Karl Marx’ın Tarih Felsefesi

Refah, Özgürlük ve Biraz Huzur: Evrensel İlerleme

Avrupa evrenselciliğinin hem yeryüzünde hem de gökyüzünde hâkim kılınması için gerekli koşullar, tarih felsefeleri aracılığıyla şekillendirildi. Kant ve Hegel gibi düşünürler marifetiyle tek geçerli yasa haline getirilen “tarihte ilerleme” ve “evrensellik” düşüncesi, insanlığın Tanrı’ya ve doğaya karşı meydan okuyabilmesi için biçilmiş kaftandı. Bu hedefin ulaşılmaz gibi gözükmesi, insanlığın evrensel bir ilerleme ve gelişme sürecinde olduğuna dair inancı pekiştiriyor ve böylece bu ilerlemenin kaçınılmaz olduğu fikrini saplantı haline getiriyordu.

Ancak bu ideolojik yapı, kısa sürede doğanın tahribatına ve sermaye ile üretimin tekelleşmesine yol açtı. İnsanların kölelik ve sömürü düzeninden yaka silktiği bir dönemde, özgürlük adına mücadele etmek için ortaya çıkanların büyük bir hayal kırıklığıyla sistemin ateşini harladığı görüldü. Sanayi devrimi, bir rüya haline gelen insanlığın ihtiyaçlarını karşılama amacından saptı ve sınırları zorlamaya başlayarak ihtiyaç dışı üretimi teşvik etmek için kullanılan bir araç haline geldi. Bu süreç, sanayi devinin iştahını kabartmakla kalmayıp doğanın dengesini bozacak yeni sıçramalara neden oldu.

İnsanlığın elinde bulunan teknolojik imkânların giderek büyümesi, dünyanın sınırlarını zorlamaya ve uzaya yönelmeye başladığında, artık sadece yeryüzü değil, gökyüzü de bu ilerleme düşüncesinin hedefi haline geldi. Ancak bu bitmek tükenmek bilmeyen ilerleme arzusu, insanlığı giderek daha da yaşanmaz ve boğucu bir dünyaya hapsetti. İnsanoğlun, kendi elleriyle inşâ ettiği bu zindanın içine kapanması ise tarihteki ilerleme düşüncesinde bir paradoksun da ilanıydı: İlerleme, özgürlük ve refah getirmesi beklenirken, insanlığı kendi yarattığı sorunların esiri haline getirdi. Bu yaşananlar özgürlüğe yaklaştıkça uzaklaşmamıza neden olan bir sistem inşâ etmişti.

Sosyalist Dönüşüm Mümkün Olabilir miydi?

Karl Marx, tarihsel süreçlerin daha insani ve sistemli bir üretim yoluyla dönüştürülmesini arzuladı; ancak bu süreç, onun planladığı gibi işlemedi. Marx’ın fikirleri, kapitalist mekanizma tarafından emildi denilebilir. Bu nedenle onun teorileri sistemin içinde bir nevi araçsallaştırılarak döngüye hapsedildi. Kapitalizmin dinamikleri, Marx’ın eleştirileri ve önerilerini de kapsayarak, çarklar arasındaki geçişkenliği hızlandırdı. Bu durum, bütün çıplaklığıyla Marx’ın eleştiri odağındaki kapitalist sistemin, onun teorilerini de kendine adapte edebilecek esneklik ve kapasiteye sahip olduğunu gösterdi.

Marx, büyük ölçüde etkilendiği Hegel’in tarih felsefesini eleştirip, bazı yönlerden yeniden şekillendirmiş olsa da ilerleme düşüncesine olan bağlılığını korudu. Hegel’in diyalektik anlayışını materyalist bir bakış açısıyla yeniden yorumlayan Marx, tarihin belirli bir yönü ve amacı olduğuna inandı. Hatta, Nietzsche gibi, bir aşamadan sonra gerçek tarihe ulaşılabileceğini ve bu tarihin, insanlığın sınıfsız bir topluma doğru evrilmesiyle mümkün olacağını düşündü. Ancak, bu ilerleme düşüncesi, zamanla kapitalist yapının daha da güçlenerek büyümesiyle sonuçlandı.

Meseleye onun tarihsel dönüşümlerdeki tespitleri açısından bakarsak, kapitalizm kendi sonunu getirecek bir aşamaya çok geçmeden ulaşacaktır. Daha önceki toplumsal faktörlerin meydana getirdiği yapısal değişikliklerde görüldüğü gibi kapitalizm de sona erecek ve sınıfsız bir insanlık yavaş yavaş gelişecek. Bu ona göre bir zorunluluktur ancak bunun bedeli ne olduğunu kestirmesi zor…

Henüz Marx’ın öngördüğü devrimci dönüşüm, beklenen sonuçları doğurmadı. Kapitalizmin iç dinamikleri, Marx’ın devrimci önerilerine karşı direnç göstermekle kalmadı, bunları bir şekilde kendi çıkarları doğrultusunda dönüştürebildi. Sonuç olarak, Marx’ın eleştirel ve devrimci teorileri, kapitalizmin daha da karmaşık ve küresel bir sistem haline gelmesine engel olamadı. Marx’ı takip eden düşünürlerin teorileri de masabaşı metinler olmaktan öteye geçmedi. Yalnızca sistemle sorunlu insanların enerjisini yükselterek teorilerin uluslararası kültürlerde yaygınlık kazanmasına ve çeşitlenmesine yaradı. Bu durum, bir açıdan Marx’ın tarihsel analiz ve devrim teorisinin, kapitalizmin kendini yeniden üreten yapısal esnekliği karşısında yetersiz kaldığını ortaya koysa da öte yandan gelecekteki dönüşümün ayak sesleri olarak da görülebilir.

Netice olarak Marx’ın fikirleri, kapitalist sistemde radikal değişimlerin bir katalizörü olma potansiyeline sahipken, kapitalizmin güçlü adaptasyon kabiliyeti nedeniyle bu potansiyel tam anlamıyla gerçekleşmedi. Mamafih tarihsel ilerlemenin kaçınılmaz olduğu fikrine dayalı bir düşünce sistemiyle, kapitalizmin doğasının nasıl örtüşebildiğini ve bu örtüşmenin Marx’ın öngörülerinin neden hayata geçmediğini göstermesiyle oldukça önemli bir farkındalık doğurdu.

Marx&Engels: “Biz tek bir bilim tanıyoruz, o da tarih bilimidir.”

Marx ve Engels için tarih, yalnızca tek geçerli bilim değil, aynı zamanda insanlığın toplumsal ve ekonomik gelişimini anlamanın temel anahtarıydı. Onlara göre, tarih insan yaşamının sürdürülmesi için gerekli olan ilk üretim faaliyetleriyle başladı ve bu üretim ilişkileri, insan bilincini şekillendirdi. Bu noktada, Marx, bilincin eylemleri değil, eylemlerin bilinci oluşturduğu fikrini savundu. Yani, insanların düşünce ve bilinç yapıları, içinde bulundukları üretim ilişkileri ve bu ilişkilerin şekillendirdiği toplumsal koşullar tarafından belirlenmektedir.

Marx’ın tarih felsefesi, soyut ve teorik düşünceler yerine, insanın maddi varlığını ve bu varlığın gerektirdiği üretim faaliyetlerini merkeze alır. Bu anlamda, Marx’ın tarih anlayışı, Nietzsche gibi, insanı ve onun somut varlığını merkeze alan bir yaklaşımdır. Ancak Marx, bu somutluğu, tarihsel süreçlerin temel belirleyicisi olarak gördüğü üretim ilişkileri ve ekonomik yapı üzerinden tanımlar. Bu, tarihsel süreçlerin metafizik veya soyut kavramlar üzerinden değil, maddi gerçeklikler ve bu gerçekliklerin şekillendirdiği toplumsal yapılar üzerinden anlaşılması gerektiği anlamına gelir.

Marx, tarih yapıcı olarak üretim süreçlerini esas alır ve bu süreçlerin toplumsal ilişkileri nasıl şekillendirdiğini vurgular. Ona göre tarih, bu bağlamda, insanların üretim faaliyetleri ve bu faaliyetlerin şekillendirdiği ekonomik ve toplumsal ilişkiler üzerinden okunmalıdır. Marx, bu tarih anlayışıyla, tarihin yalnızca bir olaylar dizisi olmadığını, aynı zamanda bu olayların arkasındaki ekonomik ve toplumsal dinamiklerin anlaşılmasını gerektiren bir süreç olduğunu ileri sürer. Böylece hem materyalist anlayış hem de onun ifadesiyle gerçek tarihsel süreç idrak edilebilir. Bu aynı zamanda sivil toplumu merkeze alan sosyal tarihçiliğinde temeli olduğu anlamı taşır.

Marx’a göre, insanın başlangıçtaki ihtiyaçlarını karşılaması, kaçınılmaz olarak yeni ihtiyaçların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu ilerlemeyi zorunlu kılan bir döngüdür ve tarihin belirli bir yöne doğru evrimine yol açar. Marx, insanın gereksinimlerini karşılama sürecinde üretim araçlarının geliştirilmesini ve bu süreçte yeni gereksinimlerin doğmasını tarihin iskeleti olarak görür.

Materyalist tarih felsefesinde üretim araçları ve bu araçların kullanımıyla ortaya çıkan üretim ilişkileri, toplumsal yapıyı ve bu yapının üzerindeki insan bilincini şekillendirir. Üretim sürecinde yeni gereksinimlerin ortaya çıkması ve bu gereksinimlerin karşılanması için insanlığın yeni üretim araçlarını geliştirmesi, toplumsal ve ekonomik yapının sürekli olarak evrim geçirmesine neden olur. Bu evrimsel süreç, Marx’ın tarihte bir zorunluluk olduğu düşüncesinin temelidir. Günümüzde de bu işleyiş katlanarak devam eder. Ancak kapitalizmin olağanüstü hızı ve becerisi nedeniyle bu geçişlerin fark edilmesi neredeyse imkânsızdır.

Marx’a göre kapitalist sistemin işleyişi son tahlilde, onun sonunu getirecek olan dinamikleri de içerir. Şairin “her ağacın kurdu özünden olur” sözüyle düşünürsek, Marx’ın kapitalizmin içsel çelişkilerine yaptığı vurguyu özetlemiş oluruz. Kapitalist sistem, sürekli olarak üretim araçlarını ve toplumsal ilişkileri dönüştürürken, aynı zamanda kendi yıkımını getirecek koşulları da hazırlamış olur. Bu, Marx’ın tarihsel materyalizminin temel prensiplerinden biridir: Her toplumsal düzen, kendi içinde, onu yıkacak olan yeni toplumsal düzenin tohumlarını taşır.

Bu bağlamda, özgürlüğün kaçınılmaz olduğunu ve kapitalist düzenin yerini alacak olan sosyalist bir düzenin yakın olduğunu savunan Marx, kapitalizmin içsel çelişkilerinin doruk noktasına ulaşmasıyla birlikte, proletaryanın ayaklanarak burjuva düzenini devirmesiyle beraber daha adil, sınıfsız bir toplumu inşâ edeceğinden şüphesi yoktur. Çünkü bu Marx’ın tarihsel süreçte beklediği zorunlu bir sonuçtur. Onun için özgürlük ve sosyalist devrim, yalnızca bir umut değil, tarihin yasası gereği gerçekleşmesi beklenen bir olgudur.

İbrahim Orhun Kaplan


Tarih Felsefesi Yazı Dizisi

1. Kant’ın Tarih Felsefesi
2. R. G. Collingwood’un Tarih Felsefesi
3. Hegel’in Tarih Felsefesi
4. İbn Haldun’un Tarih Felsefesi
5. Friedrich Nietzsche’nin Tarih Felsefesi

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir