karacoğlan şiirinde fransız öpücüğü niçin yok?

mekteplerde okutulan edebiyat derslerinde, kitaplarında bize tuhaf bir şair tipi öğretilmiş. öğretilmiş diyorum çünkü ders kitaplarının dışına çıkınca bunu fark edebiliyorsunuz. ders kitaplarındaki şiirlere ve sair metinlere yapılan resimlemeler, hocaların şairler hakkındaki verdikleri bilgiler ve yaptıkları yorumlar hep aynı şair tipini zihnimize kazımış: hayalperest, ayakları yere basmayan, melankolik, coşkulu, aykırı… dadaloğlu’nun, köroğlu’nun şiirlerine okusak bile onlarla ilgili anlatılanlar bu garabeti ortadan kaldıracak kuvvette olmamıştır hiç. buradan eğitim sistemine yahut edebiyat eğitimine bir eleştiri mi getireceğiz? böyle yaptığımız takdirde çarpıklığın zeminini örtmüş, belki de hayatımızı bütün veçhelerini tesiri altına alan esas tesirin gözden ırak tutulmasına neden olmuş oluruz. dedemin bıraktığı defterlerde kendi yazdığı şiirlerin yanı sıra kendisinin çağdaşı sayılabilecek şairlerin şiirlerinden de örnekler var. cönk tutma geleneğinden gelen bu tür defterler türkiye’nin dört bir yanında kış gecelerinin vazgeçilmez “medya”sı olma niteliğindeydi. bugün internette necip fazıl kısakürek’in, can yücel’in yalan yanlış, eksik gedik iktibaslarıyla yahut cep telefonlarındaki ismet özel’in kendi sesinden şiirlerin videolarıyla da bir temas biçimi var. insanlar nasıl bu noktaya geldiler? insanları bu noktaya getiren her neyse edebiyatla, şiirle yüz yüze gelme ortamlarını da değiştirmiş, şiirin ne ve şairin kim olduğu konusunda da keskin bir farklılık doğurmuş görünüyor.

modern şairi, hayalperest ve ayakları yere basmayan bir tip olarak çizen sathî görüş aynı zamanda kadim şairleri de benzer bir kaba saba tavsife ve yalınkat tasnife tâbi tutar. yunus emre’den hümanist, pir sultan’dan sosyalist, köroğlu’ndan anarşist ve karacoğlan’dan zampara çıkaran bu bakışın sahipleri, aynı zamanda “şairler şiir yazsın, başka da bir işe karışmasın!” deme serkeşliğini göstermeye teşnedirler. baştan beri sözünü ettiğimiz bu tesirlerden ötürü bugün insanların karacoğlan’ın şiiriyle rabıta kurması hayli müşkül bir vaziyet aldı. bugün edebiyat dergilerinde şiirleri yayınlayan kişilerden bile karacoğlan’ın müstehcen yani edebe aykırı, ayıp, yakışıksız mısralarla örülmüş şiirleri olduğunu duyabiliriz. elbette bu durumun ortaya çıkmasında karacoğlan imzasının doğurduğu itibardan ötürü söylediği şiirin sonuna karacoğlan imzasını eklemeyi normal gören, modernlik öncesinin o anonimleşmeye müsait devrinin payı da var. fakat daha önemli ve esas sebep, modern hayatın bir mahsulü olan ayıp telakkisidir. helal ve haram dışında zihin şekillendiren referansın olmadığı türk hayatında hiç şüphe yok ki bugün anlaşılan, bilinen manada bir ayıp telakkisi yoktu. birkaç nesil öncesine kadar modern ayıp telakkisi bir baskı unsuru olarak üzerimizde değildi.

bir keresinde babaanneme akranı görümcesi hakkında sormuştum “hanginiz önce evlendiniz, sen mi o mu?” babaannem gülümsedi: “ben evlendiğimde çocuktum, o evlendiğinde memeleri çıkmıştı.” bunu söyleyip üzerinde durmadan sohbeti devam ettirdi. seksen yaşını aştığı hâlde tesettürüne aşırı derecede titizlenen, çarşafsız evden dışarı çıkmayan ve milletin elinde dolanıp durur düşüncesiyle fotoğraf çektirmekten hoşlanmayan babaannemle ilgili bu anekdotu nevzuhur ayıp telakkisinin müslümanca değil muhafazakârca bir tutum olduğunu anlatmak için zaman zaman anlatıyorum. muhafazakâr kafanın ilginç tezahürlerinden birisini şeref benekçi için tertip edilen bir anma programında işittim. programda dinleyici olarak bulunan recep şükrü apuhan, söz alıp konuşması arasında timaş editörüne gönderdiği dosyanın maruz kaldığı bir editörlük (!) tasarrufundan söz etti. editör tarafından okunan kitabın kontrol için önüne geldiğinde “tanrı misafiri” kalıbının üzerinin çizildiği ve yerine “allah misafi” yazılmasının önerildiğini müşahede ettiğini nakletmişti. buradaki cehaletin ve görgüsüzlüğün boyutlarını öngörmek mümkün değil. eğer nebe sûresi’nin şu ayetlerini görse aynı muhafazakâr kafa, meal olduğunu bilmediği takdirde üzerini çizmeye cüret edecektir elbette: “şüphesiz takva sahipleri için (her korkudan) selâmet (ve her arzuuya) vuslet vardır. (ya o) bağçeler, üzüm bağları, memeleri tomurcuklanmış bir yaşıt kızlar, dolu kadeh (ler)!  orada ne boş bir lâkırdı, ne de birbirine yalan söyleme (nedir) işitmezler. (bunlar) rabbinden bir mükâfat ve yeter bir bağış olarak (verilir).” [ kur’ân-ı hakîm ve meâl-i kerîm, hasan basri çantay, nebe sûresi – 31-36. âyetler]

elbette böyle bir ortamda karacoğlan’ın cinsiyetle ilgili modern kalıplarla muaheze edilmesi beklenebilecek bir şeydir. bundan mütevellit olacak, pornografik modern kültürle iğdiş edilmiş birçok zihne karacoğlan’ın ortaya koyduğu şiiri savunmak durumunda kaldım. itiraf etmem gerekir ki birçok kişiye karacoğlan şiirindeki “cinsel sevi” unsurlarının letafetini, tabiî oluşunu ve sıhhatli bir cinsiyet gelişimi için faydalı olduğunu kabul ettirmekte başarısız oldum. modern hayatı kuran dinamikler, bütün her şeyi cinsiyetçi bir okumadan geçiriyor. ama yine bu dinamikler içerisinde, her şeyi “aseksüel” bir tarzda ele alma eğilimini de öncekinin doğurduğu aşırılıktan ötürü görmek mümkün oluyor. modernliğin oluşumundaki hıristiyan karşıtlığına uzanan bir geçmişin izlerini bu manzarada bulmak mümkün. buradaki ifrat ve tefriti modern hayatın hemen her veçhesinde müşahede etmek mümkün. medeniyetin “kolaylık ve rahatlık” vaat eden tabiatı tahrip edip ona tahakküm eden kentlerine karşı naturalist, tabiatçı, nudist komünlerde; hayvanlara mahsus ırk tasnifini insana tatbik etmek eden tavra karşı ırkçılıktan başka türcülüğü de lanetleyip veganlığa yönelenlerde yahut modern devletin insana nefes aldırmayan tahakkümüne karşı filizlenen anarşist veya nihilist akımlarda benzer bir ifrat tefriti görüyoruz.

günümüzdeki verimsiz, insanların şiirle yüz yüze gelmesi için namüsait bir tarzda neşriyât takip eden edebiyat dergileri karacoğlan şiirini edebiyat dersi kitaplarından ve akademik araştırma nesnesi olmaktan kurtaracak adımları atabilirler mi? yukarıda tavzih etmeye çalıştığım maluliyetlerin giderilmesi için edebiyat dergilerinin kendisini karacoğlan şiiri konusunda kendisini vazifeli sayması söz konusu irtibatsızlığın giderilmesinde faydalı olabilir. “indim seyran ettim frengistanı” diye başlayan şiirinde, gâvurlar hakkında “akılları yoktur, küfre uyarlar / imanları yoktur, cana kıyarlar” diyen karacoğlan “kur’ân ruhsatlı” şairlerdendir. onun şiirlerine soktuğu unsurların da bundan bağımsız değerlendirilmemesi gerekir. kur’ân’daki hûri tasvirlerinin sınırları, karacoğlan şiirinin tasvirinin sınırlarını da belirlemiştir.

mehmet raşit küçükkürtül

(Aşkar, 32)

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • nihâd sâmi banarlı , 20/06/2016

    ziyâdesiyle haklısınız.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir