İnsan, geçmişini günlüklerinin hafızasına kazır. Günleri tutabilmek adına günlük tutar. Heyecanlarını, sevinçlerini, hüzünlerini, endişelerini bir bir kayıt altına alır.
Bugünlerde içimde biriken bir yazma isteği var. André Gorz‘un, “Son Mektup”u ya da Kafka’nın, “Babaya Mektup”u gibi uzun uzun mektuplar yazmak istiyorum. Kelimeler, bilinçaltımda hışırtılar çıkararak dolaştığı halde tek cümle kuramıyorum.
Yine annemin bir kâse çorbasından içiyor ve yola çıkıyorum. Kalabalığın arasına karıştığımda, gövdem, “insan” denen kalıba dökülmüş bir korkuluğu andırıyor.Bugünkü yol arkadaşım Canetti‘nin “Körleşme”si. Kendini karanlık bir dünyaya hapseden, kitaplardan başka hiçbir şeyi gözü görmeyen Kien’le sohbet ederek yolculuğuma devam ediyorum. Kien, “Devlet, romanları yasak etmeliydi” diyor ve gerekçelerini uzun uzadıya anlatıyor. Oysa ben, bugünlerde roman haricinde bir şey okumuyorum desem yeridir. Milan Kundera‘nin, “Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliği”ni okuduğumda, Kundera’nin zekâsına ve üslubuna hayran kalmıştım ve böylece tüm eserlerini okumam gerektiğini anlamıştım. Kazanciks‘in kahramanı Zorba ile çoğu zaman kavga etsem de hayatıma güzel şeyler devşirmedim değil. Ayfer Tunç‘un, “Dünya Ağrısı”nı ayrı bir sevdim. Tunç’un ülkemizin en iyi kadın romancısı olduğuna kanaat getirdim.
Hatip Ekinci ile öğle namazı için Mihrimah Sultan Camii’nde buluşuyoruz. Hatip üniversite talebesi. Psikoloji okuyor yani mektepli, ben ise alaylı. Yavaş yavaş Sahaf Festivali’ne doğru ilerliyoruz. Bu festivalin, Beyoğlu Sahaf Festivali’nden ayrılan en bariz özelliği labirent gibi olmaması. En çok dikkatimi çeken ise, kadim kitapların arasındaki sahafların (özellikle genç olanlar) akıllı telefonlarına başlarını gömmesi. “Değişmek” dedik ya, onlar da nasipleniyorlar, neredeyse saç diplerine kadar. Sahaflar, yılın ganimetini bu aylarda topluyor. Peşpeşe iki festival ve hemen iki hafta sonra Tüyap Kitap Fuarı’nda kendilerine tesis edilen 175 metrekare yerde ürünlerini meraklılarıyla buluşturmaya çalışacaklar.
Derken, “Günler gelip geçmektedir/ Kuşlar gibi uçup gitmektedir.” diyen Aziz Mahmud Hüdâyî hazretlerinin mekânından uzaklaşıp Marmaray’la Yenikapı’ya geçiyoruz. İki arkadaş farklı yönlere savrulurken W.H. Auden‘in, “Arkadaşlar burada buluştu ve kucaklaştı / Sonra herkes kendi yanlışı peşi sıra gitti.” dizeleri tren raylarının arasında eziliyordu.
Celal Kuru
1 Yorum