Feyza Yapıcı; insanın zindanlarına, kendi kalbiyle inşâ ettiği zindanlara değindi.
***
“Sevmek iyidir. Çünkü zordur sevgi” diyordu Rilke. İnsan dördüncü zindandan “aşk” ile kurtulur diyordu Şeriati… Öyle bir aşktan, bahsediyoruz ki bu aşk, insanı dördüncü zindandan kurtaracak, ruhları aşkın ötesine taşıyabilecek. Rilke, sevmenin uzun süren bir yalnızlık olduğunu söyler, bir mücadeledir aslında der. Ona göre aynı zamanda “tek başınalıktır yoğun ve derin.” Rilke’nin bahsettiği bu uzun süren yalnızlık, mücadele ve tek başınalık kanaatimce, insanı Şeriati’nin bahsettiği “zindan”dan kurtaracak “aşk”a giden yola sevk edecek olan yalnızlık, mücadele ve tek başınalıktır. Kısaca “zor yollar”dır bizleri zindandan kurtaracak olan. Zor yolun sonunda kalpleri “mutmain” edecek bir aşka ulaşılacaktır.
“Sevmek”, “Âşık olmak” aslında duymaya yabancı olmadığımız sözcükler. Bunu biraz irdelemek istiyorum. Zira ben çevremizde sık sık rastladığımız “seviyorum”, “âşık oldum” cümlelerinin çoğu kere içinde yoğun miktarda patolojik öğeler barındıran ruhlara ait olduğunu düşünüyorum. Bu noktayı daha kolay anlatmak bağlamında bir örnek verecek olur isek Mustafa Ulusoy’un “Aynalar Koridorunda Aşk” kitabının kahramanlarından Kırmızı’nın şu cümleleri uygun düşer sanırım: “O benim hayat aynam olmuştu. Kendi varoluşumu ona baktıkça görebiliyor, seyredebiliyordum. Artık o yok ben de yokum” diyordu Kırmızı. Ve âşık olduğunu iddia eden çoğu insanın ruh halinin tasvirine de bir göndermedir bu cümleler. İşte bu noktada bir durup düşünmemiz gerekiyor. Bizim çevremizde sık sık rastladığımız “âşık olmalar”ın temelinde tam da bu düşünce olduğu kanısındayım. Daha açık anlatmak gerekir ise, varoluşunu anlamlandıramamış ruhların; varoluşunu anlamlandırmak için, varoluşunu anlamlandıramadığı için değerli olduğunu düşünmeyen ruhların; değerli olduğunu anlama ihtiyacını giderebilmek için ortaya çıkan bir sahte aşktan, “kolay yol”dan ulaşılmış bir geçici mutluluktan, bir oyalanmadan bahsedebiliriz ancak burada. Zira henüz varoluşunun anlamını, kaynağını kavrayamamış, kavrayamadığı varoluş sancılarını kolay yoldan ulaştığı mutluluk ile geçiştirmeye çalışan zavallı bir ruh var burada kanaatimce. Corneille’nin;
“Dünyanın en yenilmez çekiciliği
Yükseltiyor beni Tanrı’ya doğru?
Desteğini insandan alan
İnsanların haline ne yazık!” dörtlüğü tam da bu duruma işaret ediyor.
Çoğu insan bu “kolay yol”a sapıyor. Ve değerli olduğunu, var olduğunu hissedebildiği için sevilmek istiyor ve sevildiği için de seviyor dersek bence yanılmış olmayız. Bir çeşit alışverişten bahsediyoruz aslında. Zor yoldan gitmeye herkes cesaret edemez zira. Dar kapıdan herkes geçemez. Bu insanlar zindandalar işte bu yüzden. Varoluşu anlamlandıramamanın zindanındalar. Bu hususu konuşur iken aklıma hemen Ali Şeriati gelir her zaman. Şeriati dört zindandan bahseder ve beşer iken insan olmaya doğru giden yolda bu dört zindanın teker teker aşılması gerekir. Şeriati’ye göre insanın en zor kurtulacağı zindan “kendi” zindanıdır. Şeriati’nin dördüncü zindan dediği bu zindanda insan kendi varoluşunu anlamlandıramadan çıkamaz. Ve bu zindandan kurtulmadıkça “beşer” “insan” olamaz. Şeriati’nin bu görüşüne tümüyle iştirak ediyorum. İşte bu zindan nedeniyledir ki sevgiler veyahut aşklar aslında gerçek manada sevgi, aşk değil bir belki sadece bir yanılgı olarak varlar. Zor yoldan geçmeden ulaşılacak kolay “mutluluklar”, sadece oyalanmalardan ibarettir ve tehlikelidir. Tehlikeli olması hasebiyle varolmasını, değerli olmasını salt sevdiği kişinin ona verdiği değer ile ölçer. Bu yüzde onu var eden “Yaradan” ı düşünmeyi atlar aslında. Mesela Dar Kapı’da Alissa’nın “Oh Tanrım! Beni çok çabuk ulaşabileceğim mutluluktan koru! Mutluluğumu uzaklaştırmayı sana kadar götürmeyi öğret” haykırışı bu noktaya işaret eder.
Bir insana duyulan aşk eğer Yaratıcı ile aramıza engel konulmasına neden oluyorsa, onun sevgisi ile varolduğunu hissetme gibi bir sonuca kadar bizi götürüyorsa, burada, yukarıda bahsettiğimiz o varoluşsal patolojik bir vaka ile karşılaştığımız sonucuna ulaşırız. İşte bu yüzden aşk “Yaradan”ın bizi var ettiği, varoluşun ondan başka kimseye bağlı olmadığını anlamanın üzerine inşa edilirse gerçekten vardır. Mutluluğa gidilen zor yol için, Şeriati bir mertebeden bahseder mesela. Filhakika bu mertebenin zindandan kurtulma mertebesidir. Kelime olarak da çok hoşuma giden “îsâr” mertebesidir bu. Aşk kavramı “îsâr” mertebesinin içindedir. “Bir inanç uğruna, bu inancın gerektirdiği fedakârlıkları gözünü kırpmadan ve hiçbir karşılık beklemeden yapmaktır,” îsâr. Zor olan, aşk yüzünden Allah ile aramıza başka birinin koyulmasına engel olmaktır. Mesela Andre Gide bunu anlatır ve bu yüzden aşktan ızdırap duyduğunu söyler. Bunun için aşkından fedakârlık eder, zira erdem yolunda ilerlemek için, Allah’a daha da yakın olabilmek için bu gereklidir. Bu fedakârlık insanı bir zindandan daha kurtarır böylece. İşte zor yol budur, bu zor yola “varoluşunun aynası olarak karşıdaki bir ölümlüyü” görenler giremez, aradaki fark buradadır. Yani her halükarda gerçek bir aşktan bahsedildiğinde bu aşk insanı Allah’a daha da yaklaştırmaya hizmet etmelidir. Böyle bir aşamada ancak insan kendi zindanından kurtulabilir, varoluşunu Allah’a dayandırarak bunun üzerine inşâ edilen bir aşk ile, “îsâr” mertebesine ulaşılır. İşte bu mertebedir ki, içinde fedakârlıkları barındırarak diğer “oyalanma”lardan ayrılır. “O benim hayat aynam olmuştu, kendi varoluşumu ancak ona baktıkça görebiliyor, seyredebiliyordum” anlayışı ile Yaradan ile aramıza engel olarak çıkmamalı aşk. Bilakis varoluşunu borçlu olduğu “Yaratıcı”ya ulaşmada tüm engelleri kaldırmalı. Aradaki en önemli fark işte budur, varoluşunun anlamını âşık olunan kimsede bulan, değerli olduğunu “sevilme”siyle ölçen birisi bu fedakârlığı yapamaz kanaatindeyim. Bu fedakârlık ancak zor yolların yolcuları içindir. Zira bu yolcular sevginin ve aşkın kaynağının Yaradan”dan geldiğini bilirler ve bu yüzdendir ki fedakârlık yapabilirler. Mesela benzer bir fedakârlığı Tarkovski’nin “Kurban” filmindeki haykırışta görürüz. Bu haykırışta da fedakârlığı, o varoluşunu anlamlandırabilmiş birinin sevgisindeki o farklılığı çok net görürüz. Allah için seven biri, sevgisinin karşılığında değerli hissetmek varoluşunu hissetmeyi beklemez zira.
“Ulu Tanrım, … İnayetin üzerimize olsun. Yalnız senin dediğin olur. Rızkımızı sen verirsin. Bizi kötülüklerden korursun. Cennet senindir. Güç, zafer senindir. Âmin. Tanrım, bu korkunç zamanda bizi esirge. Çocuklarımın ölmesine izin verme. Dostlarımı, karımı, Victor’u, seni sevenleri ve sana inananları, kör oldukları için sana inanmayanları da esirge. Seni bir an bile düşünmeyenleri de. Çünkü onlar acının ne olduğunu hiçbir zaman bilmediler. Bu saatte, bütün umutlarını, bütün hayatlarını, bütün geleceklerini kaybettiler. Sana teslim olma fırsatını kaçırdılar. Yürekleri korkuyla dolu olanlar, sonlarının yaklaştığını hissedenler, kendileri için değil, sevdikleri için korkanlar, onları senden, yalnızca senden başka hiç kimse koruyamaz. Çünkü bu en son savaş. Savaşların en korkuncu. Bu savaştan geriye ne yenen ne de yenilen kalacak. Şehirler, kasabalar, ağaçlar, otlar, kuyulardaki sular, göklerdeki kuşlar yok olacak. Sahip olduğum her şeyi sana vereceğim. Çok sevdiğim ailemi vereceğim. Evimi yıkacağım. Küçük Adam’dan vazgeçeceğim. Dilsiz olacağım. Bir daha kimseyle konuşmayacağım. Beni hayata bağlayan her şeyden vazgeçmeye razıyım. Yeter ki sen, her şeyi eskisi gibi yap. Bu sabah ve dün nasılsa öyle yap. Beni hasta eden bu ölümcül hayvani duygudan kurtulmama yardım et. Evet, her şeyim senindir! Tanrım! Bana yardım et! Söz verdiğim her şeyi yapacağım.”
Zor yol mutluluğu veren değil mutluluğa götürecek olan istikamete sevk edecek olan yoldur. Bu yoldan gidebilenler çok azdır, bunun farkındayız aslında. Fakat bu zor yolun hepimizi için kurtuluşun yolu olduğunu da biliyoruz. Kalplerin mutmain olmasının yolu bir ölümlüyü anmak değildir. Zira “Kalpler ancak Allah’ı anmakla mutmain olur.” (Râd suresi.28.ayet)
6 Yorum