Vicdan Nedir?

Vicdan

Eğer bir eylemin ahlâkî değerini ayırt edecek doğal bir kabiliyete sahip olmasaydık, ahlâk ilmi de hiç bir zaman mümkün olmazdı. Hâlbuki bir eylemin, ahlâkî olup olmamasını ortaya çıkaran özellik, bu olgunun gerçeğe uygun olup olmadığını ayırdetmeksizin, ona açıklık veren şuura ait değildir. İyiyi kötüden ayırma yeteneğinin özel bir adı vardır, o da vicdandır. Hâlbuki, sadece, bilinç, bir şahit, vicdan ise bir hâkimdir. Gerek, içsel acı ve gerekse ahlâkî lezzet, insanlık şerefimizin yükselmesi ve alçalmasının takdiri, sadece ama sadece vicdandan kaynaklanır. Vicdan, bizim mükemmellik ve noksanlığımızın, bir çeşit içsel duygusudur. Fakat, vicdanın tabiatına dair hiç bir şüphe bırakmamak için, vicdanı akıl ile yönlendirmeliyiz. Akıl: “salim bir duygu” veya “ortak bir duygu” (Hissî salim ve Hissi müşterek) adı altında, genellikle doğru ve yanlışa hükmettiği gibi, vicdan adı altında da, yine, genellikle iyi ve kötüye dair açıklama yapar. İşte, vicdan veya “Pratik akıl” (Amelî akıl) denilen şey birdir. J. J. Rousseau ile beraber, “vicdan, doğal bir içgüdü veya “İlâhî bir içgüdü”dür demek, vicdanın değerini indirgemektir, yoksa vicdanı abartarak övmek değildir. Çünkü, vicdan, akıldan başka bir şey olmadığından dolayı, ilk önce, aklî, insanın doğal içgüdüsü gibi kabul etmek gerekir. Zaten, doğal içgüdü de, hayvanın aklı demek olduğundan, âdetâ, çocukcasına haksız ve kötüye kullanılmış ifadelerde bulunulmuş olur. Fenelon; “İnsan, ne takdir etmek istediği şeyi yüceltmeye ve ne de aşağılamak istediği şeyi aşağılamaya başarılı olamaz. Çünkü, gerçeğin ve adâletin sonsuz olan bu sınırına müdahale edemez” diyerek, vicdanı hayret verici bir şekilde tanımlanmış ve nitelendirmiştir.

Gerek kendisinde, gerekse diğerlerinde, güzelleştirmek ve aşağılamak gereken bir şeyi, doğal olarak güzelleştirme ve aşağılamaya gücü yetmeyen bir insan için, halk dilinde, “bu adamda duygu yoktur” denilir. Bu his, insandan büsbütün silinemezse de, rezillik alışkanlığıyla ve kötü örneklerin zararlı etkileriyle gürleşerek, nezaketini yok eder. Vicdanın iki hizmeti vardır: Kanunu hem idrak eder, hem de uygular. Birinci durumda, vicdana, hatasızdır, denilebilir. İkinci halde, hataya düşebilir, ihtiras ve fayda düşüncesini öne sürer, her çeşit safsataya tâbidir. Leibniz, Yeni Değerlendirmeler adlı eserinde, “Eğer, geometri, ahlâk kadar, bizim yararlarımıza ve mevcut ihtiraslarımıza karşılık verseydi, Oklides ve Archimedes’in delillerine karşı onu da inkâr ve ihlâl ederdik” demiştir.

Doğrusunu söylemek gerekirse, “Ahlâk duygusu” herkeste vardır. İnsanda olmayan şey, “ahlâkî kudret”tir. Ahlâkî kudret demek, hem insandaki kesin kanaati varlığa getiren “irade kuvveti”, hem de kendi özel kanaatine göre eylem yapmak konusunda “kuvvetlerin kararlılığı”dır.

Vicdanın özel etkisi, salt bir “hüküm” olmaktan çok, bir çeşit kıyastır. Verdiği gaye hükmü, bir çeşit akıl yürütmenin sonucudur ki, bu akıl yürütme aşağıdaki gibi açıklanabilir. Önce, iyilik yapmak ve kötülüklerden kaçınmak gerekir. İkinci olarak, şu iş iyilik üzerine emredilmiştir veya kötü olduğundan dolayı yasaklanmıştır. Üçüncü olarak da, bu işi yapmalı veya bu işten sakınmalıdır.

Şimdi bu üç kıyasın üç önermesini inceleyelim.

1- Büyük önerme, hiç problem ortaya koymaz. Zaten “gereklidir” kelimesinde hüküm onun içindedir. Çünkü gereklidir, demek, “insan için bir görev vardır” demektir. İşte, büyük önerme, bu hükmü açıkladıkça, vicdan, mutlak bir şekilde hata kabul etmez. Vicdan, bize, “her ne olursa olsun borçlu olduğun şeyi yap”, mutlak emrini verince artık şaşırma imkânı yoktur.

İşte bu anlamdadır ki, “Vicdan, hiçbir zaman, ne şüphede, ne de dalâlette kalmaz” denilir. Evet, vicdan, temyiz isteği olmayan bir mahkemedir.

2- Küçük önerme, daima, çözülmesi kolay olmayan birtakım güçlüklere ve çekişmelere sebep olur. Herhangi bir özel işi, yükümlülerin eylemleri grubuna girdirmek, âdetâ bu işi yargılayıp, karşılaştırmak demektir. Bu yargılama ve karşılaştırmada hata ortaya çıkabilir. Bu hata, yargılamanın gecikmeye tahammülü ne kadar ise, o kadar kolaylıkla gerçekleşir. Bununla birlikte, kararı derhal almak gerekir. Bu aşamada, görüş vermemek de, yine bir karar vermek demektir. Şimdi, bu noktada, vicdan, hatasızdır denilebilir mi? İşin sonunda, görev ile birleşmiş ruhun vücut bulmasıyla ortaya çıkan, vicdanın, bir çeşit aydınlanması demek olan ilhamına güvenmekte hiç bir tehlike yoktur, diye iddia edilebilir mi?

Bu, hem son derecede aşırılıkla kötümser, hem de huzursuz ve bağnaz olmak demektir. Böylece, bağnazca bir işin, bir kahramanlık gibi mütalaa edildiğinin farkında olmaksızın, haklı gösterilmesine kadar gidilir.

Fakat, bu hal, vicdanın ilhamlarını inkâr etmek demek, değil, belki aşağıdaki ekolün hükmüne itiraz etmek demektir.

“Gerçek dairesine girmek için, yasallık, dairesinden çıkılabilir” kuralını öğretmek, siyasette olduğu kadar ahlâkta da bilinir. Bunda, kesin olan bir şey vardır ki, o da vicdan için, gerçek ile yasallığın ikisinin de bir olmasıdır. Çünkü, vicdan, hem kanunu idrak, hem de tatbik eyler. Fakat şurası da kabul edilmelidir ki, bazı şüpheli haller, diğer bir ifadeyle, öyle vicdanî haller vardır ki, bu hallerde kalbin ilhamına güvenmek ve gereğinden fazla bir dikkatle sonuçlandırmak tehlikelidir. Eğer, vicdan, bir yönden hatasız olsa idi, bir yüce ahlâk kurmak için zaman harcamak, yararsız olurdu. Vicdan, inanç güzelliği ile karıştırılıyor. İnanç güzelliği demek, niyet içtenliği demektir. Hiç bir zaman tam bir özür teşkil etmez. Belki, aldandığımız zaman, bizim için kabul görecek bir özür oluşturur. Hiç kimse, kanunu bilmiyor olarak kabul edilemez. Bunu kabul edelim. Fakat, hiç bir kimse de, bütün hukuk ilmine ve kanunlara sahip olmakla iftihar edemez sözünü de ilave edelim. Öncekiler, “erdem bile bir ilimdir”, derlerdi. Çünkü, erdemli olabilmek için de bir sanat vardır. Zira, “namuslu adam” olmak sanatını öğrenmek gerekir. Bu sanatın, diğer sanatlar gibi, kendisine özel kanunları vardır. Bu kanunlardan birincisi, ortaya çıkacak durumlarda, vicdanı, hız ve güven ile yargılamaya alıştırmaktır. Demek ki, bizler, ahlâkî meselelerin pek az bir kısmını biliyoruz. Çünkü, hayat, her gün, hemen çözülme şartını taşıyan en karışık ve güç meseleleri ortaya çıkarıyor.

3- Ahlâkî karşılaştırmanın (kıyasın) sonucuna gelince, bu da, öyle zannedildiği kadar gereklilik ve yakin ile ilk dereceden öncüllerle çıkarılamaz. Vicdan tarafından iyi olduğuna hükmedilen bir eylemin yerine getirilmesi gereksin; bu bile, hiç bir şekilde kesin değildir. Fakat, dar görevler ve geniş görevler vardır.

Eğer ben, bana verilen emaneti tamı tamına iade etmekle yükümlüysem, geniş anlamda, sadakat ve mertlik ile görevli olurum. Hepimiz, mertliğe ve yüceliğe çağrılmış olalım. Bu şüphesizdir. Ama, bu, “Rabbin evinde çok yer vardır” deme durumudur. Fakirlere yardım bir vazifedir. Fakat, bütün mallarını satmak ve fakirlere vermek, istisnasız bütün insanlar için bir görev midir? Hemcinsini kurtarmak için kendisini ölüme atmak bir görevdir. Öte yandan, bir diğer kimse de, bunu kahramanlık olarak değerlendirerek, hayatını tereddütsüz feda eder. Böylece, fedakârlığın bilinen sınırını aşar. Bundan başka, yerine getirilen bir görevde, kendisini bu görevi ifaya yönelten etkeni ayırdetmek herkesin yapabileceği bir iş değildir.

Teorik olarak, “bazen bir zevk sebebiyle, bazen bir gaye ve menfeat beklentisiyle, bazen görev duygusuyla, yani kanuna bağlılık ve saygıyla eylem gerçekleştiriyoruz” demek kolaydır. Fakat, uygulamada, eylemlerin sebeplerinin açıkça ayrılması ve mutlak şekilde belirginleştirilmesi pek nadirdir. İnsan, bir işi yaparken, görevini, zevkini ve çıkarını bilebilir. Fakat, hangi vicdan, bu işte, menfaatin nerede bittiğini ve görevin nerede başladığını kesin olarak belirleyecek kadar etkilidir?

İşte, ahlâkçıların sürekli bir şekilde tavsiye ettikleri “vicdanın muhasebesi”, özellikle bu nokta üzerine döndürülmeli ve yalnızca, maddî fiil üzerine sınırlandırılmamalıdır.

Buna bağlı olarak, şunu sonuç olarak çıkarabiliriz ki, ahlâkî kıyasta, yalnız büyük önerme kesinlik belirtir. Küçük önermelerde, birtakım problemler ortaya çıkar, ama “bunların içinden çıkılamaz” demek doğru olmadığı gibi, bunları bilmemek de tehlikelidir. Bu ise, “ahlâkta yükselme ve vicdanda olgunlaşma vardır” demektir.

Alexis Bertrand


Kaynak: Ahlâk Felsefesi, Alexis Bertrand, Akçağ Yayınevi, Çev: Salih Zeki, 2. Baskı, Ankara, 2001, Sayfa:21-25.

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir