Mehmet Raşit Küçükkürtül, iktibaslarıyla ortaya bir fikir koyuyor. Farkında mısınız?
***
(İktibas Defteri III)
16.
önce naz, sonra söz ve sonra hile…
sevilen, seveni düşürür dile.
seneler, asırlar değişse bile,
eski töre bozulmuyor mihriban.
(abdurrahim karakoç, mihriban şiirinden)
17.
fransız dili ve edebiyatı profesörü süheyla bayrav geçen ayın ortalarında vefat etti. 1913 yılında doğan bayrav, nesterin dirvana’yla birlikte ahmet hamdi tanpınar’ın yakın dostlarındandı. prof. dr. inci enginün, yakından tanıdığı ve cenaze törenine katıldığı süheyla bayrav’la ilgili düşüncelerini şöyle açıkladı:
“bizim neslin ciddi hocalar arasında tanıdıklarımız teker teker aramızdan çekiliyor. chanson roland üzerindeki çalışmalarıyla tanınmıştı. şövalye aşkı hakkındaki yazısının çok beğenilmiş olduğunu da hatırlıyorum. güzel yemekleriyle de ünlüydü; hatta bir gün bana ‘bunca yıl roland başta olmak üzere fransız edebiyatını anlattım. öğrencilerim hâlâ şeftalili pastamı ne kadar sevmiş olduklarından söz ediyorlar!’ demişti. kızının söylediğine göre doksan beş yaşındaymış. son bir ayın kötü geçtiğini söyledi. ahmet hamdi tanpınar’ın nesterin dirvana gibi, sevdiği ve sık sık ziyaret ettiği bir hanım. bildiğiniz gibi günlüklerinde her ikisinden de sevgiyle söz eder. süheyla hanım ve eşi osman bey onun yakın dost çevresine dâhildi. süheyla hanım’ın da 147’ler arasında bulunması -öteki dostları gibi tanpınar’ı çok sarsmıştır. 1961 yılbaşını onlarda geçirdiğini yazar. bir dergi çıkarmayı tasarlayan tanpınar, süheyla bayrav’dan yazı isteyebileceğini düşünmüş. 29 mayıs 1961’de ona gitmiş ve feneryolu’ndaki evinin taraçasında uzun uzun oturmuş. bu ev kısa bir süre önce çok harap olduğu için yıkıldı. şimdi yerinde bir apartman yapılıyor. süheyla hanım tanpınar’ın aleyhinde konuşulmasından hiç hoşlanmazdı. kendisine bazı şeyler sorduğumda ‘bekâr adamdı, kendisine iyi bakamıyordu, birtakım ihmalkârlıkları vardı; fakat bunların söz konusu olması hoş değil!’ demişti. bir sefer de huzur romanını hiç sevmediğini söylemiş, neden sevmediğini, sormama rağmen sebebini açıklamamıştı. şarkiyat mecmuası’nın 1965 tarihli ıv. sayısında “courtois aşk anlayışında arap etkisi” başlıklı makalesi önemlidir. hitler zamanında almanya’dan türkiye’ye gelen mimesis yazarı ünlü auerbach’ın yanında yetişmiş ve onun roman filolojisine giriş adlı kitabını türkçeye çevirmiştir (1945). chanson de rolland’ı çevirmiş, -yeniden basılmış sanırım-, antolojiler hazırlamıştır. ömrünün sonuna kadar, edebiyat dünyasıyla yakından ilgiliydi. eşi hukukçu osman bayrav çoktan ölmüş. kızı prof. dr. fatma erkman, marmara üniversitesi alman filolojisindeydi. şimdi yeditepe’de türk dili ve edebiyatı bölüm başkanı.”
(ekim 2008, türk edebiyatı dergisi, kırkambar bölümü)
18.
eğer yaptıklarımızla küfrü tesirsiz bırakmıyor isek ibadet etmiyoruzdur. bu demektir ki, ibadetimiz küfrün tesirine engel olacak şekilde yaptığımız her şeydir. yaptığımız her şeyde şunun cevabını arayacağız: bu takip etmede bulunduğumuz yolun sonu bizi küfrün zevali mânâsına götürüyor mu? küfre geri adım attıramadıysan müslümanlık durumun hiç parlak değil.
(mısırlaşma, patatesleşme, domatesleşme, hıyarlaşma – 7, istiklalmarsidernegi.com.tr, ismet özel, 31ağustos 2013 cumartesi)
19.
tebrizlilerin ticarete hâkimiyetleri ve ticari dehası o kadar meşhurdur ki, iran’da iranlı türkler hakkındaki seyrek aşağılayıcı olmayan fıkralar hep tebrizlilerin ticari zekâları üzerinedir. fıkra bu ya, iran’daki yahudi cemaatinin en yoğun yaşadığı isfahan’dan bir yahudi tüccar, soydaşlarının yoğun rekabetinden kurtulup daha çok para kazanmak için iran’ın hiç yahudi olmayan ve ticaretin canlı olduğu bir bölgesini aramış ve sonunda tebriz’i seçip, bu kente yerleşmek üzere eşeği ve horozuyla birlikte yola çıkmış. uzun bir yolculuktan sonra tebriz civarına geldiğinde epey yorulan yahudi tüccarımız, yol kenarındaki tarlada karşılaştığı azeri bir çocuğa yaklaşıp, “evladım, uzun yoldan geldim, açız. bize şöyle ucuzundan bir yiyecek getir de hem ben, hem eşeğim hem de horozum doysun” demiş. afacan tebrizli çocuk bir süre sonra elinde bir karpuzla gelince yahudi tüccar şaşırıp, “evladım bunla nasıl doyacağız” deyince, çocuk “karpuzun içini sen yersin, çekirdeğini horozun yer, kabuğunu da eşeğin yer, bir güzel doyarsınız” demiş. yahudi tüccar bu pratik zekâ karşısında, “daha tebriz’in kıyısındayım. buranın çocukları böyleyse, kim bilir tüccarları nasıldır” deyip, gerisin geri isfahan’a dönmüş derler.
ama fıkraların çoğunluğu böyle övücü değildir azeriler için. çünkü nasıl türkiye’de fıkralar hep “lazın biri…” diye başlarsa, iran’da da fıkraların çoğu “türkün biri…” diye başlar. ve bu fıkraların ve şakaların çoğunda yine benzer şekilde, türkler biraz, hatta bayağı saf, kafası basmayan, haza odun tiplerdir. buna ek olarak, hangi ulustan olursa olsun iranlı biri, karşısındaki söylediğini birazcık anlamayınca ya da anlamakta gecikince, “türk müsün?” demekte bir beis görmez. bu genel pejoratif prototipin vardığı en uç nokta ise, “eşek türk” (törki heri) lafıdır.
tebriz ve diğer azeri kentleri 20. yüzyılın başında olduğu gibi sonunda da iran’da değişimden yana tavır almaktan geri kalmadılar. reformcu muhammed hatemi’nin kazandığı iki cumhurbaşkanlığı seçiminde (1997 ve 2001) ve onu destekleyen partilerin girdikleri meclis seçimleri (2000) ve yerel seçimlerde (1999), en çok ve neredeyse kitlesel biçimde oy aldığı yerlerin başında başta tebriz olmak üzere azeri kentleri geliyordu. bu durum da kısa zamanda fıkralara yansımakta gecikmedi. popüler kültürdeki pejoratif anlamlarını da kaybetmeden tabiî.
fıkra bu ya, reformcu cumhurbaşkanı muhammed hatemi ilk kez cumhurbaşkanı seçildiği 1997 seçimlerinde kendisini büyük oranda destekleyen azerilere teşekkür için tebriz’e gitmiş. kentin en büyük stadında toplanan halka hitap eden hatemi, azerilerin devrimciliğinden, siyaset sahnesinde her zaman aktif biçimde yerlerini almayı bildiklerinden, zekiliklerinden uzun uzun dem vurduktan sonra “bakın şimdi size azerilerin ne kadar zeki oldukların ispat edeceğim” diyerek halkın arasından rastgele birisini kürsüye davet etmiş. hatemi kürsüye gelen kişiye sormuş “2 kere 2 kaç eder?” adamın “5” cevabından sonra statta önce büyük bir sessizlik olmuş, ardından herkes hep bir ağızdan “bir fırsat daha ver!” diye bağırmış. hatemi sormuş “3 kere 2?” adam “sekiz” deyince yine büyük bir sessizlik ve sonra millet hep bir ağızdan bağırmış, “bir fırsat daha ver!” işlerin sarpa sardığını gören hatemi, mikrofonu kapatmış ve adama “bak babacun, ben 3 kere 3 kaç diyeceğim, sen 9 diyeceksin. tamam mı” demiş, adam da “tamam” deyince, mikrofonu açan hatemi sormuş “3 kere 3 kaç?” adam cevap vermiş: “dokuz.” stadı yine bir süre büyük bir sessizlik kaplamış, ardından millet hep bir ağızdan tekrar bağırmış: “bir fırsat daha ver!”
( iran: “etnik faktör”ün popüler kültürdeki temelleri, sami oğuz, 4 ekim 2009, birikimdergisi.com)