Rüzgâra Tutulmuş Günler – 29

09 Ocak 2020 – Perşembe

Tasavvuf ehlinin düsturları, yola dair çıkarımları beni her zaman etkilemiştir. İhlasa dair şu cümleleri son derece vurucu bence: “Unutamayacağın hayrı yapma!”

İyilik (hayr) özünde Allah için yapılan bir ameldir. Hiç tanımadığımız insanlara dahi Allah için yardım eder, dertlerine derman olmaya çalışırız. Bu son derece güzel bir hal. Bu halin daha üstü ise yapılan iyiliğin unutulmasıdır. Eğer unutmuyorsak bir beklenti içine giriyoruz demektir. Beklentinin olduğu yerde ise ihlas olmaz. İhlas yüzde yüz beklentisizlik halidir. Hiçbir karşılık ummama da diyebilirim. Her karşılık beklentisi, ihlasın bizden uzak olduğunu gösterir. Ortada bir karşılık varsa samimiyet haliyle yoktur.

Sufiler bu meseleye şöyle bir örnek veriyorlar. Yıllarca gönüllü olarak yardım ettiğin biri ile bir sebepten ötürü tartıştığında eğer kalbinden “Yazıklar olsun, buna bana nasıl yapabilirsin” gibi bir cümle geçtiyse yaptığın iyilikleri Allah için değil saygı görmek için yapmışsındır. Yaptığın iyiliklerin hatırlanmasını ve bu sebeple sana karşı çıkılmamasını bekliyorsun demektir. Sözün özü unutamadığın iyiliklerde ihlas yoktur.

20 Ocak 2020 – Pazartesi

Herhangi birini yaptığı bir hata sebebi ile yargılayıp hakkında hüküm vermek son derece kolay. İnsan da zaten kolay olana meyyal. Fiilin niçin yapıldığının neredeyse hiç önemi yok. İfa edilmiş olması kâfi. Hâlbuki bir meseleyi her boyutuyla değerlendirsek büyük ihtimal ilk vardığımız hükme varamayız. Bu yüzden olsa gerek hocam “Kimseyi kendi ölçülerinle yargılama, yapabiliyorsan onları kendi ölçüleriyle yargıla” der. Fakat bu hiç de kolay değil. Başkalarını anlamak affetmeyi doğurur. İnsansa her zaman af yolunu tutmak istemez. Çoğunlukla ceza vermek, intikam almak ister. Böylece kendini o menfur fiilleri yapan kişiden uzaklaştırmış olur. Birini kendi ölçüleriyle değerlendirmek, kişinin kendi geçmişi ile değil karşısındakinin geçmişiyle olaya bakmayı gerektirir. İşte böyle bir bakış her şeyi değiştirebilir. İnsanların göründükleri gibi olmadığını anlarız ilkin. Saniyen, bir olayın meydana gelmesinde sadece o kişinin fiillerinin olmadığını bilakis imkânlar düzeneğinin var olduğunu farkederiz. Ve bu düzeneği kişinin kendi çabasıyla meydana getiremeyeceğini. Salisen ise aynı şartlar altında olsak bizim de o fiili işleyebilme potansiyelimizin olduğunu…

21 Ocak 2020 – Salı

“Üz”, eski Türkçede kesmek, koparmak anlamına geliyor. Üzmek kelimesi bu köke dayanır. Yani üzmek kesip koparılmışlığı, kırılmışlığı ifade eder. Üzülen kişi bir şeylerden koparılmış ve kırılmış demektir. Kişinin hedeflediği ve ulaşmak istediği şey ile arasının açılması sonucu bir koparılmışlık hali doğar. Yani arzulanan nesne ile insanın arasına bir boşluk (uzaklık) girer ve böylece kalpte hüzün başlar. Çünkü arzulanan ile arzu sahibi arasında niyet sebebi ile mecazen de olsa bir birliktelik oluşur. Ama istenmeyen şartların araya girmesi bu birliktelik bozulur ve kişi üzülmeye başlar. Üzülmek, can sıkıntısını, can sıkıntısı ise ruhun bedene sığamama durumunu ve bedenin dışına çıkma arzusunu tetikler. Bu durumda kişinin önünde iki seçenek belirir. Ya gayretini arttırıp arzulanan şeye ulaşmak için daha fazla çalışmak ya da üzüntü denizlerine gark olmak. Fakat bir de, gayret ne kadar çok olursa olsun ulaşılamayacak şeyler var. Burada ise sadece kadere rıza gerekir. İsyanın hiçbir getirisi yoktur. O halde üzülmek aslında bir ruh durumu olup kişinin nesnelere verdiği değer ile orantılı olarak artar ya da azalır.

Sulhi Ceylan

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • * , 24/04/2020

    İçimde bir sızı oldu. Hangi yaranın kabuğu eşelendi kim bilir?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir