23 Ocak 2019 – Çarşamba
Dün akşam arkadaşlarla Kadıköy’deydim. Bir çay cağına oturduk ve saatlerce konuştuk. Edebiyat, şiir, siyaset derken konu açıldıkça açıldı. En son bir inancın ideolejileşmesi meselesine geldik. Genel kanaat bunun kaçınılmaz olduğuydu. İdeoloji “toplumda uygulanmaya konulmak istenen siyâsî, hukūkî, dînî, felsefî … düşünceler bütünü” olarak tanımlanıyor. Tabiî zaman geçtikçe anlam kaymasına uğramış. Ama meselemiz kelimenin tarihi seyrini takip etmek değil. Bence ideoloji bir yayılma isteği. İnanılan değerlerin başka insanlar tarafından da inanılmasını ve toplumda yer etmesini sağlamak için ortaya konulan sistemli bir düşünce… Fakat sorun şurada; sistemleştikçe, kurumsallaştıkça bireyin ezilmesi, kurum ahlakının birey ahlakının önüne geçmesi ve samimiyetin her geçen gün azalması sözkonusu. Tasavvufun ortaya çıkışını da bu gibi sebepler ortaya çıkarmadı mı?
Bir diğer mesele inancın ideolejileşmesi sonucu kazanç kapısı haline gelmesi. Bu durum ise yeknesaklığın hayata hâkim olması, eleştiri ve yenilenmenin ise rafa kaldırılması demek. Bunun bir adım sonrası ise dışlamaların çoğalmasıdır. İnancını kazanç kapısı haline getiren biri aslında inancını koruma maskesi altında gelir kapısını koruyordur. Menfaat denen put gelip inancın dahi ortasına çöktüyse yapacak bir şey olduğunu sanmıyorum açıkçası. Gün salâların okunma vaktidir.
28 Ocak 2019 – Pazartesi
Kendime “Bir şey eksik ama ne?” sorusunu defalarca sordum ve hâlâ sormaya devam ediyorum. Soru sormak aslında bir bilinçlenme eylemidir. Sorunun kendisi öncelikle bunu sağlar. Cevap sonradan gelir. Hatta cevabı bulunamayan sorular insanı daha fazla inşâ eder. Eğer insan bir şeyin eksik olduğunu hissediyorsa bunu öncelikle dışarıda, kendisinin ötesinde arar. Çünkü cevap kendinde olsa bilmesi gerektiğini düşünür. Ama olay hiç de böyle değil.
Diğer bir mesele ise eksiklikle yaşamanın verdiği acı sebebiyle bu eksikliği bir başkasına yansıtma meselesi. İnsanın çıkış yollarından biri de budur. Yansıtarak yaşar. Yansıtarak vicdanını bastırır. Yansıtarak yola devam etmenin çaresini bulmuş olur ve yansıtarak kendini kandırır.
Evet, kabul ediyorum, bir şey eksik ve bu eksiğin ne olduğunu da bilmiyorum. Kendimi tamamlayacak diye yıllarını peşinden koşturduğum şeyler ise, ilk kavuşma anında o olmadıklarını belli ettiler. Belki de eksiklik insanın zinde tutan ve hayat maratonunu bırakmasını engelleyen bir şey. Olamaz mı? En azından bir cevap bu. Daha iyi bir cevap bulana kadar!
30 Ocak 2019 – Çarşamba
Başımıza gelen olaylar yani yaşadıklarımızdan kalbimizde bir iz kalır ve buna hatıra deriz. Hatıraların ana özelliği canlı olması ve bizi hayata bağlamalarıdır. Zihni olabileceği gibi maddi de olabilirler. Hatıraları daha canlı tutabilmek için nesnelerden yararlanırız. Somut soyuttan güçlüdür zira. Ama akli melekelerini geliştirmiş ve soyut düşünce seviyesine çıkmış kişiler için hatıralar sadece kalpte saklanır. Bu yüzden olsa gerek Kaan H. Ökten; “Hatıra eşyada değil kalpte saklanır” der. Haklıdır belki ama nesnelerin insanın üzerindeki gücü de gerçektir. Gerçi bu gücü nesnelere insan yansıtır ama hayat biraz da böyledir.
Hatıra deyince akla hemen “yâdigâr” kelimesi gelir ki direk nesne ile ilgilidir. Bize sevdiklerimizden kalan, ya da hatırlamamız için onlar tarafından verilen şeyleri yâdigâr olarak tanımlarız. Bu şeyler ara ara aklımıza gelir ve hüzünle onlara bakar ya da dokunuruz. Dokunmak hatırlamaktır çünkü. Tamam zihnen de eşyalara dokunabiliriz ama yine de anımsatacak bir şeyimiz olsun isteriz. Çünkü unutmamak isteriz. Hatırlarımızın canlı kalmasını dileriz. Eşya son tahlilde eşyadır ama yâdigâr eşyanın ötesindedir. Çünkü her yâdigâr üstünde anlarımızı yani bizi taşır.
Sulhi Ceylan
Rüzgâra Tutulmuş Günler 1
Rüzgâra Tutulmuş Günler 2
Rüzgâra Tutulmuş Günler 3
Rüzgâra Tutulmuş Günler 4
Rüzgâra Tutulmuş Günler 5
Rüzgâra Tutulmuş Günler 6
Rüzgâra Tutulmuş Günler 7
Rüzgâra Tutulmuş Günler 8
Rüzgâra Tutulmuş Günler 9
Rüzgâra Tutulmuş Günler 10
Rüzgâra Tutulmuş Günler 11
1 Yorum