünden beslenir diyebilirim. Korkularımızın kaynağını dışarıda aramanın gereksiz ve hatta bir kaçış olduğundan bahsediyorum. İnsanın yarım kalmışlığı, bir türlü bütünlüğe erememesi de kaygıyı oluşturan sebeplerdir. Ama kim bütünlüğe ermiş ki şu hayatta! Hatta hayat serüvenini kişinin bütünlüğe eremediğini anlama süreci olarak ifade edebilirim. Burada yarın korkusunun, kaygının ana sebebi olduğunu ifade etmeliyim. İnsan için bir an sonrası gayptır. Gayb ise karanlık. İşte bu karanlıktan doğar kaygı. Eğer kaygıya karşı bir ilaç varsa bir bahsi diğer olarak bunun tevekkül olduğunu düşünüyorum.
26 Mayıs 2020 – Salı
İnsan, kendinden sıyrılma yetisine sahip tek canlıdır. Geleneğimizde insan, doğulan değil olunan bir şey olarak tanımlanır. Çünkü doğmak iradi değildir. Hiç kimse doğmayı isteyemez. Kendini bir anneden doğmuş olarak bulur. Doğmasında kendi isteği sözkonusu değildir. Nerede irade yoksa orada bir kemal, üstünlük de yoktur. Bu sebeple doğmak insan olmaya aday olmaktır. Doğan, doğduğu haliyle sadece beşerdir. Beşer kelimesi Arapça olup cildin dış yüzünün ismidir. Yani daha çok görünüşle ilgili bir kelimedir beşer: İnsanın dış görünüşü. Fakat beşer kelimesi, insanoğlu anlamında genel bir kullanıma da sahiptir. Şemseddin Sami beşer ve insan arasındaki ayrımı “Beşeriyet, insanın yaratılış yönündeki durumlarını ifade eder. İnsaniyet ise fazilet ve ruhsal durumlara ait bir kelimedir.” diyerek açıklar. O halde beşerden insana doğru giden yol aslında bir eğitim sonucu oluş halini ifade eder. Beşer; cesaret, doğruluk, cömertlik, dengeli davranmak ve kendine hâkim olmak gibi erdemleri edindikçe insan olma yolunda ilerlemiş olur. Kısacası insan; olunan bir varlıktır ve bunun için iradenin yoluna sevk edilmesi gerekir.
27 Mayıs 2020 – Çarşamba
İnsan, kendi tarihine bigâne kalarak anlaşılamaz. Bu sebeple bizden öncekilerin hayatları ve insana dair tanımlarına son derece ihtiyacımız var. İnsan bilincinin köklerine inebilmek için tarihine başvurmak zorundayız. Tarih, aslında bizim yol arkadaşımızdır. Onunla sohbet ettikçe önümüz açılır, yola dair bilgiye ulaşır ve böylece rotamızı tayin edebiliriz. Kısacası insanın tarihi, onun hafızasıdır. İnsana dair, tarih boyunca tartışılan, konuşulan her bilgi ve anekdota ihtiyacımız var. İnsana dışarıdan bakabilmek için tüm bunlara muhtacız. Dışarıdan yani az ötesinden insanı izlemek için. Aşırı yakınlığın körlüğe sebep olduğunun farkında olarak… Zuhurun şiddetinden ancak bu şekilde kaçınabilir ve böylece insanın kendisine ilişkin bilgiye ulaşabiliriz. O halde ısrarcı olmalı, bizden öncekilerin adımlarını saygıyla izlemeli ama kendi adımımızı atacak irfanı yine kendimizde zuhur ettirmeliyiz. Tamam insan son derece acizdir. Bir iz olmadan yolu bulamaz. Ama iz fetişistliğinin de âlemi yok. Sahip olduğumuz aklın buna izin vermemesi gerek.
11 Haziran 2020 – Perşembe
İnsan yaşadığı çağı aşabilir mi ya da ne kadar aşar? İnsan, toplumsal koşullarla hem bedenen hem de zihnen sınırlanmıştır. Yani bilincimiz aslında bir takım sınırlara sahiptir ve bu sınırları, içinde nefes aldığımız toplumun seviyesi belirler. Fakat toplumdaki genel düşünce seviyesini aşıldığı zaman hemen tepkiler gelmeye başlar. Toplum önce eleştirir, eleştirilerine karşılık bulamayınca da dışlar ve böylece kendini koruma görevini yerine getirmiş olur. Sorun şu bu dışlanmayı kaç fikir adamı göze alabilir. Ve getirilerini… Fikrin cazibesi vardır, insanı içine çeker. Zihin çalıştıkça olduğu yeri beğenmez, konumunu sorgular ve yeni sahillerin, keşfedilmemiş adaların peşine düşer. Bundan da haz alır. Aslında bu, kişinin içinde büyüdüğü ve fikriyatını şekillendiren toplumdan kopuşu demektir. Çünkü yetmeyen bir şeyler vardır ve bu duygu ile yaşamak ise son derece zordur. O halde iki yol var: Birincisi toplumun kendini koruma içgüdüsünü görüp kabuğuna çekilmek ve her türlü dışlanmaktan korunmak. İkincisi ise dışlanmak ve dışlandığı halde içinden çıktığı toplumun geleceğine yatırım yapmak. İkincisi açıkçası bir adanmışlık ister. Bu kişiler, gerçek (hakikat) için her şeyden feragat edebilme kahramanlarıdır. Ve bu kahramanlar yaşadığı çağda olmasa da sonraki yıllarda hak ettikleri saygıyı alacaklardır ama ne yazık ki kendileri göremezler.
Sulhi Ceylan
4 Yorum