Günümüz müslümanının kendine ait olmayan bir düzende yaşadığını sürekli söylüyoruz. Müslüman kendine ait olmayan bu düzenle iç içe olarak “bir şekilde” yaşamaya çalışıyor. O, müslüman olmasının zorunlu bir sonucu olan “kendi yaşam biçimi”ni, içinde yaşadığı ve ona yabancı olan bu düzene bir şekilde “uyumlu” hâle getirerek yaşamakta/yaşamaya çalışmaktadır. Bütün problem ise burada başlamaktadır. Olması gereken; müslümanın kendine has ideal yaşam şeklini, kendine yabancı bir sistem ile uyumlu bir hâle sokması mıdır? Yoksa bu uyumlu hâle geliş de bir tür entegre oluş mudur?
“Değer ve inançlar içe dönük bir ideal ve özdeyiş tablosunda kalmaz, belli bir yaşama ve davranış biçimine dönüşmüş halde fiili ve âdeta elle tutulur bir gerçeklik kazanır.” diyor Sabri Ülgener. Ve bu cümle ile günümüz müslümanının “zihni yapısı”nın bozukluğu hakkında uzun uzun düşünmemiz gerektiğini de gözler önüne seriyor. Ülgener, “değer ve inançlar”ın yaşama ve davranış biçiminden bahsediyor. Soyut olan somutu yani fiili biçimlendiriyor. İnsan zihnen neye aitse fiili de ait olduğu yere göredir. Durum bu iken günümüz müslümanının hâli nedir? Mesela bazı âlimler, iman kavramının içine “amel”i de koymaktadır. Peki, imanın bir parçası olarak ameli yani, iş’i/“hareket”i düşündüğümüzde, günümüz müslümanın “amel”i yani hareketi nedir? Makine halini almış bu düzenin bir dişlisi olarak “hareket” ediyor olmak hakiki amel/hakiki hareket midir?
Shayegan gibi düşünürler günümüz müslümanının bilincini “yaralı” olarak niteler. Onlara göre müslümanlar ne tam müslüman ne de tam batılıdır, sonuç olarak zihinleri “yaralı”dır. Bu fikir elbette yabana atılacak mahiyette değil, müslüman dünyasının büyük ölçüde batı etkisinde olduğu düşünülürse, İslamiyet ile taban tabana zıt olan bu “medeniyet”in müslümanları etkileyişi elbette onların zihnini yaralayacaktı. Shayegan bu duruma örnek olarak şunu verir: İran’da son model -elbette Batılı bir devletin üretimi olan- bir arabaya biner İranlı, fakat trafik ışıklarına uymaz. Son model araba Batılı bir şeydir, fakat bunun gereği olan trafik ışıklarına uymamak batılıca bir iş değildir, bu ise bilincin “yaralı” olduğuna delalet eder. Tam olarak batılılaşamamıştır İranlı. Fakat kanaatimce, bu bilinç “yaralı” da olsa aslında, artık bir düzenin parçasıdır da. Dolayısı ile burada bu bilince “yaralı” olmamasının yanı sıra bir başka sıfat daha bulmak icap eder. Shayegan’ın verdiği örnekte müslüman trafik ışıklarına uymada problem yaşıyor olabilir fakat modern yaşayışın hızını ve kıvraklığını temsil eden “otomobil”in de sahibidir. Bu noktadan hareket ederek daha başka örnekler üzerinden gidebiliriz ve günümüz müslümanının bilincinin yaralılığı nitelemesine ek bir niteleme daha getirebiliriz. Müslümanlar, bir paket olarak niteleyebileceğimiz “site”lerde yaşamaktadırlar. Bu siteler, paket halinde içerlerinde park, bahçe, cami, okul, hastahane, kültür merkezi, alışveriş merkezi gibi mekânları da kapsar. Çevrenin âdeta bir oyun alanı halinde, her ihtiyacın karşılanabileceği mükemmellikteki bir yapaylık ile insana sunulması Jean Baudrilland’ın Amerika’sında da bahsettiği gibi, tipik bir Birleşik Devletler’e benzeyiştir. Bu noktada durup düşünmek zorundayız. Çevreden soyutlanmış fakat kendi kendine de yeten bir mekân burası. Müslüman mesleği her neyse parasını kazanıp, bu mükemmel mekâna gelecektir. Bu fotoğrafın can sıkıcı olan iki şeyi vardır: Bu kişinin müslüman oluşu ve bu site içerisinde bir câminin oluşu. Geriye kalan her şey birbiri ile uyumludur ve İslâm’a ve dolayısı ile müslümana yabancı olan düzenin parçasıdır. Durum böyle iken burada müslümanın hareketi, salt düzenin devamı içindir. Düzen tarafından hareket ettirilir müslüman, hep düzene paraleldir. İnsanların icra ettikleri fiillerin neye tekabül ettiğinin açıklamasının aslında zihin bağlantılı olduğunu söylemiştik, zihin ne ise fiil de o idi. Ve akabinde bazı âlimlerin imanın hakikileşmesinin bir şartının da amel olduğunu söyledikleri belirttik. Ben amelin müslümanın salt basit insani ilişkilerdeki “iş”leri/“hakeret”leri olduğu kanaatinde değilim. “Amel” daha başka, daha üst manâdaki “hareket”tir de aynı zamanda. Bu sebeple “amel” aynı zamanda düzene boyun eğmemek demektir, bu anlamda “eylemek” de demektir.
Ebu’l-a’lâ el-Mevdudî; İslâm’da Siyaset Anlayışı isimli makalesinde şöyle diyor: “Uzun peygamberler tarihi içinde bizim dikkatimizi en çok çeken nokta, ne zaman Allah’ın bu hizmetkârları “Allah’tan başka ilah yoktur” deseler bütün şer kuvvetleri onların aleyhine birleşir. Eğer bu, sadece insanlarda mukaddes yerlerde tek bir Tanrı önünde boyun eğmeye ve o yerler dışında hangi kuvvet varsa onlara boyun eğmek ve irâdelerini yerine getirmekte serbestçe hareket etmeye, davet manasına gelseydi, idâreci zümrelerin kendi sâdık teb’alarını, onların mevcut rejime bağlılıklarını hç bozmayacak böyle basit bir meseleden dolayı baskı altında tutulmaları büyük aptallık olurdu. Şu hâlde peygamberlerle onların muhâlifleri arasındaki anlaşmazlığın özünü araştırmak gerekiyor.” diyordu ve akabinde şu neticeye varıyordu Mevdudi: Sadece mukaddes yerlerde Allah önünde boyun eğmek değil her yerde Allah’a boyun eğmek gerektiğini söyledikleri için düşman ilân edilmiştir Peygamberler. İslâm’ın hayatiyet buluşu salt mukaddes yerlerde Allah’a boyun eğmek değil, mukaddes yerlerde ve zamanlarda Allah’a boyun eğmenin yanı sıra her mekânda ona boyun eğmek, temelinde ona boyun eğiş olan “hareket” ile hemhal olmaktır. Eğer bu manâdaki bir “eylemek”ten mahrum ise müslüman işte o vakit Ülgener’in eylem ne ise zihin de o’dur dediği zihin-eylem birliği hakkında ısrarla düşünmemiz gerekir. Müslümanın Allah’a boyun eğiş anlamındaki eylemi, salt mukaddes yer ve zamanlarda ise, hayatın diğer veçhesi olan aktif/değişitirici/dönüştürücü veçhesine intikal edemiyorsa bu durumda müslümanın “zihni” yabancısı olduğu düzeni çoktan kabul etmiş demektir. Bu sebeple Shayegan’ın “yaralı” bilinçli olarak nitelediği müslüman zihni aslında yaralı olmaktan ziyade, sistemi benimsemiş, sistemin “hareketine” kapılmış, “pasif” bir zihindir.
Feyza Yapıcı
1 Yorum