Genetik mühendisliği hakkında menfi mi yoksa müspet mi düşünmemiz gerekir? Mevcut “bilimsel” çalışmaların müspet açıklamaları yanında, karşı olanların antitezleri de kuvvetli. O halde sorunun cevabını vermek için henüz erken. Her ne kadar bilim taraftarları, bilimin karşısında olanları komplo teorisyeni olarak adlandırsa da, bu teorisyenlerin yabana atılmayacak kadar kayda değer argümanları var. Bir örnek verdikten sonra asıl mevzumuza geçelim.
Son 15-20 yıl içerisinde genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) hakkında söylenenleri duymuşsunuzdur. Özellikle tarım ve gıda sektöründe genetiği değiştirilmiş birçok tüketim ürünü mevcut. Peki, gıdalarda bilinmeyen proteinleri yemenin insan sağlığına yönelik riskleri var mı? İçerisine eklenen genetik materyallerin gerçek miktarının az veya çokluğunu bilmesek bile tedirginliğimiz devam ediyor. Çünkü bu materyaller bilimsel çalışmaların sonucu olarak eklenir veyahut çıkarılır. İyi de, bu bilimsel çalışmaları sağlıklı bir şekilde denetleyen bir üst kurum var mı? Şöyle ifade edeyim ki, denetim mekanizması olmayan bir çalışmanın sonucunu tartışabilecek birileri belki çıkar: Çin’de, genetiği değiştirilmiş bir ürünü denemek amacıyla bir domuza yedirirler. Geçen iki ayın sonunda domuzun görme yetisi kaybolmaya başlar. Dördüncü ayın sonunda ise hareket kabiliyetini yitirecek kadar kilo alan domuz, altıncı ayın sonunda ölür. Ölümünden sonra genetiği kontrol edilen domuzun, eklenen materyaller sonucu hasar görmeye başladığı fakat müdahaleye de kapalı olduğu ortaya çıkar.
Yukarıdaki örneği şöyle evirip çevirelim: İnsan büyüme hormonu genlerini, daha hızlı büyümelerini sağlamak için domuzlara aktardığımızı varsayalım. Bu yapılırsa, kısa süre içerisinde domuzların eklemlerinde iltihaplanma (artrit) meydana gelir, kör olur ve farklı şekillerde acılar çekerler. Neden? Bunun nedeni, domuzda insan büyüme hormonun kontrolünün olmamasıdır. Diğer genlere aktarıldıktan sonra gen kontrolü her zaman öngörülemezdir. İşte tam da bu noktada komplo teorisyenleri devreye giriyor. Hâliyle birçok insan, genetiği değiştirilmiş ürünleri tüketmekten endişe duyuyor. Düşünsenize, bir insan geni içeren kuzu etinin yenildiğini…
Bilimsel Çalışmalarının Sinsi Yüzü
25 Kasım 2018’de tüm dünyayı şaşırtan bir haber yayınlandı. Associated Press’in haberine göre Çinli biyofizikçi He Jiankui, CRISPR (DNA dizilimleri kümesidir) kullanarak henüz birkaç haftalık ikiz kızların genomunu düzenlemişti ve dünyanın ilk CRISPR bebekleri olduğunu duyurmuştu. O güne kadar insanın kalıtımla aktarılabilen özelliklerinin genetik tasarımla aktarılmasına müsaade edilmemiş, insanlığın kırmızı(!) çizgisi bir anda geçilmişti. Jiankui bu olaydan birkaç gün sonra Hong Kong’da düzenlenen Uluslararası İnsan Genom Düzenlemesi Zirvesi’nde podyuma çıktı ve işin teknik boyutunu anlattı.
Dr. He, bu olaydan sonra çığır açacağını, kahraman olacağını düşünmüş olabilir. Fakat gelişmeler istediği yönde gitmedi. Ekim 2018’de bebeklerden birinde HIV’ye karşı ek direnç göstermesi beklenilen CCR5 (CCR5 geni, savunma sistemimizdeki beyaz kan hücrelerinin yüzeyinde bulunan reseptörlerin yapısını belirleyen bir gendir.) geni bozulmaya uğradı. Sonra anlaşıldı ki Dr. He, çalışmalarını büyük oranda gizlilik içinde yürütmüş, yaptığı açıklamalar ise yalanmış. Doktor, gerekli prosedürleri yerine getirmemiş, ailenin rızasını almamış, sorumsuzca bir çalışma yürütmüş. Bu gelişmelerin ardından bilim insanlarına, gen konusunda olan güven bir kez daha gündeme gelmiş ve çalışmaların artık durdurulması konusu tartışılmış oldu. Geleceğin insanlarına yönelik ilk genetik çalışma böylece tıbben geçersiz, beceriksizce sürdürülmüş ve tehlike barındıran bir uygulama olmuştu.
Doktor He’nin başarısızlığının üstünden henüz bir yıl geçmeden Rus moleküler biyolog Denis Rebrikov aynı gen üzerinden çalışmalara başladığını, beş ailenin rızasını aldığını duyurdu. Kalıtsal sağırlığa yol açabilen bir mutasyonu ortadan kaldırmak ve yerine çalışabilen bir gen yerleştirmek için çalışmalara başladığını söyleyen Rebrikov, Dr. He’ye göre daha özenli ve şeffaf bir yol izledi. Fakat sonuç yine olumsuzdu. Bozuk genlerin düzeltilmesi için atılan her adım, sağlam genlerin de bozulmasına yol açıyordu.
Yeni Öjenik
Peki, bu kadar olumsuz sonuçlara rağmen ısrar neden?
İnsan klonlaması, teorik olarak insanlık tarihini yeniden yazılmasını sağlayacak. Bugüne kadarki tarihimizin bir anda yapaylaşmasını kimse yadırgamayacak. Çünkü gen çalışmalarının sonuçları olarak gösterilen birçok madde, herkesi birer birer ikna edebiliyor. Gen diziliminin yeniden tasarlanmasının ardından kalp hastalığı gibi bilinen genetik unsurlar ortadan kalkacak, zekâ geriliğinin önüne geçilecek, fiziki hastalıklar giderilecek, kas ve boy gibi fiziksel özellikler düzenlenip geliştirilebilecek, beş duyu organlarından sorunlu olanlar kusursuz bir şekilde çalışacak, zihinsel özellikler genetik yollarla üst seviyeye çıkabilecek. Hatta istenilen olguya, duruma veyahut duyguya bağımlılık yapma eğilimi gibi kişilik özellikleri bile teoride düzeltilebilecek. Sonuç, genetik olarak üstün insanlardan oluşan yeni bir ırkın yaratılması olacak.
Peki, bu sonuçlar size tanıdık geldi mi? Bana, Adolf Hitler’in III. Reich’ının Nazi öjeniği projesini anımsattı. Bilindiği üzere, Nazi Almanya’sında sağlıklı insanların çoğaltılması, sağlıksız insanların ise ortadan kaldırılması yoluyla insan soyunun geliştirilmesi amaçlanmıştı. Bu amaç doğrultusunda birçok genetik mühendisi, Almanya’da binlerce masum insanın üzerinde çalışmalar sürdürmüştü. Alman halkının biyolojik gelişimini amaçlayan üstün ve saf Alman ırkı oluşturmayı hedefleyen ırksal bir ideoloji olan Nazi öjeniği politikasının hedefinde büyük ölçüde mahkûmlar, yozlaşmışlar, muhalifler, doğuştan zihinsel ve fiziksel engelliler, kalıtsal hastalıkları olanlar, epilepsi, şizofreni, manik-depresif, kas hastaları, sağır, kör, homoseksüel, deli ve zayıf insanlar vardı. 400 binden fazla kişi kendi iradesi dışında kısırlaştırıldı, 300 bine yakın kişi bir toplu katliam programı olan T4 Operasyonu kapsamında öldürüldü. Günümüz genetik çalışmalarını destekleyen yeni ojenikçilerin niyetlerine baktığımızda, Nazi öjeniğinin destekçileri ile aynı sözleri söylediklerini görürüz: İnsanlığın durumunu düzeltmek, iyileştirmek, acıları ve hastalıkları azaltmak…
“Dünya’da Yaşamaktan Dünya ile Birlikte Yaşamaya”
Uzak Doğu, Kuzey Amerika ve Birleşik Krallık’ta sekiz klinik, klonlanmış insan embriyoları üretme yarışı içerisinde. Ian Wilmut tarafından koyun Dolly’nin üretiminde kullanılan nükleer transfer tekniği, yıllar içerisinde geliştirildi. DNA, insan saçından daha ince bir iğne ile embriyoya aktarılıyor, daha sonra rahme transfer ediliyor. Henüz bu tekniğin güvenirliliği kanıtlanmamış olmasına rağmen çalışmalar hız kesmiyor, binlerce embriyo yaşama tutunamıyor. Fakat Massachusetts’teki bir laboratuvarda klonlanmış yüzlerce koyun ve farenin olduğu iddia ediliyor. Hatta insan DNA’sı ile inekten alınan bir embriyonun dış kesesi olarak klonlanmış bir canlının da bu laboratuvarda olduğu söyleniyor.
İngiltere kökenli bilim insanları, Mayıs 2019’da tamamıyla sentetik genoma sahip ilk canlı organizmasını yarattıklarını(!) duyurdular. İngiltere Tıbbi Araştırma Konseyi’nin Moleküler Biyoloji Laboratuvarı, on sekiz bin küçük DNA segmentinin yerine sentetiklerini koydukları e.c oli bakterisinin hayatta kaldığını, geliştiğini ve “doğal”mış gibi çoğaldığını açıkladı. Adını Syn61 olarak alan bu bakterinin göstermiş olduğu reaksiyonu, ekmek mayasının tüm genom diziliminde de göstereceğini düşünen biyologlar, birçok endüstri ve üniversitelerle girişimlere başladı. Standford’lı sentetik biyolog Drew Endy, NeoLife’ta gerçekleştirdiği söyleşide, bu çalışmaların sonunda insanları artık yeniden tasarlayabileceklerini, sağlık durumlarını kontrol altına alabileceklerini söyledi ve şöyle iyimser bir tablo çizdi: “Bizler hem anladığımız hem de mühendis olarak yaşanan dünyayı yeniden inşâ etmede kullanabileceğimiz modellenebilir biyolojik sistemler yapmak istiyoruz. İster istemez günün birinde herhangi birinin savunabileceği herhangi bir amaçla rutin olarak insan genomu inşâ edebileceğimizi hayal ediyorum. İnsan genomlarını rutin olarak sentezlemeye başladığımızda, insanlığımızın Dünya’da yaşamaktan Dünya ile birlikte yaşamaya geçiş yapacağını umuyorum.”[1]
Adem Suvağcı
[1] https://neo.life/2018/04/is-the-world-ready-for-synthetic-people/
1 Yorum