Kant’ın Yargılanışı

1877 yılından beri Immanuel Kant imzası ile yayınlanan “Wahrheitsgetreuer Bericht über meine Reise in den Himmel”, “Öteki Dünyaya Yolculuğumun Sahici Hikâyesi”* ismi ile Türkçe’ye kazandırılmış. Fakat bu eserin Kant’a ait olup olmadığı hususunda şüpheler de mevcut. Zira eserin üslubu daha ziyâde “Jules Verne’den esinlenmiş bir Borges hikâyesi”ni çağrıştırmakta. Eserin Kant’a ait olup olmadığı hususunda soru işaretleri mevcut olsa da zihinlerde, içerisinde sağlam bir felsefî muhakeme yapılması anlamında metin mühim.

Metne şöyle başlar Kant: “Öteki dünyanın kapılarına geldiğimde, krallara özgü bir şatafatla karşılanacağımı sanıyordum.” Fakat gökyüzünün kapılarında umduğu karşılamayı görmez, hizmetçisi Lampe’yi dahi kapıda bırakmak durumunda kalır. Üstelik; saç örgüsü, eski kafalı hareketleri ve kullandığı enfiye kutusu da dalga konusu olur. Bu durumdan hoşnut olmasa da yola devam eder ve yolda Hristiyan din adamlarını görür. Burada büyük bir sevgi ve saygı göreceğine ise emindir. Zîrâ O, “Hristiyan karşıtı materyalizme ve ateizme karşı kiliseyi kurtarmıştır. Aklı, görüngülerin sınırını bir daha aşamayacağı şekilde sıkı sıkıya bağlamıştır”. Fakat durum umduğu gibi olmaz ve görmezden gelirler onu. Buradan ayrılan Kant; Platon, Leibniz, Spinoza ve Aristoteles’in bulunduğu bölgeye gider. Ve kendini Platon’a tanıtır. Kendisinin “bütün metafiziği temelden değiştirdiği için her şeyi ezip geçen Kant” olduğunu söyler. Abderalı Protagoras ile “görüngü”ler üzerine tartışmaya giren Kant, duyusal dünyaya ait olmayanın hakkında da konuşulabileceğini söyler. Akabinde Aristoteles söze girerek “kendinde şey” kavramını ortaya atmasının sebebini sorar. Kant ise, “ben her zaman kategorilere göre düşünürüm, onların arasından da nedenselliği seçtim ve fenomenleri sonuç olarak gördüm, artık fenomenlerin nedeni olarak kendinde şey kavramını ortaya atabildim. Anlak ise sadece görüngünün nedeni olan aşkın obje olarak düşünülür ve böylece duyusal bilginin sınırını göstermiş olur” der. Aristoteles sorar yeniden; “Senin felsefi hizmetin anlağın ampirik ve aşkın metafizik kullanımının ayırt edilmesine dayanıyor, öyle mi? Bu çifte kullanımı görüngü ve kendinde şey arasındaki karşıtlık yoluyla açıklıyorsun, öyle mi?” Zira, ampirik ile metafiziğin keskin ayrımı, modern ampirizm ve pozitivizmi nihai tek bir doğru ve eleştirel bilim olarak kurmuştu. Fakat bu ayrım, görüngü ile kendinde şey arasında bir karşıtlık yarattığı için varoluşu duyulara hapsetmeye sebeb oluyordu. Kant felsefesinde insan, metafiziği reddetmez fakat onu, insanın ulaşamayacağı bir yerlere kaldırır. Evet, duyular her şeyi algılayamaz, fakat duyular dünyası insan için bir “sınır”dır aynı zamanda. Bu sebeple antik dönem filozofları için Kant, “varoluşu duyulara peşkeş çeken” biridir.

Görüngü-Metafizik tartışmalarında köşeye sıkışan Kant, antik çağın bu egoist ve mutluluk felsefecilerine ahlâk felsefesinden bahsetmek ister. Zira onunki gibi bir saf ahlâk kuramını bilmeleri mümkün değildi. Ve şöyle açıklar kuramını: “Niyetin itkilerde, eğilimlerde veya akılcı mülâhazanın amaçlarında, yani maksatlarda meydana gelen bütün belirleyici doğası öznel, ampirik ve içerikseldir, demek ki bunlar öznel maksimlerden ibarettir ve yasa değildir. Buna göre sadece duyusal mutluluk çabasına hizmet ederler. Bu nedenle insan bu egoist şebekeden feragat etmek ve sadece aklın biçimsel yasasına yönelmek, başka bir değişle bizzat kendini pratik bir yasa olabilecek eylem biçiminin maksimi haline getirmek zorundadır. Yasa bizzat aklın kendisindedir, ne var ki akıl arzu karşısında fazlasıyla zayıf kalır; bu nedenle yasa sürekli kategorik buyruk olarak çıkar karşımıza: Yapmalısın!” “Yapmalısın!” diyen buyruğa uygun davrananlar iyiniyetli ve mutlu olmaya layıktır Kant için. Kant ahlâk kuramını anlatmıştır Yunanlılara. Bu noktada Aristoteles girer söze ve sorar: “Eylemlerini aklın sadece biçimsel yasası üzerine kuruyorsun öyle mi?… Diyelim ki birisi senin özgürlüğünü elinden almak istedi, ancak yüksek bir memur onu bunun için içeri tıktı, yani onun özgürlüğünü elinden almış oldu, o zaman bu yüksek memur ona karşı doğru mu davranmış olur yoksa haksızlık mı etmiş olur?” Cevap verir Kant: “Yüksek yasamıza göre doğru davranmış olur.” Hemen karşı çıkar Aristoteles: “Fakat aynı yasaya göre haksızlık da etmiş olur.” Kant anlayamaz, yine karşı çıkar: “Nasıl yani, birisine izin verilen bir şey herkes için geçerli olamaz ki!” İstediği cevabı almıştır Aristo. Zira pratik yasaların evrenselliğinin çeşitli olduğunu söyler. Yüksek memurun başkalarının yapamayacağı bir şeye hakkı olması evrensel yasaların çeşitliliğini gösterir. Ahlâk biçimsel, donmuş bir karakteri haiz değildir, aksine ahlâk daimi bir çatışmadır. Kant’ın ahlâkı içeriksiz bir ahlâktı. İnsan, yasanın itaatkâr bir kölesi olduğu zaman, aklın içeriği ona meçhul kalır. Bu insan, yasaya büyük saygı duyar ve yasanın ödevine karşı kutsal bir ürperti duyar. Dolayısıyla Kant felsefesinde insan, örneğin kapitalist yasaya da büyük saygı duyabilir ve onun ödevlerini yerine getirebilir. Zira bu kuram salt biçimseldir ve biçimsel olması hasebiyle hayat bu biçimsellik alanında prangaya vurulmuştur. Bu ahlâk içinde çileyi barındırmaz. Berdyaev’in dediği gibi, yasa trajediyi tanımaz, yalnızca iyilik ve kötülük kategorilerini bilir. Bu yüzden trajik çatışmaların çözümü imkânsızdır. Eğer yasanın kategorileriyle sınırlanmış olsaydı, hayatta çatışma da olmazdı. Oysa hayat tamamıyla çatışmadır ve ahlâk salt “yasa”ya indirilirse alanı aşırı ölçüde daralır.

Feyza Yapıcı

 

*Öteki Dünyaya Yolculuğumun Sahici Hikâyesi, İmmanuel Kant, (Çev: Çağlar Tanyeri) Kırmızı Kedi Yayınevi, 2016, İstanbul.

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • amok koşucusu , 24/03/2017

    Evet, sonuç olarak her zaman ki gibi zihinsel ve duygusal bir etkileşimin ardından şu noktaya varıyoruz:

    Amentü

    Okunuşu

    Amentü billahi ve melâiketihi,
    ve kütübihî ve rusülihî ve’l yevmi’l-âhıri
    ve bi’l-kaderi, hayrihî ve şerrihi mina’llâhi teâlâ
    ve’l-ba’sü ba’de’l mevt.
    Haggun, Eşhedü en lâ ilâhe illAllâh ve eşhedü enne
    Muhammeden abdühû ve rasûlühü.

    Anlamı

    Ben Allâh-ü Te’âlâ’ya, meleklerine, kitaplarına,
    peygamberlerine, âhiret gününe, kadere ; hayır ve şerrin
    Allâh-ü Te’âlâ’nın yaratmasıyla olduğuna inandım.
    Öldükten sonra dirilmek de haktır. Ben şahadet ederim ki,
    Allâh-ü Te’âlâ’dan başka ilâh yoktur. Ve yine şahadet
    ederim ki, Muhammed (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) O’nun
    kulu ve peygamberidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir