Müslüman düşünürler arasında, medeniyet kavramı üzerinden fikir üretenler olduğu kadar bu kavramın karşısında yer alanlar da söz konusu. İki tarafın da kendince haklılık payları var. Çünkü bu kavram ancak anlam yüklenerek anlaşılabiliyor ya da daha doğru ifadesiyle anlamı çarpıtılarak. Herhangi bir şeye anlam yüklenildiği takdirde, o şeyin gerçekliğini sınırlandırmış oluyoruz. Bundan dolayı yapılacak her türlü eleştiri bu sınırı aşmak anlamı taşıyor. Çabam, sınırları zorlayarak gerçeklik perdelerini aralamak olduğu kadar, ortalığı tozu dumana katarak kenara çekilmek olduğundan medeniyet kavramı üzerine yapılan eleştirilerden bahsedelim istedim. Aslında bu yazıya başlarken “Türk’ün Eni Türk’ün Boyu” yazısına gelen itiraza dair kapsamlı bir cevap hazırlamayı umuyordum. Fakat işler istediğim gibi gitmedi. Ben de rüzgâra kapılmış oldum. Dolayısıyla söz verdiğim o yazıyı bir süre daha ertelemiş bulunuyorum.
*
İsmet Özel ve Bedri Gencer’den örnekler vermek mümkün. Fakat bu eleştiriler, medeniyet kavramına yüklenen anlamlar değil, bizatihi kavramın kendisinedir. Çünkü verilen anlamlar genellikle mutabık kaldıkları türden. Mesela İsmet Özel, medeniyet dendiğinde anlaşılan iki anlamdan bahsederek, Müslümanların bu kavramı niçin benimseyemeyeceğini ortaya koyar. Ona göre bu kavramdan maksat, insan eliyle icat edilen kurumları ve o kurumların felsefi arka planını sürdürülebilir kılmak ise bu inancı gereği yanlıştır. Çünkü genellikle insanın kendi elleriyle ortaya çıkardığı kurumlar vahyin aleyhinde bir düzen meydana getirir. Bu sebeple de o yapılardan doğacak anlam/değerler Müslümanın zihin dünyasıyla çelişkilidir, kabul edilemez. Özel’e göre eğer medeniyet denildiğinde İslami bir yaşamın tesisi ve muhafazası anlaşıyor ise bu sefer de bu kavramı kullanmayı abes bir iş olarak kabul eder. Çünkü bir başka ifadesinde, Müslümanın hem bireysel hem de toplumsal hayatını İslam esaslarına göre yeniden ayarlaması gerektiğinde, göstereceği faaliyet, “araçlara bağlanma (medeniyet) mücadelesi” olarak değil, “araçları aşma (siyaset)” mücadelesi şeklinde tezahür etmelidir.
En yalın haliyle Özel’e göre medeniyet, insanın kendi aklıyla ortaya koyduğu ilkeler, ahlaki tanımlar, hukuksal formlar ve siyasi örgütlenme biçimlerinin toplamıdır. Dolayısıyla Müslüman, bu unsurları inancı gereği dönüştürmek durumundadır. Bu faaliyet ise medeniyetin başka bir ifadeyle ilerlemenin önündeki en büyük engeldir. Bilindiği üzere insanlık olarak modern çağdan itibaren ilerleme fikriyle hareket ediyoruz. Yani kötülükten-iyiliğe; zayıflıktan-güce, bağımlılıktan-özgürlüğe (ilerleme unsurları çoğaltılabilir) doğru yol alma düşüncesiyle hareket ediyoruz. Bunu zihnen kabul etmesek de eylemlerimizle bu düşüncenin izindeyiz.
Maruz kaldığımız bu sistem için Özel’in medeniyet eleştirileri ya bu deveyi güdeceğiz ya da bu diyardan gideceğiz şeklinde sığlık taşımıyor. Yukarıdaki tanımlamalara göre medeniyeti istemediğini dile getiren Özel, öbür taraftan onun karşısında en az onun kadar tahripkâr olan bir karşı argümana saplanmanın da karşısındadır. Burada bir orta yol tutturmanın zaruriyetinden bahsederek şu şekilde bir çözüm sunuyor: “Kur’an ve Sünnet’e bağlanmakla sağlıklı bir yaşama biçimine varılabileceğine inanıyoruz. Medeniyeti karşımıza bir olgunluk derecesi olarak çıkarıyorlarsa, biz bu olgunluğa medeniyetin kuramlarına köle olmadan yani Allah’ın çizdiği sınırlar içinde karar kılarak varılabileceğini söylüyoruz.”
Medeniyet bahsinde aktarmam gereken bir nokta daha var. İsmet Özel’in, İbn Haldun’un “Medeniyet” hakkında yaptığı tahlili aktararak, kendi düşüncelerini netleştirdiğini görüyoruz. Özel’in İbn Haldun’dan aktardığı ifadeler şöyle: “…devlet tebaasından para toplar, bu paraların yüksek memurlarına ve ricaline sarfeder ve bağışlar. Devlet ricalinin ve memurlarının paradan ziyade şeref ve mevkileri sayesinde halleri ve yaşayışları genişler. Bu suretle paralar tebaadan alınarak devlet ricalinin ve memurlarının geçinmeleri için sarfedilmiş olur. Bunlar şehir ahalisi ile alış-verişte ve münasebette bulundukları için bu paralardan şehir ahalisi de istifa eder. Şehir ahalisinin şehirde çoğunluk teşkil ettiği bellidir. Bunun bir sonucu olarak şehir ahalisinin servetleri artar. Paralar ihtiyaçlarından fazla arttığı için bolluk ve tekellüflü hayatın ihtiyaç, itiyat ve çeşitleri de o nispette fazlalaşır ve bunun tesiri ile her çeşit sanayi artar ve tekâmül eder. Kültür ve medeniyet işte bundan ibarettir.”
Özel, İbn Haldun’un bu tanımlamasını tam da medeniyetin İslam ile çelişmeye başladığı nokta olarak görür: “Dikkat edilecek olursa medeniyetin getirdiği yapı içinde veyahut tam tersine medeniyete varan yapı içinde her çeşit sanayiin artıp gelişmesine sebep olan yol ve yöntemler, hiçbir şüpheye yer bırakmayacak kadar belirli bir biçimde gayr-i İslami’dir. Üstelik medeniyetin insanlara sunduğu toplum yapısı Kur’an’a muhaliftir. ‘Ta ki (bu mallar) içinizden (yalnız) zenginler arasında dolaşan bir devlet olmasın.’ (59/7)”
Tüm bu ifadelerden anlaşılacağı üzere medeniyet dendiği zaman ilk akla gelenler düzen, tertip, hayatın daha yaşanabilir araç gereçlerle donatılması, sağlık, ulaşım, eğitim gibi araçların insana yaraşır şekilde varlık kazanması gibi şeylerdir. Yüzeysel olarak aktardığım İsmet Özel ve Bedri Gencer, eleştirileriyle medeniyetin olduğu şekliyle anlaşılmasına ve Müslüman bilincin hangi kavramlar üzerinden düşünmesi gerektiğine dikkat çekerler.
***
Yaptığım çalışmalar neticesinde fark ettim ki, Avrupamerkezcilik eleştirisi olarak yazdığım tez için ya da uzantıları olan diğer ilgi alanlarıma dair takip ettiğim literatür başlı başına Batılı yazarlara ait. Bu metinleri okudukça Türk düşünürlerin itirazları ve eleştirilerindeki özgünlüğün eksikliği daha da belirginleşiyor. Müslüman düşünürlerin birçoğu Batılı yazarların eleştirilerine yaslanarak fikir üretmek durumunda kalmış. Tabii gerekçesi, Batılıların medeniyet ile icat ettikleri dünya sisteminin ilk kazığını yine kendilerinin yemiş olmasından. Bunun verdiği acı, bilinçlerinde bir azaba dönüşmüş durumda. Nasıl ki, onların dünyasına ansızın (mı acaba) dâhil edildiysek yine aynı şekilde onların rahatsızlıkları nedeniyle bu rüyadan uyanmanın mahmurluğuna maruz kalıyoruz.
Doğal olarak onların içerden yapmış oldukları eleştirilerden beslenmemiz ve kendi fikrimizce süslememiz kaçınılmaz. Bu olumsuz bir durum teşkil etmez denilebilir. Fakat bizi nesne olmaya mahkûm eder. Medeniyetin kendisini kuranlarca yıkıma uğratılmasındaki mücadeleye ortak olmamız da bir anlam ifade etmez. Çünkü yerine geçecek olan sistem yine yıkımı gerçekleştirecek olanlarca tertip edilecek. Bu açıdan esen rüzgâra kapılmadan daha disiplinli bir zihinsel faaliyete dayanmaktan başka çıkar yol gözükmüyor. Bedri Gencer bu noktada oldukça mühim bir görevi yerine getiriyor diyebilirim.
İsmet Özel’in işaret ettiği tutarlı yaşama biçimlerinin teorik arka planı, Bedri Gencer’in hem makaleleri hem de kitaplarıyla daha anlaşılır, güçlü bir zemine kavuştu. Gözlemlediğim kadarıyla da yukarıda bahsettiğimiz şekliyle develerin güdülmesi ya da diyarın terkedilmesi gibi bir sığlığa düşmeden daha rahat hareket alanları açarak okurlarına teklif sundular.
***
Medeniyet konusunda Gencer’in ifadelerine de değinmek gerekiyor. Gencer, yazının girişinde bahsettiğim üzere medeniyet kavramını benimseyen Müslüman düşünürlerin “Biz aslında medeniyet ile sünneti kasd ediyoruz, sünnete medeniyet desek ne olur” gibi gerekçelerinden bahisle, “Ben aslında kaşık derken çatalı kasd ediyorum; kaşığa çatal desek ne olur, sonuçta ikisi de ağıza götürülüyor” şeklinde abes bir argüman olduğunu dile getirir. Bir başka ifadesiyle medeniyet, hikmet ve sünnet gibi kavramların öncelenmesini, benimsenmesini ve davranışların bu iki kavram üzerinden domine edilmesini engelleyen bir anlama da sahiptir. Nitekim ona göre, modern çağın anlam uzayındaki yansımaları karşısında sürdürülen medeniyet ısrarı, “sahâbe-i kirâm rıdvânullâhi ‘aleyhimin Medine-i Münevvere’ye “Dâru’s-Sünne” lakabını vermesinden anlaşılacağı gibi, Müslümanlar için asıl ideal olan sünneti gölgelemektedir.” Bu bahiste Gencer’in medeniyet yerine “sünnet” kavramının teorik olarak çağrışımlarının yegâne unsur olduğu dile getirmesi bir çözüm olarak düşünülebilir. Tabii ki bu düşünce, yalnızca Müslümanlar açısından değil, Batılı birçok düşünür tarafından da anlamlı bulunan bir şeydir. Marshall Hodgson’un eserlerinde modernizmin ve medeniyetin insana sunduklarına karşılık, Müslümanların sahip olduğu değerlerin daha kuşatıcı olduğuna dair birçok ifade geçer.
Gencer, Türk modernleşmesi üzerinden de tartıştığı medeniyet kavramını modernliğin dini olarak tanımlar. Bu tanım, İsmet Özel’in ifadeleri ile aynı bağlamda düşünülebilir. Modernleşmeyi esas olarak kabul eden Müslüman aydınlar, bu kavram üzerinden bir zihin dünyası oluşturmaya başlamışlardı. Fakat içine girdikleri kavramın hâline bürünerek ikircikli bir duruma düşmekten kurtulamadılar. Bu durumu ne şiş yansın ne kebap diyerek özetlersem hata etmiş olmam. Gencer’e göre bu çelişki ve çırpınış hâli Müslüman aydınları bir kültür savaşına girmeye mecbur etmişti. Bu savaşı ise medeniyeti İslâm’a mal etme çabası olarak görür. Kısacası rüzgâr, karşı koyulamaz biçimde Batı’dan esmiş, buna gösterilen reaksiyonla Müslüman aydınlar uyum sağlamanın yollarını aramışlardır. Aynı rüzgâr aksi yönde esmeye başlayınca yine aynı düşünce dünyasına sahip kimseler “evet, evet bizde ilerlemenin karşısındayız” demeye başlamıştı.
Ne demişler, anası kızına taht kurar, kız bahtı kocasında arar.
İbrahim Orhun Kaplan
İlgili Yazı Dizisi
1. Avrupamerkezcilik Nedir? – İbrahim Orhun Kaplan
2. Güneş Batı’dan Doğar – İbrahim Orhun Kaplan
3. “Türk Kılıcı Şimdi Başımızın Üzerinde Asılı Durmaktadır” – İbrahim Orhun Kaplan
4. İsabel Değilim Hiç Olmayacağım! – İbrahim Orhun Kaplan
5. “Türk’ün eni Türk’ün boyu” – İbrahim Orhun Kaplan
6. Tarih Bilinciyle Orkestra Şefi Olmak – İbrahim Orhun Kaplan
1 Yorum