Davut Bayraklı, Sezai Karokoç’u kendi yayınevinde ziyaret etti.
***
Türk şiirinin yatağını değiştiren Sezai Karakoç’u gayet mütevazı olan Diriliş Yayınlarında ziyaret ettik. Üstat, dışardan gelip kendisini ziyaret edenleri Diriliş Yayınevindeki küçük ve sade odasında kabul ediyordu. Bizi de bu mütevazı odada, açık çay ikramında bulunarak kabul etti. İlk olarak bizim dışımızda iki kişiyle birlikte sohbet başladı. Kısa bir süre içinde o küçük ve sade oda doldu. Üstat Karakoç, Diyarbakır ve Ergani’yi anlattı. Detaylı bir Ergani tarihi aktarırken, kendi akrabalarının çoğunun artık bu ilçede yaşamadığını, büyük kısmının İstanbul’da ve Antalya’da yaşadığını söyledi.
Yayınevindeki sohbetten sonra Sezai Karakoç, haftalık konuşması için yola çıkmaya hazırlandı. Bu arada da biz, kendisine kitaplarından birkaç tane almak istediğimizi ilettik, ancak üzerimizde yeterli nakit çıkmayınca, “Önemli değil, olsa verirdin, bir katkın olurdu buraya. Madem yok, vermesen de olur. İstediğin kadar kitap alabilirsin.” dedi. Bu cümleleri duyunca bizim mahcubiyetimiz biraz daha arttı. “Sonra getirisin” bile dememişti üstat. “Canın sağ olsun, hangisini istiyorsan, kaç tane istiyorsan al.” demişti.
Gündoğmadan’ın 12. baskısını ve Çağ ve İlham’ın üç cildini alıp üstatla birlikte yol aldık.
Saat sekizde başlaması planlanan sohbet Karakoç’un rahatsızlığı sebebiyle ancak dokuzda başladı. Yaklaşık elli altmış kişi koltuklarda yerini almış ve Türk şiirinin bu en önemli simasının ülke ve dünya gündemine ilişkin değerlendirmelerini dinlemeye hazırlanmışlardı.
Sezai Karakoç, yıllardır düşünen ve üreten bir münevver kimliğiyle konuşmasına başlamıştı. Hadiselerin üç boyutu bulunduğunu, bunların, geçmiş zaman, şimdiki zaman ve gelecek zaman olduğunu ifade ederek, “Bunlardan bir tanesini gözden kaçırırsanız başarılı olamazsınız. Osmanlı Devleti bu üç boyuta da sahipti. Bir cami inşâ ettiği zaman 30 senede, elli senede yıkılsın diye yapmıyordu. Beş yüz sene, bin sene ayakta kalsın diye yapıyordu. Hatta camilerin temellerine altın koyuyorlardı ki, bir gün bu eserler yıkılırsa temele saklanan altınlarla yeniden yapılabilsin diye. Tabiî bunu öğrenen Moğollar, temelde saklanan altınları almak için camileri yıktılar. Mimar Sinan’ın türbesinin yakınında bazı şişeler bulundu geçmişte. Bu şişelerin içinde yazılar vardı. ‘Beş yüz sene sonra bu sütunlar yıkılacak, o zaman şöyle yapın’ diye talimatlar vardı.” dedi.
Sezai Karakoç, her alanda ilerde çıkacak problemleri düşünerek plan yapılması gerektiğini, çünkü devletin günlük planlarla yönetilemeyecek bir yapısının bulunduğunu düşünüyor. Bu yüzden de devleti yönetenlere küçük de olsa bir uyarıda bulunuyor ve bir de örnek model sunuyordu “Bir gün tarih önünde hesap vereceksiniz. Osmanlı Devleti, gerçekleştirilecek devlet yönetimlerinin en üstünlerinden birisiydi.”
Türkiye’de son yıllarda yaşanan terör sorununa da değinen Karakoç’a göre, ırk üstünlüğünün savunulacak bir düşünce olmadığını, ırkların bu milleti oluşturan birer iplikçikler olduğunu söyleyip şöyle devam etti: “Halı dokurken iplikçikler kullanırsınız. Halı bu iplikçiklerden oluşur. Ama sonuçta halı bitince, iplikçik iplikçiktir, halı da halıdır. İslam medeniyeti de işte inancı esas almış, ama ırkı esas almamıştır. Kur’an Arapçadır ama herkes Arapça öğrensin diye zorlamamıştır. Medeniyeti bir ırka dayandırmamıştır. Mesela Emeviler, Araplar üstündür demişler ancak İslam âlimleri bunu kabul etmemişlerdir. Emeviler de bu yönetim anlayışıyla ancak 90 yıl ayakta kala bilmişlerdir. Elbette ırklar birer realitedir fakat her şeyin esası gibi kabul edemeyiz onları.”
Sezai Karakoç, devletin dine hizmet ettiği için “kutlu” olduğunu ama “kutsal” olmadığını, bu iki kavram arasında da önemli bir ayrıntı olduğunu ve kutlu kavramını burada kullanabileceğimizi ancak kutsalı kullanırken de çok dikkatli olmamız gerektiğini ifade etti.
Sezai Karakoç’un yaklaşık bir saat süren konuşmasında aklımızda yer eden ve dikkatimizi üzerine çeken düşüncelerinden bazılarını sizlerle paylaşmak istiyorum. Konuşmasının sonunda inandığı doğruları yıllardır dile getirdiğini, bu yüzden de mahkemelere düştüğünü ve kaçak yaşamak zorunda kaldığını ancak yine de inandığı doğruları söylemekten vazgeçmediğini özellikle vurguladı. Yaklaşık elli yıldır yazan, üreten, düşünen ve çözüm yolları arayıp bulan ve bulduğu yolları da haykırmaktan korkmayan Sezai Karakoç’u can kulağıyla dinlemenin ne denli önemli olduğunu bir kez daha fark ettik.
İşte Sezai Karakoç’un konuşmasından bazı bölümler:
İslam Medeniyeti ve Batının İğfali
“Bizim medeniyetimiz İslam medeniyetidir. Avrupalı olmak batının iğfalidir. Tanzimat’tan sonra Avrupa’ya giden aydınlarımız bu oyuna kapıldılar. Devleti hem içten, hem de dıştan vurarak çökmesine neden oldular. Çünkü bir halkı ancak yöneticileri selamete ya da felakete götürür. Halk, pasiftir, kendi başına selamete ya da felakete gidemez, yapamaz bunu. Aydınları, kendi halkını felakete götürürse onu kurtaracak kimse kalmaz. Osmanlı Devletinde de tam olarak bu oldu. Aydınlar devleti felakete götürdü.”
Siyasetçi Günü Kurtarır, Aydın Düşünür Konuşur!
“Bundan kırk yıl önce yazdım Dicle-Fırat Federasyonu kuralım diye. Çünkü Suriye, Irak böyle yaşayamaz. İslam Barış Ordusu da kurulmalı. Sınırlarımıza koymalıydık bu orduyu. Çeçenistan’a veya gereken diğer yerlere yollamalıydık. Ben bunları söyledim ama bizim sesimizi duyurmadılar. ”
Cumhuriyet Kurulurken Bizi Kandırdılar!
“Büyük ülke büyük dert, Anadolu bize kalırsa rahat ederiz dediler. Daha Cumhuriyet kurulurken bizi kandırdılar. Benim bir şiir kitabımı bir Türkolog Arapçaya çevirmiş. Kendisine sordum ‘Kaç tane bastınız?’ diye. Beş yüz tane basmışlar. İki yüz milyonluk Arap dünyasında, beş yüz adet kitap basılmış yani.”
Kürt Meselesinin Temelinde Birleşme Yok, Kavga Var!
“Bugün Türkiye’de yaşanan Türk-Kürt meselesinin temelinde yatan sorun birleşme değil kavga sorunudur. İslam âleminde olan problemler çözülmeden kaynaklanıyor. Çözülme yerine birleşme olmalıydı. Birleştirme olursa totalde sorun da büyük olur belki ama çözüm de kolaylaşır ve ancak böyle çözüm üretebilirsiniz. Başka türlü olmaz.”
“Çıkış yolu uzun vadeli düşünmekten geçer. Arızî çözümlerin faydası yok. Geniş ufuklu düşüneceksiniz ve kararlı olacaksınız. Devlet kararlı hareket etmezse sorunu çözemez; çözüm üretemez. Kürt meselesinde elinizin altındaki mahkûmla pazarlık yapamazsınız. Bu kadar düşemezsiniz. İllegal örgütle asla pazarlık yapamazsınız. Daha öncekiler ‘3 buçuk adamdır, öldür kurtul’ dediler. Devlet illegal yoldan mücadele etmez.
Batı Medeniyeti, Dünya Medeniyeti Olamadı, Olamayacak da!
“Batı medeniyeti, medeniyet olarak Avrupa’yı aşamaz. Bu medeniyetin kökünde Batılılık yatar. Az da olsa, çok da olsa Batı medeniyetinin kökünde Hristiyanlık vardır. Bunun yanında üstün ırk düşüncesi de vardır ve bu düşünce de aşağılık kompleksinden kaynaklanır. Bu yüzden Batı medeniyeti, dünya medeniyeti olmadı hiçbir zaman, olamayacak da. Eğer bir dünya medeniyeti olacaksa bu İslam medeniyeti olmalıdır. Eğer bir dünya dili olacaksa bu Türk dili olsun, Arap dili olsun. Eğer bir yazı olacaksa bu, bizim yazımız olsun, İslam harfleri olsun. Buna lâyık mıdır? Lâyıktır. Biz İslam harflerini bıraktık Latin yazısını aldık, büyük bir yanlış yaptık. Türki Cumhuriyetlere de bu konuda kötü örnek olduk.”
3 Yorum