Kelimelerin başı bir. Eksiği olmayana, tam ve kâmil olana, yarımın zıddına bir diyoruz. Diyoruz ama bir’in anlamına dair düzgün bir çerçeve çizebilmek mümkün değil. Herhangi bir etimolojik sözlükte bir’in kökü belirtilmiyor, yalnız Eski Türkçe’den beri kullanıldığı söyleniyor. Buna rağmen sözlüklerde tespit edilmiş yüze yakın mânâsı var. Sıfat, zarf, edat, bağlaç gibi çeşitli kategorilere girip birbiriyle ilgisiz görünen deyimlerde herhangi bir genele tâbi olmadan tam bir keşmekeş cümbüşü yaşatıyor bir. “Bir şey” veya “herhangi bir” demekteki gibi belirsiz olan ne varsa önünde veya sonunda “bir” alameti bulunuyor.
Var olan birdir. Varsın ve birsin demek gibi kolay geliyor dile. Bu yüzden bir’in en basit anlatımı sıfır’ın zıddı demek olur. Hâlbuki sıfır, bir’den ve tarihin başlangıcından çok sonra Hinduist sayımının evrenselleşmesiyle girdi hayatımıza. Papalık nihilist figürü sıfır’ı ileri sürenleri ruhunu şeytana satmakla suçladı. Hesap makinasının mucidi Pascal, sıfır’ın sebep olduğu negatif sayılara inananlarla dalga geçip deli muamelesi yaptı. İlkten önce ilk ilan eden sıfır’ın mahiyeti, konumlandırılması ve imkânları bugün bile hâlâ tartışmalı bir konu. Sanal sıfır doğal sayılara benzemediği gibi herhangi bir dilde konuşma diline de dâhil olamıyor. Sadece bir’in öncesini temsil eden, kodlama ve yazıda kullanılan bir sembol olarak öne çıkıyor. Bir, anlamını nevzuhur sıfır’dan değil, kendisinden öncesinin tanımlanamaz olmasından alıyor.
Türkçe bir’in bizatihi anlamının olmayışı tüm anlamların anlamını belirlediği için. Bir, anlamın sınırında yer aldığı kadar sayıların değeri de bire doğru yaklaştıkça azalıyor. Çünkü bir’le ifade edilen isimler başlangıca özgü ilkesel duruluğu haber ediyorlar. Kurgudan arınıp aslına varanı, başkalarından müberrâ olanı ve anlamını varlığından alanı belirlemek için diyoruz bir diye. Birdenbire deyimi “biridüm anda yine bire geldim” mısrasının kısaltması gibi. Bir, varlığın yekinmesi ve hareket noktası.
Bereketli Bir
Bir’in sûretâ zıt görünen arınmak ve pekişmek anlamları zıtlığı gözden geçirecek kadar yakınlık içindeler. Mesela “bir ağaç” demek hem tek bir ağaç anlamına geliyor hem de herhangi bir ağaç. Çünkü bir ağacın anlamı sadece ağaç olmasına bağlı ve buradaki sadeleştirmeyi yine bir kelimesi yapıyor. Ağacın aslına vardığını ve henüz kendi tarzınca dal budak salmadığını, baştaki gibi ilk ve genel halde olduğunu haber veriyor. Böylece tek bir ağaç hem de herhangi bir ağaç anlamında, var olan bütün ağaçların timsali oluyor.
Bir’in sadeleştirmek anlamı Türkçe her ismin doğal olarak “o” hâlinde bulunmasıyla ilgili. Başka dillerin aksine bizde ağaç kelimesi tek başına kullanıldığında ağaç türünü değil “o ağaç” anlamında belirli bir ağacı gösteriyor. Maksadı belli olmayan herhangi bir ağaç ifade etmek istenildiğinde ancak o zaman başına bir alıyor. Bir kelimesinin, anlamı arındırıp şekline bakılmadan sadece ve bütünüyle ağaç olmaya indirmesinden bir de eşitlik mânâsı doğuyor. İki günü bir olmak veya birebir demekteki gibi, “öbürü” kelimesiyle de “o birini” yani ona denk diğer birini kastediyoruz.
Bir’in arındırmak ve artırmak anlamları deyimlerde de iç içe. Bir güzel denildiğinde bir hem arındırıyor hem de başka bir illeti olmayanı, tamamıyla ve çok güzel olanı ifade ediyor. Tam ve olgun olmayı bildiren “bir oldu ki” gibi daha mücmel ifadelerimiz de var. Bir’in köküne dair başka şey bilinmese bile yine de buradaki ziyade olmak mânâsından tahmin edilebilir. Bir kelimesi kuvvetle muhtemelen Farsça pir kökünden geldi dilimize. “Bir yağdı bir yağdı…” demek gibi birçok deyimde bir’i pirle eş tutuyoruz. Benzer cümleler “Bir yağdı pir yağdı…” veya “Bir gitti pir gitti…” şeklinde de söylenebiliyor.
Farsça’da kurucu ve öncü kimseler için kullanılan pir kökünün tarikat pîri, ihtiyar, dede, meslek erbabı, üstat, lider gibi isimlerin yanısıra tamamlamak, olgunlaşmak, ilerlemek, uzmanlaşmak gibi fiillerle de irtibatı var. Pir kökü nerdeyse istisnası bile olmadan Hint – Avrupa dillerinin hepsine geçmiş. Latin dillerindeki pre/pri/pro gibi farklı kelimeler ilk, ileri, önce gibi çeşitli anlamlarda kullanılıyor. Türkçe bir de hem Farsça pir ile hem de yine aynı kökten gelen “üst, yüksek, baş” anlamlarındaki Farsça ber/bar ile uyum içinde anlam kazanıyor. Mesela “üst üste, eşit” anlamlarındaki ber-â-ber kelimesini biz Türkçe’ye birlikte diyerek çeviriyoruz. Beraber Anadolu’da barabar diye de telaffuz ediliyor. Yine bugün “bar bar bağırmak” deyiminde kullandığımız Türkçe bar (yüksek) kelimesi Farsça sözlüklerdeki bar ile aynı anlama geliyor.
Türkçe’nin en kullanışlı kelimesi bir’in başka hangi kelimelere sebep olduğuna dair sözlük bilgimiz yok. Yalnızca biraz – birçok gibi birleşik kelimeler aktarılıyor. Hâlbuki böyle kıdemli bir kelimenin Türkçe’nin en derinlerine kadar sirayet etmiş olması gerekirdi. Eğer Türkçe bir’in Farsça pir/ber ile aynı kökten geldiğini kabul edersek sorun çözülüyor. Bir kelimesini en genel anlamıyla kurucu ve öncü anlamında Farsça’dan aldığımız ve ardından aynı kökten bar-lık (varlık) gibi nüfuzlu kelimeler türettiğimiz çıkıyor ortaya.
Birince
Yunus Emre’ye ait “Aşk ile dinlersen söyleyeyim birin birin” mısraındaki “birin birin” birer birer ve tane tane demek. Eski metinlerde sık karşılaşılan ve birin ile aynı kökten gelen birince ise birçok mânâsında kullanılıyor. Yazma eserleri çoğaltan müstensihler birince kelimesini uzun zaman bir nice deyimiyle karıştırmışlar. Hâlbuki müellif nüshalarındaki orijinali “bir+in+ce”, mânâsı ise “birlerce” demek. Varlık bildiren bar kelimesinin bir ile münasebetine buradaki ardışıklıktan başlayabiliriz. Türkçe’de çokluk, yanına başka herhangi bir yabancı kök gelmeden bir’in yinelenmesiyle ifade edilebiliyor. Bir’de tek’teki gibi kısırlık yok, başlayıp devam eden hareket var. Birişmek, birikmek, irkitmek ve birkitmek gibi toplamak mânâsındaki daha başka kelimelere kapı aralıyor. İşimize yarayacak olan bir ve tek farkı, birin kelimesiyle aynı yapıda olan tekin kelimesinin kıyasından da anlaşılabilir. Tekin, birin kelimesinin aksine ardışık olmayı değil tekliğin çoğalmasını yani ıssızlığı bildiriyor. Birer birer ve teker teker derken bunlardan ilki peşisıra gelenleri diğeri ise ayrı ayrı sayılanları niteliyor.
Varlığın kökü olan bar’ın Türkçe sözlüklerdeki “büyük ve yüksek” anlamı bir’in toplamı olmasıyla ilgili. İşin özü bir kökünün büyüceğine bar demişiz. Bar kelimesinin Oğuzca dışındaki lehçelerde kullanılan “bütün ve hepsi” anlamı, “bar küci” (var gücü) gibi deyimlerle bize de geçmiş ve en son Mehmet Âkif “Bütün vârımı alsın da Hüdâ” derken kelimeyi hepsi anlamında kullanmış. Farsça “adet” anlamına gelen barça kelimesi Türkçe barlığın (varlık) temeli mahiyetinde. Bir bir artanların ve her biri pâre pâre olanların bütününe barlık diyoruz. Türkçe barlık, çokluk ile mülk anlamlarına geliyor, Farsça pâre ise parça ve para anlamlarına.
Bir ve Bin: At Binenin Yol Gidenin
Okunuşları aynı olduğu halde anlam irtibatı tek seferde açıklanamayan kelimeleri aynı çuvala doldurma kuralına sesteş diyoruz. Sesteş (homonim) kolaycılığına Türkçe’de çok fazla yükleniliyor çünkü dilimiz şematik değil, kitabiyatla değil ses ve sözle intikal ediyor. Mesela Arapça’da harfleri aynı olan varlık anlamındaki vücûd kelimesinin erişmek ve bulmak anlamındaki vecd ile irtibatı birkaç kelimeyle tasrif ederek açıklanabiliyor. Oysa Türkçe varmak ve varlık (barmak/barlık) kelimelerinin aynı kökten geldiğini hatta anlamca da birbirlerini tahkim ettiklerini açıklayabilmek için başa dönüp dilin mantığını konuşmak gerekiyor.
Orhun Âbidelerinde yazan ve yarısıyla meşhur olan atasözü mülk ve servet sahibi olmanın formülünü şöyle vermiş: Birin birin min bolur, tama tama köl olur. (Birer birer bin olur, damlaya damlaya göl olur.) Bir’in bin olması sadece mecaz değil. Rahmetli Asım Gültekin’in sayıların kökeniyle ilgili kitabı bin’in bir ile münasebetini ayrıntılarıyla birlikte ortaya çıkardı. Tek anlamındaki Arapça elif’in elf olup bin anlamına gelmesi gibi biz de bir’den başlayan sayıların en tepesine bin demişiz. Binmek fiiliyle (tepesine/üstüne binmek) bin sayısının münasebeti, binler basamağının basamakların sonuncusu olmasından anlaşılıyor. Parmakların sonuncusu olan on sayısında yine aynı ses var. On binler ve yüz binler gibi Venedikçe million basamağı dahi bin’in tekrarlanmasını ifade ediyor. Daha sonra vekâletlerle devam eden sayılar asaleten bin’de sona eriyor.
Birer birer bin olan ve devamlı çoğalan bir’in barlığın (varlığın) kökü olması doğal. Asıl mesele bir kelimesinin varmak (bar-mak) fiiline isim vermesinde. O da yaklaşık şöyle özetlenebilir: Karacaoğlan’ın “Gidiyor da birin birin basarak…” demesindeki gibi Türkçe’de varıp gitmeyi bir’in bir süreği olarak tasavvur ediyoruz. Barmanın kökündeki bir peşisıra adımları temsil ediyor, adımlamak ise binek olan atın ileriye doğru atılmasından geliyor. “Bir atımlık otu var” denildiğinde veya şaha kalkabilen atın atlamak ustası olduğu hatırlandığında adım atmanın kökü daha belirgin. At Türklerin hayatının merkezinde bulunduğu için bir’den çoğalan toplam varlığa da adım adım uzağa varmaya da aynı ismi vermişler. Her ikisinde de başlangıçtan sonuca yani toplama ulaşmak anlamı var. Aynı şekilde bir’in köksesinden gelen ermek, irişmek, yörimek, yörük, ileri, geri ve varmak gibi kelimelerde yine bir yerden bir yere gidip adımları birleştirmeye atıfta bulunuyoruz. Er ismi takım hâlinde nizami hareket eden kimseleri, onlu birliklere ayrılan ordunun rütbesiz mensuplarını ifade ediyor. Virmek (birmek) ve vergi (birgü) kelimelerinde de hazine ve ganimet anlamındaki bar kelimesinde de bir’in toplamakla ilişkisi takip edilebilir.
Burası Benim
Barası kelimesi “varılacak (yer)” anlamına geliyor. Kaşgarlı Mahmud Divan’da “Oğuzlar gidilecek yere barası derler” deyip örneği de “barası yer” şeklinde veriyor. Bu kelimeler hem bu kelimesinin (buğ/barğu) hem de burası kelimesinin kökü hâlindeler. Bar-mak ve bu:rası kelimeleri “bu, ben, biz” zamirlerinde olduğu gibi fâilin ben olduğunu haber veriyorlar. B değingesinin bu özelliğini mesela bakan kişinin kendisine bakamamasıyla çünkü ben’in fail olduğu bakmak fiilinin burdan oraya doğru gerçekleşmesiyle açıklayabiliriz. Bakmaktaki gibi bura kelimesi de ben kişisinin vardığı ve burada hazır bulunduğu yeri gösteriyor. Çünkü bir’in kökü R Türkçe’de hâlihazırda olanı (şimdiki ve geniş zaman eklerini) ifade ediyor. Şurası senin, burası benim demek gibi orası da onun oluyor. Gelecek zaman eki (-sı) alan barası kelimesinin varmak ve mülkiyetle ilişkisinin en kısa ve karışık hâli yaklaşık böyle.
Fidâ Kıldı Barın Hem Özin
Eski Türklerin şimdiki gibi vatan ve mülkiyet telakkileri olmadığı için hâliyle varlık sahaları da varıp gittikleri yerlerle çevriliydi. Tarih kaynaklarında bazen varmak kelimesinin (kal’asına vardı) tek başına fetih yerine kullanıldığı bile oluyor. Dilin varmakla içli dışlı halleri Kaşgarlı’da deyim hacmindeki kelimelerle kaydedilmiş. Barsamak ve barımsınmak “varıp gitmeye susamak, gidesi gelmek, gider gibi yapmak” anlamlarına geliyor.
Barbar olduğu söylenen Türklerin at üstünde düğün yapıp mezara atıyla girecek kadar devamlı hareket hâlinde olmalarının en net sonuçlarından biri de mülkleri ve kendilerinin bütünleşip birleşmesi. Aynı kökler barlık kelimesinde yurt, bargu kelimesinde “varılan yer ve ev” anlamlarına geliyor. “Eb – bark”taki bark muhtemelen Türkçe konak ve Arapça menzil kelimesindeki gibi ev anlamını varmaktan daha sonra teşmille kazandı. “Derme çatma ev” demek olan İtalyanca baraka kelimesinin çatmak ve çadır uzmanı Türklerden gittiği belli. Barışmak ise iki tarafın birbirine varmasından, mutabakattan gelmiş gibi: “Beri gel barışalım / Yad isen bilişelim” mısraı sözlük maddesi kadar açık. Bar kökünün barak, barınak, barı, barış, barçak, bardak gibi kelimelerde görülen belirgin bir emniyet ve muhafaza etmek anlamı var ki bu katman da muhtemelen bar kökünün ev – yurt işlerine taalluk etmesinden kaynaklanıyor. Türklerin can ve mal emniyetleri hareketi kaçınılmaz kılıyor.
Barnak, Burun ve Bırakmak
B-r kökünün temeldeki ilke, hareket ve çokluk anlamları bir’in sayı sistemindeki değeriyle örtüşüyor. Ancak varlığa isim veren böyle mümbit bir kökün uzuvlara da isim vermiş olması gerekir. Parmak ve burun kelimelerinin kökle ilişkisi anlaşılsa da bir’in hangi anlamıyla hemhal oldukları muallakta.
Bir’i ve birler basamağını insanoğlunun ilk hesap makinası olan parmaklarımızla sayarak bulduk. Bu yüzden barnak doğrudan bir’den gelmiş olabilir yahut on tane bir olduğu için barça kelimesinin adet anlamına gelen kökünü de kullanmış olabilir. Ulaşma uzuvları olan el ve ayağın vardığı yerde parmakların bulunması da başka bir ihtimal. Ayrıca sivri parmakların banmak, batırmak ve sokmakla da ilgisi var. Lokmayı (banak) ağzımıza parmakla soktuğumuz için belki de barmaktan kasıt böylesi bir varmaktır.
Sabit olan konu, burun ve barnak kelimelerinin birbiriyle münasebettar oldukları. Parmak uçlara doğru uzanıyor, burun uçta bulunuyor ve her ikisi de kıvrılıp bükülmesiyle, kıkırdaksı dokusuyla ayırt ediliyor. Burnunu sokmak deyiminden bildiğimiz üzere burun da parmak gibi sokulan, dikine giden bir şey. Burun kökündeki burmak kelimesinin “boy-un burmak”taki gibi bükmek mânâsını hatırlayalım ve parmakla ilişkisine bir çentik daha atalım. Pir kökünü müştereken kullandığımız Latince etimolojik sözlüklerde burun ucu anlamında puirrun diye bir kelimeye, Anglo-Sakson İngilizcesinde ise burun anlamında pirula diye bir kelimeye rastladım. Pir kökünden uzaklaşmadığımıza göre demek ki doğru yoldayız.
Bıyık burmakta kullandığımız burmak (bükmek/bügürmek) kökünün bir’in bekiştirmek anlamıyla ilgisi olabilir mi? “Sıkıştırmak, dolamak, kıvırmak” civarında kullanıyoruz burmak ve bükmek kelimelerini. Türkçe buruşuk da Farsça pürüz ile aynı kökten gelerek yine katlanıp kırışmakla ilgileniyor. Saç kıvrımı veya örgüsü için söylenen Farsça bürçek (pürçek/perçem) kelimesinde bükmekteki gibi çevirmek, dolandırmak anlamları mevcut. İşin aslı parmak dâhil bütün bu kelimeler birliği bölünen ve düzgünlüğü bozulanları anlatıyor. Parmakların irili ufaklı on parçaya bölünerek parçalara ayrıldığı gibi burun da öne doğru uzayarak yüzün düzenini bozuyor. Bir kelimesinin birliğin bozulup dağılmasını da ihata edişinin en somut örneği zıddı bırakmak kelimesi olur. Bırakmak demek kısaca yine bire geldim demek. Değişmiş olan bir şeyi birinci hâline, öncesine döndürmek, salıverip terk etmek. Farsça pir kelimesinin tasavvufî olgunlaşmakla ve Türkçe bir’in tamamlamakla münasebeti gibi tasavvufî terk’in Türkçe tercümesi de bırakmak kelimesi…
Dört ve Kırk
Çâr terk’ten geldik dörde. Çince/Japonca hariç nerdeyse bütün dünya dillerinde dörde karşılık gelen kelimelerin kökünde R sesi var. Bir’in dört ile münasebetini ve R köksesiyle irtibatını biraz bulanık şekilde aktarmayı deneyelim. Türkçe’yi de kapsayan ve aslen Sanskritçe’ye uzanan bir kelimesinin evrensel anlamı ön demek. Dört ise dört tane ön yani dört tane bir demek. İnsan idrakinin ayrıştırabildiği toplam dört y/ön var. Dört dörtlük veya dört başı mamur derken her yöne atıfta bulunuyoruz. Kare ve dörtgen gibi bütün tarafları örtülü ve örülü olanları, tamamlanıp kapanmış geometrik şekilleri de yine dört veriyor. Bir kökünden gelen bin sayısının sayı basamaklarının sonuncusu ve dördüncüsü (birler, onlar, yüzler, binler…) olması gibi mevsimlerin ve dönencelerin (ekvator ve kutupla beraber) dört olması da birbirlerine benziyor. Dört kitap dört kapı derken Türkçe’ye de tercüme edilen İhvan-ı Safa Risalelerinin sayılar hakkında olan ilk risalesinde dörtle ilgili bir hayli bilgi bulunabilir. Eski âlimlerin anâsır-ı erbaa ve ahlat-ı erbaa ile âlem-i suğrâ insana ve âlem-i kübrâ kâinâta dair açıklayamadığı meselenin kalmaması dört’ün tamamlama ustası olmasıyla ilgili. Keza Efendimiz aleyhisselamın nübüvvet yaşı olan kırk sayısının olgunlukla ilişkilendirilmesi bizdeki kırk çıkarmak gibi başka dinlerde de başka geleneklere sebep olmuş. Medreseler kapanana kadar asırlar boyu çocukları dört yaş dört ay dört günlükken âmin alayıyla birlikte göndermişiz mektebe, dört yaş başka milletlere de mektep yaşı olmuş. R köksesi tamamlanmanın evrensel ifadesi olabilir. Türkçe’de kelime köklerinin başta değil ortada bulunduğunu, dördün örmekten ve muhtemelen bir’den geldiğini söyleyerek uzuvlara dönelim.
Çağırayım Mevlam Seni
Bağır kelimesi “yüksek” anlamındaki bar kökünden geliyor. Göğsün tümsek gibi yüksek bir yerde olmasından, sînenin düğüm düğüm bağlanmasına kadar yol çıkar buradan. “Bağırıp çağırmak”, nefesin düzenlendiği bağır’dan sesin sökün etmesi demek. Tıpkı kök sökmek deyimindeki gibi kopup gelerek, içini dışına getirircesine âniden yükselen ses. Kopmak yardımcı fiilini yalnızca çığlık ve feryat koparmakta kullanıyoruz, bir de sur üflenip kıyametin kopmasında. Ayrıca bağrından (gönlünden) kopmak diye bir deyim daha var ama hepsi birbiriyle aynı anlamdalar. Bağırdan gelenler, öfke veya cezbeyle âniden çıkarak dil ve kurgunun müdahale edemediği yalınlığı ifade ediyorlar. Bağırmak, çağırmak ve haykırmak kelimelerinin hepsi anlamını birden (âniden) olmaktan alıyorlar. Çağırmakta içtenliği özellikle vurgulamak zorundayız çünkü başındaki Ç değingesi (dışarı) çıkmanın, çoğalmanın ve çağlamanın alâmeti. Bağırmak daha boğuk ve belirsiz bir ses. B değingesinin en iyi örneklerindeki bir ve ben kelimelerindeki gibi kapalılık anlamı var. Haykırmak ise Ey Khoda parçasını söyleyen Hayedeh’le aynı kökten yani hay’dan geliyor.
Bir’in biteceği yok gibi çünkü bitmek de bir’den. Tohumun çatlayıp yeşermesi gibi ektiğin gülün bitmesi gibi saçın tüyün bitmesi gibi bir yerden çıkan başka bir şeye bitmek deniyor. “Birden dibimde bitti” cümlesinde bitişmekle ilişki daha açık görülebilir. Birinin sona erdiği yerden, bitişiğinden başka biri çıkıyor. Bitmek o kadar süreğen bir şey ki Eski Türkçe’de bit’in nokta ve çizgi anlamı bile var. Yazıp çizmeye bitimek, kitaba kitâbeye ise bitik deniyor. Bir öncesine son vererek başlıyor ve o bitmek oluyor.
Bulmakla aynı kökten gelen Türkçe bilgi kelimesi de benzer bir bitiştirme ameliyesi. Birbiriyle irtibatlı şeyleri bağlayıp ilmek yapıyoruz ve ilişkilenen o şey bilmek oluyor. Bağlaç olan bile kelimesinin birleştirmek anlamındaki “birle” kökünden gelmesi gibi bilmek kelimesi de köksesin düşmesiyle geliyor dile. Hz. Ali’ye isnat edilen “İlim bir nokta idi, cahiller onu çoğalttı.” sözü bir de böyle Türkçe ile teyit oluyor.
1 Yorum