İnsan, çok farklı şekilde ve her seferinde bir başka sıfatı öne çıkarılarak tanımlanabilir. Bu tanımlardan biri de tekâmül eden bir canlı olmasıdır. Hatta geleneğimizde insanın dünyadaki amacının cemali görmek, kemali bulmak ve rızayı devşirmek olduğu söylenir. Tekâmül, olgunlaşma, gelişme ve kemal bulmayı ifade eder. Süreç dâhilinde kişinin dairesini tamamlaması, eksikliklerini gidermesi ve böylece tamlığa ulaşmasıdır. Doğumla başlayan tekâmül, ölümle sonra eder. O halde insana bahşedilen hayat aslında bir tekâmül imkânıdır. Bu meseleyi Salih Mirzabeyoğlu şöyle açıklar: “‘İnsani hakikat’e nispetle, erkek veya kadın olabilmenin şartlarına sahip olarak dünyaya geliyoruz; olabiliyoruz veya olamıyoruz. İslâmî manada tekâmül, topyekûn varlığın insan için ve insanda tükenmesi, insanın da Allah’ta tükenişi olarak, insanın varlıkla Allah arasında Berzah-Köprü olmasıdır. Bu mananın başında, topyekûn insanlığa Berzah-Köprü olan Allah’ın Sevgilisi var; sonra nebiler ve derece derece insanlık.”
Her varlık, var olması sebebiyle bir aynadır. Ayna, karşısında durana kendini gösterir. İnsan ise yaratanının sıfat ve isimlerini kendinde tecelli ettiren bir aynadır. Bu manada en kâmil ayna Peygamber Efendimizdir. (s.a.v.) Suretler manaların ortaya çıkış sebebidir. Suret yoksa manaya da ulaşılamaz. İnsanın varlığa çıkması aslında Hakk’ın bilinir olmasını sağlamış ve böylelikle insan Allah’ın halifesi kılınmıştır. Salih Mirzabeyoğlu; “İnsanlık, Allah’a halife olma mertebesidir. Allah’ın halifesi olan herkes bu mertebeyi ve ismi hak eder. Halife, halifesi olduğu kimsenin özellikleriyle gözükür; bu sebeple beşer türünün her ferdi halife olmadığı gibi, şekil yönüyle insan desek de, insanlık mertebesini hak etmiş bir insan de değildir.” İnsan olmak bir mertebedir ve gayret sonucu elde edilir. Herkes öncelikle beşer olarak doğar ve insani hakikate yaklaştığı oranda insanlaşır. Tekâmülünü gerçekleştirmedikçe beşer olarak kalır. Bu ise bir kişinin kendine yapabileceği en büyük zulümdür. Zira geleceğe kurulu bir saat hükmünde olan insanın yerinde sayması, aklen ve fikren ilerlememesi ve de süfli zevklerde en değerli sermayesi olan zamanını çarçur etmesi insanlıktan uzaklaşması demektir. Burada bir tespit yaparak gençliğin en büyük sorununun gayesizlik olduğunu ve bir filozoftan ilhamla ölmek için sebebi olmayanın yaşamak için de nedeni olamayacağını söyleyebiliriz. İdealsizlik başıboşluk, rüzgârın savurduğu yöne doğru gitmek ve dengesizlik demektir. Ve bütün bu sorunlar ise gençlik döneminde çözülmezse kalıcı hale gelip beşerden insanlık mertebesine geçmeye engel olur.
Mirzabeyoğlu ideali, eşya ve hadiseler üzerinde kendi nakşını görmek isteyen bir fikrin belirttiği hasret, iştiyak, hayal ve plan olarak tanımlar. Her idealin bir gaye olduğunu ama her gayenin ideal olmadığını, gayelerin aşağı düşebilirken, ideallerin düşmediğini söyler. İnanılan şey ve bağlanılan fikrin, daha ilerisini, ötesini fethettirmek için insana bir basamak üstünün, bir ufuk sonrasının cezbesini aşıladığını belirtir ki işte ideal olan da budur. Bu cezbe kara sevdaya ve divaneliğe kadar gider. İdealinin kara sevdalısı ve divanesi olmayanlardansa hiçbir şey beklenmediğini söyler. Ona göre beş vakit namazını, çalıştığı dairenin yoklama defterini imzalarcasına eda eden hissiz bir Müslüman idealist olmaktan uzaktır. Burada sadece alışkanlıkların köleliğinden bahsedebiliriz.
Gençlik dönemi kişinin ideallerini belirlediği dönem olmalıdır. Ama modernizmin bir sonucu olarak etrafımızı saran değişim rüzgârı insanları sebat etmekten ve olduğu yerde derinleşmekten uzaklaştırmaktadır. Artık gençlik herhangi bir işe ya da fikre yıllarını verip meyvesini yemek yerine değişimin rüzgârına kapılarak anlık heyecanlar üzerinden günlerin doldurmaktadır. Bu sebeple modern çağ “sabır” kavramının anlamını kaybettiği bir dönemdir. Savaşların bile canlı yayında izlendiği çağımızda idealler yerini hiçbir şeyi önemsememeye bırakmıştır. Mirzabeyoğlu “Siyasi, idari, ictimai, iktisadi, harsi, terbiyevi, ilmi, inzibati, ahlaki ne kadar dava varsa ‘elân-hamle’ kudretini ideal cezbesinden alır ve hiçbir iş şubesi, onsuz, ileriye tek bir adım atamaz” derken gençliğin sorununu da işaret etmiş olmaktadır. İdeal cezbesine tutulmamış bir yürek ister istemez tutunacak bir dal bulacaktır. Ve bu dal da kişinin tekâmülünün önündeki en büyük engellerden biri olacaktır.
İdeale ulaşmak için öncelikle kişinin sağlam bir itikada sahip olması gerekir. Çünkü itikat köktür, fırtına ve kasırgaya karşı tutulacak en sağlam kulptur. Mücerret inanma keyfiyeti olarak tanımladığı itikadı Mirzabeyoğlu “İnsanoğlunun, perdelerini açmak üzere geldiği kâinatta ulvi manalar ve üstün gerçekler manzumesini doğrulama ve benimseme şuuru” olarak açıklar. İmanı ise bu manzumenin merkezi mana noktasına bağlanma duygusu… İnsanın dünyaya gelişinin bir hikmeti de keşf de gizlidir. İnsan kendisine verilen merak sayesinde kâinattaki perdeleri açıp arkasında ne olduğuna baktığı gibi idrakindeki perdeleri de kaldırıp bir üst idrak seviyesine ulaşabilir. Buna da tekâmül etmek denir. Bu tekâmül esnasında pergel gibi bir ayağı sabit diğeri ise son derece özgürdür. İşte o ayağın sabitesi itikattır. Zira diğer ayak keşf gücünü sabit ayaktan alır. Sabitenin olmaması ise insanın değişim modasına kapılmasına kendine sürekli sabit bir yer ararken yıllarını geçici duraklarda heba etmesine sebebiyet verir.
Gençliğin ideali aksiyona döndürmek ve aksiyonu idealleştirmek gibi zorların zoru bir işi gerçekleştirmeye memur ve mecbur olduğunu söyleyen Mirzabeyoğlu, bunu başarabilmek için iki müessire ihtiyaç olduğunu söyler: Ruh ve onun emrindeki kol. Buradan insanın ruhen tekâmül etmedikçe kol kuvvetinin nefsinin elinde olacağı ve bu sebeple de geçici ve faydasız işler ve gayelerle ömrünü boşa geçireceğini ifade edebiliriz. Çünkü her bir işe manasını veren arkasındaki fikirdir. Mirzabeyoğlu, şu benzetmeyle konuyu açıklar: “Her oluşa hâkim kanun olarak, belirtebiliriz ki, suyun oksijen ve hidrojeni gibi, fikir ve hareket cevherlerinin birleştiği yerde gökler bir anda suyla dolar ve yeryüzü feyzle taşar.”
Sulhi Ceylan
Kaynak: Mostar Dergisi, 181. sayı
1 Yorum