Rüzgâra Tutulmuş Günler – 27

1 Ağustos 2019 – Perşembe

Çağın hastalığının “kibir” olduğunu düşünüyorum. Kibirlenmek için kendimiz haricinde en az bir kişi gerekmekte. Çünkü o kişinin küçüklüğü üzerinden büyüklük taslanır. Tabiî bir kişiyle kimse yetinmez. Kibir yayılmak ister, kendisinin fark edilmesini talep eder. Küçük gördüğü ve bakışı, sözü ya da hareketleriyle ezdiği kişiler üzerine basarak yükselir. Kibrin bir sonu olduğunu sanmıyorum. Kibrin karşıtı tevazu yani alçak gönüllülüktür ki kişinin kendisini başkalarından aşağı görmesidir. Tevazuun özünde kendini daha alt konuma koyma, bulunduğu yerden daha aşağıda görme anlamları gizli. Açıkçası kimse kolay kolay kibirli görünmek ya da kibirli sıfatıyla anılmak istemez. İşte bu yüzden kibirliler dahi kendilerini bulundukları yerden aşağıda gösterirler yani tevazu yaparlar. Ama mesele şu: Eğer “bir kimse tevazu gösterdiğinin farkındaysa kibirden asla kurtulamamıştır.” Tevazu sahipleri, kibirli olmadığı için tevazu gösterir ve bu durum son derece samimi ve doğal bir haldir. Tevazu onun için bir meleke haline gelmiştir. Ama kibir ehli, tevazu gösterirken bile kendisinin ne kadar büyük olduğu bilgisi içindedir. Hali samimi değil, bilakis bir tiyatro sergilemektedir.  Çünkü; “Ol mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler” mısraında geçtiği üzere, tevazu ehli düşünüp taşınıp tevazu yapmaz, bu onun doğal hali olmuştur.

8 Ağustos 2019 – Perşembe

Yıllardır büyük filozof Fârâbî’nin bir sözünü hayatıma geçirme derdindeyim. Fakat bir türlü başaramadım. Zamanla niyetimin şiddeti ve hevesimin rüzgârı da azaldı. Anladım ki hayat, her geçen gün dünyaya biraz daha fazla bağlanmak ve ayrıntıları çoğaltmak imiş. İnsan, terk edip gideceği yeri neden ev belleyip bu kadar bağlanır ki, bunu da çözemedim. Fârâbî şöyle diyor: “Zamanın ters, sohbetin faydasız, her reisin bezgin olduğunu, her başın bir ağrı taşıdığını görünce, evime kapanıp şeref ve haysiyetimi korudum ve izzet olarak bununla kanaat ettim.” Bu sözü hakikatini nasıl bedenimde vücut bulur diye düşünürken Pascal’ın “Mutsuzluğun tek nedeni, insanın odasında sessizce nasıl oturacağını bilememesidir” sözüne denk geldim ve sorumun cevabını da bulmuş oldum böylece. Tek mesele bilmemek. Eğer odamda; yalnız ve sessizce nasıl durulabileceğini bilseydim sorun kalmazdı. Ama bazen de insan bilmek istemez, çünkü bilmenin vereceği yükün altında ezilmeyi göze alamaz. Cehaletin şefkatli kollarına kendini bırakır ve yıllar birbiri ardına elinden çıkar. Geriye ise bezginlik ve yüzde kauçuklaşma kalır.

9 Ağustos 2019 – Cuma

Sonluluk duygusu, yani öleceğini bilmek insanın başat sorunlarından biri. Bu duyguyu aşmak, unutmak, yok saymak için insanın yapmadığı ve yapamayacağı şey yok. Edebiyat bunun için değil mi, ya da felsefe… O kadar metin aslında sonluluk duygusu ile yüzleşmek için yazılmadı mı? Tüm metinlerin satır aralarında ya da arkasında bu sonluluk hali kendisini bir şekilde saklar. Ve her seferinde de bir yolunu bulup kendini hatırlatır. İnsan da tekrardan yok saymaya, ya da bu gerçeği kabul edilebilir bir hale sokma gayretine girer. Bu durum yıllar boyunca böyle devam eder. Çünkü sonlu olmak insanın alnına yazılmıştır ve alın yazısı ise silinmez. Silinemediği gibi kazınamaz da.

İnsanlardan sadece sufilerin sonluluk duygusunu aştıklarını düşünürüm. Ölüm gününe “Şeb-i arus” (düğün gecesi) diyen başka bir topluluk bilmiyorum. Dünya denen gurbet hayatının sora erip ruhun hürriyete kanat açmasını bu sözle anlatan sufilere göre gerçek hayat ahiret hayatıdır ve bu sebeple ölüm kurtuluş hatta vuslata eriştir. Sevgiliye kavuşma gecesinden daha güzel ve değerli gece olabilir mi? O halde zindan mesabesinde olan dünyadan çıkış neden düğün gecesi olmasın?

Sulhi Ceylan

Resim: Enotrio Pugliese

DİĞER YAZILAR

7 Yorum

  • İ. Bilgiç , 05/02/2020

    Kibri yenebilmek mücadelesi içinde kibri yeniliyoruz sanki. Gittikçe de kibre yenilecek gibi insanoğlu. Tüm sosyal medya platformları çığ olmuş üstümüze yığılmış.

    Ölümü kabullenmek ve ruhumuzu bedende hapis görmek çare olur mu bize? Ölümü kabullenmek, balta olup günümüz putlarına yıkım olur mu?

    Ölüm ile yaşadığında içinde birikir mı tevazu ve merhamet?

    “Şeyhim, insanlar organize kötülük yapmada çok mahir!”

  • Eya Saki , 04/02/2020

    Alçak gönüllü olmaya çalışılmaz, alçak gönüllü olunur. E biz de büyüklerimizden böyle gördük. Ve kibrin tam zıddı da tevazuudur inşallah.

    • su yorumcusu , 15/02/2020

      alçak gönüllü olunmaya “çalışılır” çünkü insan devamlı yükselişte ve tekâmül eden bir varlıktır. Bu yüzden alçak gönüllülük hâlinin de heran güncellenmesi gerekir.

      Bir insan aşırı yemek yerken az yemeyi bünyesinde oturtabilir, tembelken çalışkan bir ruh hâliyle istikâmetle gidebilir.Şeytan kanımızda dolaştığı müddetçe alçak gönüllü ” olunmaz” ama “çalışılır” yani Allah’ a sığınılır !!!

      O yüzden kibirle alâkâlı bütün veriyi, datayı kaale alsak iyi olur.

  • vit , 03/02/2020

    bazı günler uyanıp hala yaşayanlar yaşamaya nasıl devam ediyorlar diyorum. hele de sulhi abi. abi nası yaşıyorsun anlatsana biraz

  • reklamlar , 01/02/2020

    insan odasından hiç çıkmamalıydı en azından adamakıllı bir savunma sanatı öğrenene dek. ama naptık dışarı çıktık ve çirkinleşip kokuştuk. bu hava kirliliği bizi nefessiz bırakıyor. burnumuza gelen bu kokular bizzat kendimizden. peki siz de kokulardan rahatsız mı oluyorsunuz? nefes darlığı mı çekiyorsunuz? birinin hadi şu şehri terk edelim demesini mi bekliyorsunuz? gaza mı ihtiyacınız var? o zaman doğru yerdesiniz! şimdi size eylem planını açıklıyorum.. diyorum ki artık şehri terk edelim herkes dağ başında bi köy bulsun kendine. kalan ömrümüzü şu içimizdeki havayı temizlemeye adayalım ve biraz özlem girsin içeri. yoksa özlemin olmadığı yerde vuslat ne arasın..?
    unutmayın, içinizden gelen kokuları alıyorsanız burnunuzu tıkamak büyük saygısızlıktır! nereye kadar nereye kadar? ölüm bizi bekliyor bize gülümsüyor. artık biz de ona selam verip gülümsemeliyiz. ayıp oluyor böyle!

  • . , 01/02/2020

    Kendini anlamak için kendine bu kadar yakından bakarsan gözün alışır ve artık kendini göremezsin sevgili editörümüz. Kendinde görmek istediklerini görürsün. Ya da tam tersi gerçekten kendini görmeye başlarsın ama artık neyin gerçek olduğundan şüpheye düşersin. Bence anlamanın en iyi yolu uzaklaşmak. Detaya inmeden gördüğün kendinde hangi yoldan çıkışa ulaşacağını kestirmek daha kolay olabilir diye düşündüm birden. Tabi gerçekten çıkışa ulaşmak istiyorsan. Son olarak her şey geçecek. Endişelerin soğuyacak. Kopan fırtınalar dinginleşecek. O gün kendin olarak ayakta kalabilmek için bugün kendini çok hırpalama. En güzel dinginliği sen keşfedersin inşallah. Allah’a emanet

    • yaratıcılık nevrozun dışa vurumu mu? , 02/02/2020

      günlükler ilk başladığında “bizim topraklarda yetişmiş gençlere göre değil… duygularını sayfa sayfa döşesin..” diye yorum yazmıştım.Oysa asıl günümüzde duyguların, yaşanılan iç serüvenin,zorlukları handikaplarıyla yalın,anlaşılır ve en güzel şekilde ifade edilince birilerinin yoluna ışık tuttuğunu gördüm. Sosyal medyada duygu, tecrube, iç serüven yüklü yazıların ufacık puntolarla uzun yazılmış olmasına rağmen nasıl rağbet gördüğünü, insanların kendilerine bir nevî “duygu yüklemesi” yaptıklarını görüyoruz.Unutkanlığın, dalgınlığın, gafletin had safhada oldüğu bu zamanda bu tür yazıların tekrar tekrar hatırlatıcı ve mevzuyu içselleştirmekte birebir olduğu mâlum. Hatta günlükler biraz daha derinden ve daha irdeleyici olabilir…

      Bir de kibrin zıddı alçak gönüllülük değil merhamettir demişti Ekrem Demirli hoca, o vakit daha iyi oturuyor zihinde ve alçakgönüllü olmaya çalışmak gerçekten yapmacık oluyor, oysa merhameti arttırmak daha köklü ve kâvî bir ruh hâli veriyor.

      Kaleminize kuvvet…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir