17 Eylül 2019 – Salı
Dünya hayatını, kulun Allah’tan razı olma yolculuğu olarak da görürüm. Çünkü her an bir olayda özne ya da şahit olabiliyorum. Ayrıca aynı anda dünya üzerinde milyarlarca hadise meydana geliyor ve benim bunların üzerinde hiç bir dahlim yok. Açıkçası koca dünyaya karşı bir karınca mesabesindeyim, daha fazlası değil. Fakat karınca olmama rağmen, çoklukla etrafımda ve kendimde olan olaylardan razı olmadığım oluyor. Hâlbuki Ahmed Amîş Efendi (k.s); “Bir şeyin olup olmaması arasında sence bir fark mevcutsa, nakıssın, tamamlanmaya çalış.” buyuruyor. Yani kul kul olduğunu unutmayacak, Rabbinin işine karışmadığı gibi kalbiyle de itiraz etmeyecek ve şöyle şöyle olsaydı daha iyi olurdu demeyecek. Yani dememesi gerekir. Çünkü insan son tahlilde gayet dar bir görüşe sahip. İhtiraslarım da verdiğim kararları etkiliyor zaten. Ve bu kararların, önümdeki zamanlarda ne getireceğini bilmeme imkân yok. Ama nedense içimdeki canavar ses vermeden edemiyor. Allah’tan razı olmak yani “Lütfunda hoş! Kahrında hoş!” narasını atmak son derece zor. Her ne kadar dilimde “Olanda hayır vardır” sözü dolansa da bu sözün hakikatini yaşamak er kişinin işiymiş anladım. O halde taklide devam. Çünkü hakikate giden yol taklitten geçer.
24 Eylül 2019 – Salı
İnsan davranışları ve erdemin kökenini araştıran Fransız yazar Francois de La Rochefoucauld’ın şöyle bir çıkarımı var: “Basit insanlar, genellikle kendilerinin anlama yetenekleri üstüne çıkan her şeyi kınarlar.” Öncelikle insanları basit veya zor ya da bileşik gibi sıfatlarla nitelemenin doğru olmadığını söylemeliyim. Çünkü her bilenin üstünde bir bilen vardır ve eğer bu sözdeki basit sıfatını doğru kabul edersek, her üsteki bilene göre alttaki kişi basit sayılır. Bu cümleyi, kendi anlayışlarının üstünde bir bilgi ile karşılaşan insanlar öncelikle yadsıma yoluna giderler, şeklinde tashih edebilirim. Bu haliyle cümle son derece doğrudur ki “kişi bilmediğinin düşmanıdır” sözü de zaten bu anlama dayanır. Peki neden böyledir? Çünkü her bilinmeyen bir sürpriz içerir ve bu sebeple tehlike de barındırır. Ayrıca ünsiyet yani kişinin kurduğu hayata alışması ise düzenini sarsan her türlü söylemden çekinmeyi gerektirdiği gibi düzenini korumak adına gerekirse saldırıya da geçmesini de sağlar. Mesele ise kişinin oluşturduğu konforun devam etmesi gerektiğine olan inancıdır. İşte bu yüzden insanlar her ne kadar Allah’a inandıklarını söyleseler de aslında oluşturdukları imaj dünyasındaki kendi ilahlarına inanırlar. Âlemlerin Rabbine ulaşmak ise öncelikle konforu terk etmekten geçer. Kafa konforu ise ilk terk edilecekler listesindedir.
26 Eylül 2019 – Perşembe
Andrey Tarkovski’nin Mühürlenmiş Zaman kitabında şöyle bir cümle geçer: “Bir kez olsun, aynı şeyleri hissetmeyi başarabilen iki insan birbirini hep anlayacaktır. Bunlardan biri buzul, diğeri isterse atom çağında yaşamış olsun fark etmez.” Bu konu yani insanın insanı anlaması üzerinde çok düşündüm ve geldiğim nokta şudur: İnsan insanı anlamaz, anlamış numarası yapar. Ve hatta daha da ileri gittim ve insanın insanı dinlemediği sonucuna vardım. İnsan insanı dinlemiş numarası yapıyor, çünkü konuşan iki insan aslında birbirine giydirdiği kişilikler üzerinden anlaşıyor. Asla birbirinin ruhuna dokunamıyor. Sürekli önyargı, beklenti, umut ve tüm bunların oluşturduğu perdenin arkasından birbirimizle iletişim kuruyoruz. Yani kuramıyoruz. Ama iki tarafta aynı şekilde hareket ettiği için anlaşmış, iletişim kurmuş numarası yapıyoruz. Zamanla da bunun numara değil gerçeklik olduğuna kendimizi inandırıyoruz. Hayat akıyor ve biz de akışa dâhil olmak zorundayız. Ve işin daha korkuncu ise birbirimizin çırılçıplak haline katlanamayacak olmamız. İnsan gerçeklikle direk temas kurmak istemez, çünkü ağır gelir. Bu sebeple oturup birbirimizin ruhlarına elbiseler giydiririz. Bunu kadınlar çok da güzel yapar.
Sulhi Ceylan
5 Yorum