“Seçtiyse Hep Birini Seçti İnsan Kötü Şıklardan”

İnsanoğlunun modern zamanda seçtiği en tahripkâr şıklardan biri de “Medeniyet” olmuştur. Kavram 19. yüzyılda ortaya çıkan, Arapça kökenli Türkçe bir kelimedir. Şehre ait, şehirli anlamındaki “medenî” kelimesine ca’lî mastar eklenerek türetilmiştir ve Arapça’da yeri yoktur. Bunun yerine, bu kavrama en yakın anlamda kullanılabilecek kelime “temeddün” olup, ilk kez 11. yüzyılda Biruni tarafından kullanılmıştır. Fakat Biruni’nin kullandığı bu terim ile 19. yüzyılda icat edilen medeniyet kavramı arasında doğrudan bir bağlantı kurmak mümkün değildir. Çünkü bağlam ve içerik açısından birbirinden çok farklı anlam/değer dünyalarına sahiptir.

Öte yandan Avrupa’da “civilisation” terimi 18. yüzyılda gelişirken, medeniyet kavramı daha sonra, 19. yüzyılda şekillenmiştir. Bu kavram, Batı dünyasındaki sosyal ve teknik gelişmelerin bir yansıması olarak ortaya çıkmış ve zamanla Avrupamerkezci bir anlayışla dünya genelinde kullanıma girmiştir. Bilindiği üzere Avrupa’nın ilerleme ve uygarlık anlatısıyla şekillenen bu kavram, Batı medeniyetinin sosyal ve teknik üstünlük iddiaları üzerinden varlık kazanmıştır ve bu çerçevenin ötesinde bir anlam yüklemek kavramın tarihsel ve sosyolojik doğasına da aykırı olacaktır. Dolayısıyla medeniyet kavramını bu bağlamın dışında anlamlandırmak ve farklı bir içerik kazandırmak kaçınılmaz olarak bu daireye hapsolmak anlamına gelir.

Kavramın söz konusu aykırılığı, Batı’da toplumların sınıflandırılmasında kendini net bir şekilde gösterir. 18. ve 19. yüzyıllarda insanlar, dini terminolojinin dışına çıkılarak “vahşi, barbar ve medeni” şeklinde kategorize edilmeye başlanmıştır. Civilisation kavramı, Batı’nın kendi gelişim çizgisini evrensel bir norm olarak kabul etmesinin ve haliyle diğer toplumları bu çizgiye göre sınıflandırmasının bir sonucudur. Bununla beraber barbarlar yarı medeni olarak görülebilirken, vahşi halklar tamamen medeniyet dışı kabul edilmiştir. Bu bağlamda medeniyet kavramını benimsemek, dolaylı olarak bu ayrımları ve hiyerarşiyi de kabul etmek anlamına gelir.

Medeniyet/civilisation ötekilerden üstün olmayı ifade eder ve bir ayrıcalığın işareti olarak kabul edilir. Bir Müslüman açısından bakıldığında “öteki” kavramı eğer vahşi, barbar ya da kırsal bir karakterle ilişkilendirilmiyorsa, “medeni-şehirli” ayrımına da ihtiyaç duyulmaz. İslam düşüncesinde şehircilik ve sosyal yaşamın düzeni, ahlak ve adalet üzerine kurulu bir toplumsal düzen ile ilişkilidir. Teknik ilerleme ya da şehirli olmak, Batı medeniyetinde olduğu gibi üstünlük işareti olarak görülmez. Bu nedenle “civilisation” kavramının anlam dünyası, İslam’ın toplumsal adalet ve insani değerlere dayalı yaklaşımıyla da örtüşemez.

Bu kavramın Batı tarafından icat edilmesi ve Batı’nın kendisini bu kavramın tek temsilcisi olarak görmesi, aslında ne kadar manipülatif ve kendi üstünlüğünü kabul ettirme amaçlı olduğunu gösterir. Müslüman entelektüellerin bu kavramı olduğu gibi kabul ederek farklı renge boyama çabası ise güneşi balçıkla sıvamak olduğu gibi; bu kavramı ve ona dayalı türetilen diğer kavramları kabul etmek Batı’nın bu meşruiyet anlayışını ve dayattığı dünya görüşünü de kabul etmek demektir.

Genel hatlarıyla Avrupa medeniyet tarihine aşina olanlar, Avrupa’nın doğal kaynaklar ve coğrafi avantajlar bakımından diğer kıtalara göre dezavantajlı olduğunu bilir. Sömürgecilik ve işgal konusundaki pratik zekâları ve teknolojik ilerlemeleri sayesinde dünya üzerinde üstünlük sağladığı konusunda da hemfikirdirler. Bu hususu, yani Avrupa’nın sömürgeci politikalarını, dünyanın geri kalanını keşfetme faaliyetlerini, bilim ve teknoloji yoluyla diğer kıtalar üzerindeki tahakkümünü ve doğanın en güçlü unsurlarını dahi kontrol altına almalarını kendi filozof ve bilim adamları da vurgulamıştır.

Bu gelişmeleri “medeniyet” olarak tanımlayan bir yapıya karşı üstünlük yarışına girmek ve “medeniyetin ne olduğunu” göstermek arzusu, benzer faaliyetlerin tekrarı anlamına gelir. Misal, dağları delerek tüneller yapmaya ihtiyaç duyacak bilinç erozyonu başladıysa -ki bu faaliyet küresel ticaret ağının kaçınılmaz dayatmasıdır- o halde dağları delecek makineleri üretmeye ve bununla öğünmeye de hakkınız var demektir. Böylece muasır medeniyetler seviyesine daha da yaklaşarak medeniyetin underground üyesi olmaktan kurtulabileceğinizi zannedebilirsiniz.

Gerçek şu ki Avrupa evrenselciliğini “ahlaki ideler” ile aşmak mümkün gözükmüyor. Çünkü bu sistemin temelleri ağır sanayi ve tahakküm yani vahşilik üzerine kurulu. Medeniyet kavramı Avrupalı olmayan toplumlar açısından anlamlı ve işlevsel bir tarihe de sahip değil. Bu yüzden, kavramın karşısında olanlardan alternatif bulmalarını istemek doğru olmaz. Neticede aleyhte olanlar yalnızca kavramı değil, onun dayandığı anlam/değer dünyasını da oradaki gelişmeleri de reddediyorlar; kavramın anavatanındaki tüm sosyal ve teknik gelişmeleri medeniyet olarak görmekle beraber, kendi zihin dünyalarındaki tahayyülleri bu kavramın çağrışımlarından uzak tutmaya çalışıyorlar. Bu durumda, alternatif kavramlar üretilmesi gerekiyorsa, bunu ancak kavrama kendi maksatlarına göre anlam yükleme kolaylığına kaçanlar yapmalıdır. Son olarak İsmet Özel’in dediği gibi “medeniyet istemiyoruz, doğru; ama onun kadar tahripkâr olan bir karşı iddia da istemiyoruz.”

 

İbrahim Orhun Kaplan

 

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • Barbar Conan , 09/09/2024

    ”Coğrafya kader ortadoğu kederdir” sözü kesinlikle bu yazıda sözü edilen medeniyet fikircilerinin maipülatif , gerçek dışı , bir okadar da aşağılacı bir tanımıdır. Hepimizin bildiği üzere ortadoğu”gerçek medeniyetin” membaı , beşiğidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir