bir kız bana şafii misiniz dedi, neyleyeyim?
bir davranış vardır ki her başıma geldiğinde, sinirlerimi usturayla dilim dilim eder. reflekslerimi cambaz ipi gibi geren, beni huysuzlaştıran ve de suratımı çarşamba pazarına çeviren bir davranıştır. dolmuştasınızdır. ulaşımın bütün sinir yıpratıcılığının ortasında… dolmuş gibi, otobüs gibi gündelik ulaşımın hâllerini düşünün. ya ölü toprağı serpilmiş o ifadesiz suratların rutinliği karşılar sizi. ya da hareketli, kalabalık trafiğin telaşı size bütün sevimsizliğini hissettirir. bir koltuğa sığınıverirsiniz… bir anda, bir el omzunu dürtükleyiverir. ne var? lütfen şu parayı şoför beye uzatır mısınız? işte bu hareket, benim sinir sistemime çimdiği basan davranıştır! hâlet-i ruhiyem allak bullak olur.
bu dürtüklemenin çeşitleri vardır. tek bir davranıştan söz etmiyoruz, aslında her birinin ayrı ayrı adı olmalı. bunları isimlendirip ona göre tavır almalı ve davranışlar geliştirmeliyiz. şimdi, bir sabırsız okuyucu; insan üstüne düşünmeyi akletmeyen, topraktan yeni sökülüp alınmış, kıymıklı, pütürlü bir okuyucu hemencecik bana taarruz edebilir: “işi gücü bırakıp dürtük defteri mi tutalım birader, kiramen katibinden rol mü çalalım?” ben buna ancak allah ıslah etsin, allah akıl fikir ihsan etsin derim başka da bir şey demem!
evet, bu dürtüklemelerin çeşitleri vardır dedik. kabaca sınıflayalım. eğer dürten, hemcinsinizse rahatlıkla omzunuza dokunabiliyor. ancak karşı cinsten ise iş değişiyor. sayıca çok az olan bir grup var ki “fizikî müdahale”den imtina ediyor. ikinci bir grup ise önce hafifçe omzunuza dokunuyor, fark etmenizi bekliyor. eğer benim gibi inatçılık edip oralı olmuyorsanız, kuş gagası, omuzlarınıza rahmeti art arda indiriyor! artık mecbur ayıkacaksınız! üçüncü bir grup var ki sizin omzunuz onların tapulu malıdır, her türlü tasarrufa kalkışır bu gafiller!
milletçe fizikî mesafe ve psikolojik mesafe bakımından rahatız, esneğiz. dikkat edilirse daha eski kuşaklar bu konuda çok daha rahattı. fakat insana bakış, bir insanın öbür insan yanındaki kıymeti ve yeri de bugünkü gibi değildi. o insanlar arasında, o ilişkiler ağında psikolojik mesafe ve fizikî mesafedeki esneklik insanı rahatsız etmeyen, onun şahsiyetini zedelemeyen bir şekilde yürüyordu. modern şehirlerdeki, şu zavallı batıl hayatlarımız bizi değiştirmeyi eski insanî münasebetlerin zeminini yok ederek gerçekleştirdi. öte yandan, şunu da eklemek gerek: nasıl bugünkü insanî münasebetlerin yapısını ve davranışlar manzumesini kendimiz için tercih edilir bulmuyorsak mazideki duruma da hemencecik, düşünmeksizin, ucuz bir nostaljiyle de sarılmamak lazım. çünkü artık modernlik denilen şey başımıza geldi. bu yokmuş gibi davranamayız. her ne yapacaksak buna rağmen yapacağız. bunu yaparken de geleneğin, insana bakıştaki sığ ve çiğ taraflarını göz ardı etmeden yapacağız üstelik!
az önceki tez canlı okuyucu nerede? ya görüyor musun, bir dürtmenin altında neler var! sen sandın ki bir omuz var, hey gafil!
görüldüğü gibi karşı cinse yönelen tavır üç grupta toplanıyor. sanki “fizikî müdahale”den imtina eden gruptan, sizin omzunuzu kendisinin tapulu malı gibi gören gruba doğru büyüyen, şekillenen bir tavır var. ilk grup, gün geçtikçe küçülüyor galiba. mesela dikkat ediyorum da bazı yaşlı teyzeler, torunu yaşındaki bir delikanlının omzuna dokunmaktan imtina ediyor. yeni nesillere doğru sevimsiz bir rahatlığın, pervasızlığın hakim olduğu görülüyor.
ilginç olan, dikkat çeken bir ayrıntı var ki önemle üzerinde durmak icap ediyor. hanım kızlarımızın bir kısmı, “toplu taşıma araç”larında (ne demekse o!) bir erkeğin omzunu dürtükleyerek para uzatmaktan çekinmezken aynı davranışın bir erkek tarafından kendisine uygulanmasından rahatsızlık duyuyorlar. bu çok tehlikeli bir temayüldür. zinhar buna müsaade edilmemelidir. tabiî öncelikli vazife burada erkeklere düşüyor. bir hanımefendi sizi dürterse benim yaptığım gibi kaş çatın, niye omzuma dokunuyorsunuz diye tersleyin! kadınlar bilerek veya bilmeyerek erkekler için iffet, haya, kendini bilme, kendini muhafaza etme gibi hislerin söz konusu olamayacağı fikrine hizmet ediyorlar. bu ne gaflet! nasıl senin omzuna dokunulmamalıysa benimkine de dokunulmamalı! ama dediğim gibi önce erkekler… önce sen kendini bileceksin birader!
şimdi bütün bu lafları işiten, bu yazdıklarımı kıraat eden kalbi tertemiz, derununda minnacık olsa bile kötü niyet beslemeyen kimi okurlarım benim ne kadar iyilik dolu, nasıl da nefsini tezkiye edip yüce makamlara fırlamış bir adam olduğum fikrine kapılabilir. elbette böyle bir şey söz konusu değil. benim nefsim ne köpektir! siz onu bana sorun! şimdi benim bu sözlerim üzerine kalbi fitne fücur, az evvelki tez canlı okuyucu hemen fırlayacak yerinden, biliyorum: “vay pek sayın muharrir, işleyeceğin günahlara yer yapıyorsun değil mi? seni seni….” bu gafil okuyucuya allah akıl fikir ihsan etsin diyorum. benim derdim ne, onun derdi ne? bir kere be gafil okuyucu, ortada bir kötülük varsa bundan hiçbirimiz ari olamayız. hem müsebbibi hem mağduru olarak bir kötülüğe yaklaşmadıkça, o kötülüğü memleket hudutlarının dışına atamayız!
“peki, hürmete pek layık sevgili yazar beyefendi, şu şafiilik mevzusu nedir? bu kız kimdir? lütfen bizim sabrımızı zorlamayın!”
evet, haklısınız muhterem okuyucum, şu gafil okuyucu yakamı bırakmıyor! sadede geleyim. acıbadem caddesi üzerindeki devamlı müşterisi olduğum markete girdim. mutad olduğu üzere iki portakal ve bir elmadan oluşan poşetimi hazırladım. her defasında olduğu gibi kasaya yöneldim. kasadaki yüzler bana aşina, ben de onlara aşinayım. otobüsteki “dürtme” hassasiyetimden mütevellit, her türlü “dokunma”ya karşı da hassasiyet geliştirme çabası içindeyim. şu zavallı şehir hayatının belalarından sıyrılmayı allah hepimize nasip etsin, amin! işte, kasada zaman zaman tesadüf ettiğim bu üç-dört farklı yüz benim bu çabama muttali olmuşlar. ilk zamanlar pek dikkatsizdiler. benim yüzümdeki ekşimeleri gördükçe, uzanan ellerindeki parayı almak için kıvranmalarıma şahit oldukça sanırım benim durumumu fark etmeye başladılar. hatta yakın zamanda, bu kasadaki hanımlardan birisi önce avucundan parayı almam için uzatmış, sonra birden benim olduğumu fark edince “aman, yanıldım” edasıyla avucundaki parayı masanın üzerine bırakmıştı da ben de oracıktan para üstünü almıştım.
bu kez, başörtülü bir hanım kasada duruyordu. poşetimi aldım. gazetemi aldım. sıra para üstüne geldi. beni yine, kasiyerin parmaklarının ucundan azıcık kurtulmuş bir parayı almanın eziyeti bekliyordu. kasadaki hanım, yüzü başka tarafa dönüktü, o rutin içerisinde art arda birçok iş yapması gerekiyordu tabiî… elinin havada kaldığını fark edince döndü ve benim ıstırabımı gördü. gülümseyerek:
– şafii misiniz?
aman allah’ım! ne diyeceğimi bilemedim. bu sorunun bende uyandırdığı dehşetle sersemleyiverdim. aklım, iradem bir an için devreden çıktı. bir cevap bulamadım önce. bekledim. bekledim ki her salataya maydanoz, her yanlışa takoz olan o yaşlı teyzelerden birisi çıkıversin ortaya. bastonunu sallayarak asabiye-i diniyye göstersin, şu hanımı bir güzel paylasın: “a evladım, senin anan baban yok mu? sen namazı abdesti nerede belledin, elifi elhamı kimden işittin?” diye şu hanımefendiye bir kaş çatsın, dudak büksün… fakat beyhude yere ümitlenmişim. yanımda yöremde, gollük pası almaya hevesli bir teyze yoktu. tabiî memlekette öyle teyzeler günden güne azalıyor, hâliyle böyle kadınlar da peyda oluyor. bunda şaşacak ne var! şaşkınlığımı bir parça attıktan sonra “yok! şafii değilim!” diyerek kaçar adımlarla marketten uzaklaştım. ah ah, bir kız bana şafii misiniz dedi neyleyeyim? ama ben evvela erkekleri suçluyorum, hemcinsim kendi bilse ben bunu yaşar mıydım? acı çekeceksin, dişini sıkacaksın, sabredeceksin tavrına, davranışına göre sana asil bir tavır göstermek mecburiyetinde kalacaklar! örgütlenelim arkadaşlar, erkekliği ayaklar altına aldırmayalım.
tabii, kasiyer hanımın durumunu da iyi anlamak lazım. kendisi gülümseyerek, şafii misiniz diye sorarak benim hâlime bigane olmadığını da ifade etmeye çalışıyor. hatta alttan alta da “biz de bu işlerden anlıyoruz!” diyor. fakat yine de bu soru, “özrü kabahatinden büyük” sınıfına giriyor. böyle bir gaflet olamaz! ne yani, şafii olmayanların eline dokunacak mısınız? bir de boynuna şaplağı basın bari! zaten onca kirin, günahın içindeyiz. azıcık kulluğa meyletsek, azıcık kalbimize bir güzellik aksetse bu kâfir nefis hücuma başlıyor. hâl böyleyken, sizin sorduğunuz da soru mu şimdi hanımefendi? tamam, şafiilerin abdesti bozuluyor da bizim de temkinimiz bozuluyor be!
1 Yorum