30 Ocak 2020– Perşembe
Her insanın bir hikâye olduğunu düşünüyorum. Doğar doğmaz bir hikâyeye konuk oluyoruz. Bu hikâye içinde -ki buna dünya deniyor-, kendi hikâyemizi yazmaya uğraşıyoruz. Yazdığımız her satırla da büyük hikâyeye eklemleniyoruz. Olay kısaca bundan ibaret. Bize hazır olarak verilen ve doğmakla kendini içinde bulunduğumuz hikâye ise bizden önce hayata merhaba diyenler tarafından yazılmış. O halde her insan kendi hikâyesini yazarken doğacak nesillere sunulacak büyük hikâyeye de katkı sağlamış oluyor. Buraya kadar sorun yok ama Louıs Ferdınand Célıne, değer taşıyan tek hikâyenin bedelini ödediğimiz olduğunu söylüyor. Karşılığı verilmeyen hikâye ne olabilir, diye düşündüğümde aklıma kişinin kendi iradesini âtıllaştırıp başkalarının hikâyesine konuk olması meselesi geldi. Peki bunun bir değeri yok mu gerçekten? Değeri olmayabilir ama son derece gerçek. Belki de bu gerçekliğin gücü insanların kendi hikâyelerinin peşinden gitmesini engelliyor. Ödenmesi gereken bedelin ise kişinin kendini doğurması olduğunu düşünüyorum. Bu ise öncelikle sabır ve sancı demek. Şimdi neden başkalarının hikâyesine konuk olmaktan kendi hikâyemizi yazamadığımızın sebebi belli oldu sanırım.
20 Şubat 2020 – Perşembe
Araç, insanların gayelerine ermelerini sağlayan vasıtadır. Bir nevi karşı tarafa geçmeyi sağlayan köprü. Nasıl ki köprü, üzerinden geçilince görevini yerine getirmiş olur ve geride bırakılırsa, kitap okumak da aynıdır. Yani kitap okumak amaç değildir sadece araçtır. Bizi düşünmeye götüren bir köprüdür. Düşünmeyi sağlayan her bir aygıt kitap kadar değerlidir. Mesela etrafımızda gerçekleşen olayları gözlemlemek de kişiyi tefekküre götürür. Aynı şekilde insanlarla konuşmak, onların dertlerine kulak olmak da bu görevi yerine getirir. Peki neden düşünmek? Çünkü akıl, insanın en değerli organıdır ki bu yüzden felsefede insan “Düşünen canlı” olarak tanımlanır. Düşünmek insanın ana özelliğidir. Yürümek, beslenmek, uyumak gibi özellikler ise diğer canlılarda da bulunur. İşte bu aklı inşâ eden, onu çalıştıran ve idrak seviyesini arttıran her şey bu sebeple değerlidir. Aklı işlevsiz hale getiren, görevini yapmasını engelleyen ise değersiz olup insanın akletmesini engellediği için düşman mesabesindedir. Bu kitap dahi olsa farketmez. Sözün özü mesele okumak değil düşünmektir.
26 Şubat 2020 – Çarşamba
Filozoflar insanı “düşünen canlı” olarak tanımlıyor. Düşünmenin insanın asli ve ayırıcı vasfı olması sebebi ile bu tanım yapılmış. Son günlerce kötülük konusu üzerinde düşünüyorum ve insan hakkında şu tanıma ulaştım: İnsan sebepsiz olarak kötülük yapabilen bir canlıdır. Yani insandan başka sebepsiz olarak kötülük yapan bir varlık yok. Bu sebeple insanın ana vasfı kötülüktür. Ve bu vasıf onu diğer tüm canlılardan ayırır. Durumun daha vahimi ise, insanın yaptığı kötülükleri legal hale getirip vicdanını susturmadaki başarısıdır. Bu durumda tanım da şöyle olur: İnsan sebepsiz yere kötülük yapabilen ve her yaptığı kötülük için bahane bulabilen canlıdır. Yani insan gayrı meşru hareketlerini rahatlıkla meşru olarak gösterebilir ve bunda da son derece mahirdir. Zaten hayat da bunun sürekli tekrarlandığı bir arenadan ibarettir. İnsan önce kötülük yapar, sonra içi sızlar, akabinde bir bahane üretip vicdanının sesini keser. Sonra gelsin yeni kötülükler.
Klasik felsefenin bu tanımı kabul etmeyeceğini biliyorum. Çünkü kötülük iyiliğin olmadığı yer olarak tanımlanır ki bu sebeple kötülüğün asli değil geçici bir vasıf olarak görülür. Buna lafım yok ama elimizde koskoca bir insanın kötülüğü problemi yine de var.
3 Mart 2020 – Salı
İrfan, akıl yürütmeye ve mantıki kanıtlamalara dayanmayan bir bilgi türü olup keşf ve ilham yoluyla elde edilir. İrfanın madeni kalptir ve velilerin deyimiyle irfan, hakikatin vasıtasız idrakidir ki aklî bilgiden üstündür. Çünkü ârif ile mâruf arasındaki perde kalkmıştır. Perdenin kaldırılması ikiliğin bitmesi, yani tevhidin izharıdır. Vasıtalardan kurtulmak kişinin benliğinden kurtulmasını da ifade eder. Vasıtasız bilgi, kaynağından direk alınan bilgidir. Kısacası irfan tecrübî bir bilgi türüdür. Kitap okumakla değil, “olmak” sonucu elde edilir. Satırlarda değil sadırlarda yer eder. Yani “bilmek”; sadece ve sadece “olmak”la ilgilidir. Olmadan bilinemez. Olmak ise amelle bağlantılıdır. Daha açık ifade edersek önce eylem sonra teori oluşur. Eylem olmadan teorinin olması mümkün değildir. Eğer mümkünse orada tasavvuf değil başka bir şey vardır. Zaten bu fark tasavvuf ehli ile diğer ilim sahiplerini ayırır.
Sulhi Ceylan
3 Yorum