istanbul hakkında hiçbir şey yazmamaya karar verdim, bundan belki 2-3 yıl önce. yazdığım şeyin türü ne olursa olsun bu kararı uygulayacaktım.
hayır, istanbul’a karşı kötü bir his beslemiyorum, her insan kadar onu seviyorum. benimkisi nasıl denir, büyük bir sanat kıstasıydı! edebî çalışmalarımın kuramsal temelleri… sosyolojik arkaplanı… işte, aklınıza gelen diğer o janjanlı şeyler.
şimdi “istanbul günleri”ni yazıyorum. ama burada istanbul’a dair çok özel şeyler bulamayacaksınız. eğer sıkılmadan yazarsam bu “metnin niyeti”nde neler olduğu anlaşılacaktır. bu konuda sizi bekleyen bir tehlike de benim beceriksizlik yapıp bütün metni berbat etmem. inşallah, metnin niyeti bozuk ya da karmakarışık olmaz. bunun için sizden, bana dua etmenizi rica ediyorum.
insan kanıksayan, alışan bir varlık. sanırım şu dinazor yunanlılardan biri söylemişti: insan kötüye alışan tek varlıktır. mesajı aldıysanız konuya devam edeceğim? evet, bu şehirde alışma tehlikesiyle karşı karşıya olduğum bir şey var. başımı kaldırıp biraz uzağa bakmaya giriştiğimde bir dağ yok! dağ görememeye alışmak. dağ ne kelime, ufuk yok bu şehirde. nereye dönüp namaz kılacağımızı hissedeceğimiz bir ufuk olmalı yaşadığımız şehirde.
e ne var bunda diyorsanız lütfen bir daha konuşmayalım ve benim yanımdan hemen uzaklaşın! dağ bizim için çok önemlidir! biz derken kimi kast ediyorsunuz muharrir bey diye şaşkolozca bir soru geçmedi aklınızdan umarım! dağ çok mühimdir. ne diyor şair: ferman padişahın, dağlar bizimdir! umarım içinizden “biz derken…” diye başlayan kararsızlık, tereddüt cümleleri geçmiyordur!
bu şehirde herhangi bir “biz” de yok. bunun dağ ile ilgisi olmalı.