Rüzgâra Tutulmuş Günler – 31

4 Mart 2020 – Çarşamba

İnsan neyi bilebilir, İbn Arabî hazretlerinin deyimiyle kendi zihniyle perdelenmişken? Bilse bilse sadece kendini bilebilir, başka da hiçbir şeyi bilemez ki bu bile sınırlıdır. Heidegger’in de bu görüşü destekleyen bir cümlesi var: “Her şey sahiden anlaşılmış, kavranılmış ve konuşulmuş gibi görünse de aslında öyle değildir.” Yani günün sonunda insanın elinde tamamlanmamışlık, yarım kalmışlıktan başka bir şey kalmaz. Bir de gözünde ulaşamadığı arzular… Eğer kendini kandırmıyor, gerçeklerle yüzleşmekten çekinmiyorsa. Değilse tabiî ki insan “mış” gibi yapmasını çok iyi bilir ve bu bilmesi bir zaman sonra inanca dönüşür. Neden olmasın! Madem dört bir yanı çaresizlikle sarılmış, elini attığı her nesne acizliğini haykırıyor ve her bakış yarım… O halde tek çare insanın kendini kandırması ve buna da inanması değil mi? Belki de bu kadar pesimist olmaya gerek yok. Bilinmek istenen ile bilmek isteyenin birliğinin olduğu bir yer vardır. Neden olmasın! Tüm mistik akımlar zaten bunu savunuyor…

23 Mart 2020 – Pazartesi

Tolstoy, “İnsanın bir zaman duymuş olduğu bir duyguyu kendinde canlandırdıktan sonra, bu duyguyu başkalarının da aynen duyabilmesi için hareket, çizgi, renk, ses ya da sözcükler aracılığı ile onlara aktarması – sanat eylemi budur işte” der. Nasıl ki insan, insanın aynası ise bir insan üretimi olan sanat dahi insanın aynasıdır. Sanat ürünlerinden yansıyan insanın kendisidir, daha genel bakarsak insanın dünyadaki serüvenidir. Her ne kadar sanat eseri bir değişmeyi ve değiştirmeyi barındırsa da gerçekliği yansıtma özelliğini kaybetmez. Ayrıca sanat ürünleri ideale bir atıftır. Olması gereken fikri üzerinde neşvü nema bulur. O halde her sanat eseri bir dile geliştir. Sanatçının ruhunda kopan fırtınaları görünür kılmasıdır ki bu başlıbaşına bir iletişimdir. Bu iletişim sayesinde sanat eserleri kendisini inceleyen insanın hayatını zenginleştirir, renk ve farklılık katar. Hayatın monoton akışını değiştirir. Sanat ürünlerinin bir diğer özelliği ise tikel üzerinden tümeli göstermesi yani bizi kavramlar aracılığı ile düşünmeye itme gücüdür.

25 Mart 2020 – Çarşamba

Bazen okurlardan ilginç mailler geliyor. Yazdığım metinlerden kastetmediğim manalar çıkartarak bana sitem ediyor, hatta kızıyorlar. Böyle anlarda Gademer’in bir cümlesi gelir aklıma ve şükrederim: “Sadece ara sıra değil, fakat daima, metnin anlamı yazarın (niyetini) aşar.” Yazdıklarımı her okuyan yanlış anlasaydı ne yapardım! Yazı, iletişim aracı olmaktan çıkardı. Herkesin okurken istediği ama genellikle kendi manasını yüklediği bir haz aracı haline gelirdi. Her metin okur tarafından yorumlanır ama işte bu esnada okur, yazarın niyetinden çok kendi anlam dünyasını devreye sokar ki bunda da haklıdır. Yazarın niyeti nerden bilinebilir ki? Tamam metnin siyak ve sibakından bir takım doneler elde edilir ama yine de yazarın neden böyle bir yol izlediğinin ve bu metni yazarken asıl niyetinin bilinmesine imkan yok. Ben bu durumu bir imkân olarak görürüm açıkçası. İmkândır çünkü, okur metni istediği gibi yoğurabilir. Zaten İbn Arabî hazretlerinin deyimiyle her insan (okur) kendi zihni ile perdeleniştir. Okumak bu perdeyi inceltmek değil, perdenin hakikatine dair yol almak ve insanın perdelendiği şeyi tanımasından ibarettir. Dolayısıyla her okuma kişiseldir ve bunun başka bir alternatifi yoktur. Belli kabuller olmadan hiçbir metin okunamadığı gibi anlaşılamaz da.

26 Mart 2020 – Perşembe

Corona virüsün etkisi ve ölenlerin sayısı her geçen gün artıyor. Dünya olarak virüs karşısında aciz kaldık. Değil başkalarını kurtarmak kendimizi koruyamaz bir haldeyiz. Evlere kapandık ve sadece bekliyoruz. Abdülhak Şinasi Hisar’ın; “İnsanlar, birbirlerinden uzun mesafelere ayrılmış yıldızlar gibi, kendi hususî boşlukları içinde dönen, hepsi yalnız, hepsi mahrem ve başkalarına kapalı birer dünyadır. Bir yıldız sönünce ondan uzaktakiler bir şey duymaz.” sözleri çınlıyor kulaklarımda. Birbirimize ne kadar da uzak olduğumuzu tam anlamıyla anlıyorum. Her birimiz kendi boşluğumuzda düşmekle mükellefiz ve kimsenin boşluğu bir başkasına benzemiyor. Bu bir taraftan korkutucu diğer tarafından müthiş bir şey. Korkutucu, çünkü bu aslında yalnızlığın ömür boyu süren bir mahkûmiyet olduğunu gösteriyor. Dünyalarımızın pencereleri sadece kendimize açık ve bu durumun alternatifi yok. Fıtri bir hal yani… Müthiş, çünkü sürekli yeni bir tecelli var ve hayatta tekrara yer yok. Sonsuzluğa yaklaşmak bu olsa gerek… Başkalarının boşluğunun derinliğini idrak edemeyeceğimizi bile bile merak etmek. Ve her boşlukta kendi boşluğumuzu tanımak.

Sulhi Ceylan

DİĞER YAZILAR

5 Yorum

  • rahatsız okur , 01/06/2020

    SC kuş tüyünde yatırdığım yaralarımı kaşıdı.
    Kendimi kelimelerle anlama ve ifade etme donkişotluğuna giriştim çokça, lakin havanda su dövmenin kendimi kandırmak olduğunu anlamamla bıraktım.
    Sulhi Ceylan’a bir lale soğanı hediye etmek isterdim.

  • Tedir , 19/05/2020

    Sulhi Ceylan ne yapıyor,ne yapmak istemektedir… Amacı nedir, nereye varmak istemektedir…

  • küçük , 17/05/2020

    (insan “mış” gibi yapmasını çok iyi bilir ve bu bilmesi bir zaman sonra inanca dönüşür. Neden olmasın! Madem dört bir yanı çaresizlikle sarılmış, elini attığı her nesne acizliğini haykırıyor ve her bakış yarım… O halde tek çare insanın kendini kandırması ve buna da inanması değil mi?)
    – Gönle riyakarlık aynası tutan bu cümleler ile yüzleşmek akla zor geliyor. Gönlü riyaya zorlayan akıl olsa gerek. Modern dünyanın tüm delilleri aklı gönle hükümdar yapmışken gönle destek çıkan cümle hemen ardından geliyor.

    “Bilinmek istenen ile bilmek isteyenin birliğinin olduğu bir yer vardır. Neden olmasın! Tüm mistik akımlar zaten bunu savunuyor…”

  • Non-sitemkar okur , 17/05/2020

    Ben EdebiFikir okuyunca bi tek kendime sitem ediyorum.

  • okur , 16/05/2020

    “Başkalarının boşluğunun derinliğini idrak edemeyeceğimizi bile bile merak etmek. “

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir