“Gregor Samsa bir sabah huzursuz düşlerinden uyandığında kendini yatağında kocaman bir böceğe dönüşmüş buldu. Panzer gibi sert sırtının üzerinde yatıyordu ve başını biraz kaldırdığında tepesinde, yorganın neredeyse kaymak üzere olduğu kubbe gibi yuvarlak, kahverengi, yay biçiminde sert çizgilerle boğum boğum olmuş karnını gördü.” Kafka, Dönüşüm kitabına bu cümlelerle başlar.
Aynı şekilde yazar, Dava romanına da böyle başlar ve bu üslup daha sonra Kafkaesk olarak adlandırılır. Sinir bozucu olayların sebepsiz yere ortaya çıkmasını, çaresizlik ve korkuyu, şüpheli ve kaygılandırıcı halleri ve sonuç olarak saçma durumları anlatan Kafkaesk kavramı zamanla edebiyatta yerini alır.
Bürokrasinin içinde kaybolmuş, düştüğü durumu anlamlandıramadığı gibi çıkış yolunu da bulamayan insanları anlatır Kafka. İnsanlar, sistem içinde sadece bir figürdür. Kendileri olmaları ve hatta düşünmeleri istenmez. Önemli olan insanın sistemin içindeki yeridir. Ve biri görevini terk ederse sistem tarafından cezalandırılır ve bu cezayı hak ettiğine de kişi inandırılır. Kısacası Kafka’nın asıl üzerinde durduğu konu insanın yabancılaştırılmasıdır.
“Yabancılaşma” kavramı sözlüklerde “kendinden geçme, benliğinin dışına çıkma” olarak tanımlanır. İnsanının benliğinden, çevresinden ve emeğinin ürününden uzaklaşması yabancılaşma ile ifade edilir. Bireyin hayatının kontrolünü kaybettiğini anlatır. İnsanların birbirlerinden uzaklaşması da cabasıdır. Dolayasıyla yabancılaşma bir değişim ve dönüşümü anlatır ki Kafka’nın kitabına Dönüşüm (Die Verwandlung, Metamorphosis) adını vermesi de manidardır.
Yabancılaşmanın kökünü çok çok geriye götürebiliriz ama biz günümüzü anlamak için Sanayi Devrimine yoğunlaşmalıyız. Teknolojinin gelişmesi ve hayatlarımızda yerini alması, seri üretim gibi yenilikler zamanla insanda yabancılaşma sorununu ortaya çıkarmıştır. Çünkü doğaya hükmedeceğini sanan insan zamanla teknoloji tarafından tahakküm altına alındı, ya da köleleştirildi. İnsan kendi emeğinin kölesi haline geldi.
Yabancılaşan insan, zihni ile kendi arasına bir mesafe koyar. Fıtratından uzaklaşır. Şeriati bu yabancılaşma durumunu şöyle ifade eder: “Makinenin insanın insanlığına müdahale etmesi sonucunda ortaya çıkan ve insani yaratıcılığı yok ederek, insanın kendisine, diğer insanlara ve çevresine karşı duyarlılığını yitirmesine yol açan bir süreçtir. Bu durumu teşvik ederek insanın yabancılaşmasının boyutlarını artıran şey ise; tüketmek için var olmak, var olmak için tüketmektir.” Sonuç ise iletişimde zorlanan, erdem ve faziletten uzaklaşan, ayrıntıyı büyülten, kendini anlamlandıramayan ve kendini insan olarak değil bir nesne durumunda gören insanlar çoğalmasıdır.
Durumun en vahim tarafı ise bu yabancılaşmanın her geçen gün artmasıdır. Gelişen teknoloji, rekabet ortamı kişinin kendini hız ve hazza bırakmasına sebep olmakta ve bu durum ise insanın kendini ifade etmesini, kabiliyetlerini ortaya çıkarmasını ve meyillerini beslemesini engellemektedir. Sonuç ise adeta robotlaşmış, sadece alacağı ücrete bakan, iş yeri ile duygusal bir bağ kurmayan insanların her geçen gün kendilerini yok edişleridir.
Yabancılaşma sonucu kişi kendini değersiz ve güçsüz hisseder. Davranışlarının arkasındaki sebebin farkına varamaz. Kendini nesne olarak gördüğü için diğer insanları da nesneleştirmek ister ki bu da sistemin sürekli devam etmesini sağlar. Dolayısıyla insanın insanla ilişkisi nesnenin nesneyle ilişkisine evrilir.
Sözün özü, insan radikal kararlar alıp uygulamadıkça, başkalarının ne dediğine değil kalbinin sesine kulak vermedikçe, toplumsal baskıları reddedip fıtratına kulak kesilmedikçe her geçen gün canlı bir cenaze halini almaktadır. Hâlbuki her insan doğduğunda özgürdür. Ama bu özgürlüğü sürekli kılmaz ne yazık ki günümüz için neredeyse imkânsızdır.
Sulhi Ceylan