Rüzgâra Tutulmuş Günler – 10

10 Ocak 2019 – Perşembe

Bir kitapçıda yeni çıkan kitapları incelerken Søren Kierkegaard’ın bütün kitaplarından yapılmış bir derlemeye denk geldim. Hemen tefeül yapıp bir sayfasını açtım. Ne zaman ki insanın tek dileği ve de avuntusu ölüm olacak kadar perişan düşerse, o kişi için dinin bundan sonra hakikaten başlayacağını söylüyordu filozof. Haliyle düşünmeye başladım. Tek arzunun ölüm olması aslında dünyadan tüm bağların kesilmiş ve arzuların terbiye edilmiş olmasını gerektiriyor. Aklıma tevekkül kavramı geldi. Gerçek tevekkül; kalbin sebeplere, malın çokluğuna ve yaratılmışlara dayanılmadığı ve sadece Allah’a dayanmakla ortaya çıkan bir makam. Eğer kişi; gök demir, yer taş olsa bile rızkından endişe etmiyorsa tevekkül ehli demektir. Yoksa tevekkül zaten, yağmur ve toprağadır.

Ölümün arzu edilmesinden ise; yaratılmışlardan hiçbir şey beklememeyi anlıyorum. Ayrıca kalbin fâni ile değil bâki ile mutmain olmasını. Nasıl ki Mecnun için sadece Leyla vardır ve diğer tüm kadınların hiçbir önemi yoktur, işte ölümü arzulayan için de sadece Allah’a olan sonsuz ihtiyaç ve şevk sözkonusudur. Çünkü ölüm aslında buluşmadır. Tabiî bu yüksek bir hal. Ölümü arzulayan birini görmedim mesela. Bilakis, nasıl dünyada daha fazla kalırızın derdindeyiz açıkçası. O halde Kierkegaard’a göre dinin hakikatine asla eremeyeceğiz. Hep dinin dışında ve örtüsünde bir hayat bizi bekliyor. İnsan seçimlerinin toplamından ibaret sonuçta.

 

11 Ocak 2019 – Cuma

Günlerin, birbirini kopyalayan bir intiharcı olduğunu düşünüyorum bazen.

15 Ocak 2019 – Salı

Bugün Rilke’nin “Herkes, başka pek çok kişiden kalkarak kendisine doğru büyür” cümlesine denk geldim. Buradaki denk gelmenin bir tesadüfe denk gelmediğini söylemeliyim. Olması gerekenin olduğuna inanırım, her ne kadar bazen olanlar bana ağır gelse de. Rilke’nin sözü insanın, insan sayesinde inşâ olduğunu ifade ediyor. Her insan bir başkası için basamak hükmünde. Sonuçta insan aslında ölmek için yaşar. Ve bu ölüme giden ve hayat denen yol, başka insanların yollarıyla kesişe kesişe biter. Her kesişmede kendimize dair yeni bir gerçeklikle karşılaşırız. İşte buna büyüme demiyor muyuz? Yara yara ölüme koşuyoruz!

Büyümek sancılı bir süreç. Günlerin ve birikerek oluşturduğu yılların üzerimizdeki etkisi yadsınamaz. Bazen tek bir an için tüm senelerimizi vermek isteriz. Bazen de ânın donmasını. Fakat içinde bulunduğumuz ânın hemen geçmesini de istediğimiz çok olur. Hayat bütünlüğümüzü devam ettirmek için elimizden ne geliyorsa yapıyor ve istiyoruz. Genelde istediklerimiz olmaz. İşte bu da bizi eğiten ve olgunlaştıran başka bir sebep. Sebepler içinde, başka birilerine sebep olarak yaşayıp gidiyoruz açıkçası.

Bir de ilk sebep var. Sebeplerin sebebi ve kendisinin sebebe ihtiyacı olmayan. Varlığı kendisinden olan yani… Tüm sebeplerin birikip toplandığı ve dayandığı… İhtiyaç duymayan… Başka bir ifade ile nedensiz olan.

18 Ocak 2019 – Cuma

“Âlemi ve içindekileri şaşkın şaşkın seyrederken kısacık ömür tükendi. Yarana ne zaman ilaç süreceksin?” Bu cümle Feridüddin Attâr hazretlerinin yazdığı Mantıku’t Tayr mesnevisinde geçiyor. Cümleyi okur okumaz bendeki ilk tedaisi “gaflet” oldu. Gaflette iştigal edene “gafil” deniyor. Yani yaptığından habersiz, aymaz ve boş bulunan. Yaptıklarının sonucunu düşünmeyen ve yine de rahat bir şekilde hareketlerine devam edebilen. Kısacası vaktini gereksiz ve gayesiz işlerle dolduran kişiler için en uygun tabir gafil. Umursamamak gafilin en önde gelen özelliği, endişe ise hiç uğramadıkları köyün ismi. Gerçi kim gafil değil ki! Kendime bakıyorum da yukarıda saydığım özelliklerin hepsi bende de mevcut. Allah dostlarından birinin gafleti kovmanın tek yolunun Allah korkusu dediğini hatırlıyorum. Allah korkusu kişiyi dinamik ve teyakkuz halinde tutuyor. Yaptıklarını ve yapacaklarını sorgulatıyor. Haliyle insanın işlerinde dikkat, özen ve ihtimam halini sağlıyor. Ben gafleti daha çok unutmanın bir fiili olarak görüyorum. Ölümü unutmak mesela. Öleceğini unutan ve hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayan birinden işinde dikkat ve kalbinde rikkat beklemek abes olsa gerek. Dahası kendini unutan bir insanın Rabbini hatırlaması ise imkânsız değildir de nedir? Yaptığı kötülüklerin hesabını vereceğini unutan bir insanın kötülük yapmaktan vazgeçmesini ummak ise safdilliktir. O halde gaflet için unutmanın sonucu ortaya çıkan arzularını put edinme hali diyebilirim. Yani halimiz.

Sulhi Ceylan

Rüzgâra Tutulmuş Günler 1
Rüzgâra Tutulmuş Günler 2
Rüzgâra Tutulmuş Günler 3
Rüzgâra Tutulmuş Günler 4
Rüzgâra Tutulmuş Günler 5
Rüzgâra Tutulmuş Günler 6
Rüzgâra Tutulmuş Günler 7
Rüzgâra Tutulmuş Günler 8
Rüzgâra Tutulmuş Günler 9

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • Yesilkalb , 03/02/2019

    “Ne zaman ki insanın tek dileği ve de avuntusu ölüm olacak kadar perişan düşerse, o kişi için dinin bundan sonra hakikaten “başlayacağını” söylüyordu”

    bu mânidar söz de “başlayacağını” kelimesine dikkat etmek gerekir. Sanki Sulhi Ceylan hayatında gerçekten perişan olmamış… mazallah, (ölümü isteyecek kadar perişan olmadan hakikate erdirsin Cenabi Hak)

    “dünyadan tüm bağların kesilmiş ve arzuların terbiye edilmiş olmasını gerektiriyor” demek yola başlamadan vuslata erdirmiş adamı demek…

    “…Ayrıca kalbin fâni ile değil bâki ile mutmain olmasını.” Bunu da yine sulûkûn orta merhalesinde anca hissedebilir.

    Yani Søren’in sözü nacizâne anladığım, hayatın mânâsını farketmek ve ciddiye almak, sorumluluğunu yükseltmeye dâir bir uyanışı ifade ediyor.

  • Özbek , 30/01/2019

    “Unuttuğumuz tek şey, tekrar diye bir şeyin olmadığı gerçeği” dedikten sonra, “Günlerin, birbirini kopyalayan bir intiharcı olduğunu düşünüyorum bazen” yazmak. Insan, hep bir çelişki içinde.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir