Beyaz Arif Akbaş, İsmail Fenni’nin dünyasına ışık tutuyor…
***
İmparatorluğun son demlerine ve Modern Türkiye’nin ilk kuruluş yıllarına şahitlik eden İsmail Fenni, bizde bir hayli az olan felsefi eleştiri ekolüne dâhil edilebilecek bir gelenekten gelmekteydi. Bu açıdan Türkiye düşünce tarihi içinde Rıza Tevfik, Ahmet Şuayip, Şehbenderzade Ahmet Hilmi, Celal Nuri, Abdullah Cevdet, Baha Tevfik ve İsmail Fenni gibi simalar orijinal fikirlere sahip olmaları nedeniyle son derece önemliydi. İsmail Fenni deyince akla çoğunlukla; İbn-i Arabî ve vahdet-i vücud hakkında yapılan eleştirilere cevap niteliğindeki ‘Vahdet-i Vücud ve İbn-i Arabî’ adlı kitabı gelir.
H. İbrahim Şimşek, ‘İsmail Fenni Ertuğrul’un İbnü’l Arabî ve Vahdet-i Vücud Savunması’ [Tasavvuf, Sayı:21, s.199] makalesinde “1928’de basılan bu kitapta vahdet-i vücuda ve onu savunan İbnü’l-Arabî’ye yönelik eleştirileri kendine has bir metotla ele alıp çeşitli kaynaklardan da yararlanarak cevaplamış ve açıklamıştı. İsmail Fenni eserinde vahdet-i vücudun ne olduğunu ortaya koyarak onun birer felsefî fikir olan panteizm ve monizmle alakasını açıklamıştı. Yine o, Ahmed Sirhindî tarafından geliştirilen vahdet-i şühud anlayışıyla vahdet-i vücud arasındaki farklılıkları belirtti”, diyerek değerlendiriyordu. İbn-i Arabî’nin fikirlerine ta İbn-i Teymiyye’den beri bir dizi itiraz yapılmaktaydı. Fenni, en eski dönemden itibaren yapılan eleştirileri kendi tasavvufi anlayışı çerçevesinde tek tek yanıtlamaya çalışmış ve bu doğrultuda kendi nev-i şahsına münhasır felsefi dili de kurabilmişti.
İsmail Fenni Bey’in tüm eserleri yayımlanmamıştır. Bu güne değin yayımlanmış telif ve tercüme eserlerinin bize göre en dikkat çekici olanları; ‘Lügatçe-i Felsefe’(Orijinal bir felsefe sözlüğüdür.), ‘Maddiyyûn Mezhebinin İzmihlâli’(Tipik bir reddiye kitapçığıdır.), ‘Küçük Kitapta Büyük Mevzular’, ‘Materyalizmin İflası ve İslam I-II’ vb. İsmail Bey özellikle Stuart Mill’in “Hürriyet”, Paule Janet’in “Asr-ı Hazır Madiyyun Mezhebi”, Olvirer Lodge’dan “Hayat ve Madde” gibi felsefe eserlerini çevirdi. Yine hepimizin çok iyi bildiği Ezop Çocuk Masalları’nı İngilizceden o tercüme etmişti. Ayrıca birçok Arapça ve Farsça seçilmiş beyitlerin tercümesinden oluşan günümüz antolojilerine benzer kitapları vardı. Tüm bu çalışmaların çok sesliliği ve çok yönlülüğü onun entelektüel yönelimlerinin deruniliği hakkında ipuçları vermekteydi.
S. Hayri Bolay, İsmail Fenni’nin temel düşüncesinin vahdet-i vücudun benimsenmesi ve materyalizmin reddedilişine dayandığını söyler. “Ona göre varlık birdir, o da zorunlu, ezeli ve ebedi olan Allah’tır. Diğer varlıklar Allah’ın sıfatlarının görünüşünden ibarettir, geçici ve fani olup bizatihi mevcudiyetleri yoktur. Varlıklar bir aynada görünüp kaybolan suretlerden ibarettir. İsmail Fenni, ruhun olgunlaşmasının insan-ı kâmil’de mümkün olacağına inandığı için kişiyi ruhen kemale erdirecek yol olarak vahdet-i vücud görüşünü tercih etmiş, vahdet-i vücud anlayışının kaynağı olarak Kur’an ve hadisi göstererek bunun Hint, İran ve Yunan menşeli olduğu fikrine karşı çıkmıştır.” (T.D.V.A. s.99) Burada Fenni’nin oryantalist söylemi hemen rahatlıkla benimsemediğinin de altı çizilmesi gerekiyor.
İsmail Fenni, maddeciliğe karşı ise ruhun maddeden bağımsız bir varlığı olduğunu kabul etmişti. Madde her zaman manaya tabiydi. Değil mi ki yaratılan her şey bir tek sözcükten çıkmıştır. Allah, “Ol” demiş ve tüm bu göz alıcı kâinat sonsuzluğu yaratılmıştı. Var olan her şey değişmeyen, kadim ve baki olan Allah’ın iradesiyle vücut buldu. Bu noktada İsmail Fenni çarpıcı bir örnek verir: ‘Ayna, üzerindeki suretlerin değişmesinden etkilenmediği gibi Allah da nesnelerin değişmesinden etkilenmez. Nesnelerin temel niteliği yokluk olduğundan onların oluşturduğu tabiata tanrılık izafe edilemez. Bu bakımdan bütün âlemi Tanrı olarak kabul eden panteist görüşler temelden yanlıştır.’ (Bolay, a.g.e.)
İsmail Fenni’nin ihtisas alanı felsefe olmakla beraber çocuk eğitimi, edebiyat ve musiki gibi çok çeşitli konularla uğraştı. Benim bilhassa müzik alanındaki fikirleri dikkatimi çekiyor. Ona göre; Müzik, pratik yönü teorik kısmına daha baskın olduğu için bir sanattır. Özellikle bir müzik türünde makamların, usullerin çokluğu ve çeşitliliğinin fazla olması mükemmelliği açısından artı bir değerdir. Türk musikisi bu artı değerlere fazlasıyla sahiptir.
O, Batı müziği parçalarının sık sık halka dinletilmesine ve propaganda malzemesi olarak kullanılmasına şiddetle karşı çıkar. Cumhuriyet döneminde yapılan bu ince siyaset neticesinde halkın eski musiki ile olan bağları koparılmaya çalışılmıştı. Fenni’ye göre aydınların bile bu müziğin güzelliğini ve zenginliğini anlayacak kültürden mahrum olduklarını görmek son derece acı bir şeydi. Beşir Ayvazoğlu bile; “Doğrusu, güftesi başka, bestesi başka telden çalan şarkılar çekilir gibi değil. Bu yüzden sözlü eserlerin çoğuna artık dayanamıyor, Dede Efendi’nin bazı şarkılarını bile sözlerine kulaklarımı tıkayarak tahammül edebiliyorum. Çoğu bin defa çiğnenmiş lâfları tekrar edip duran güfteler, musikimize itibar kaybettiriyor.” (Zaman, Güfteler ve Besteler) diyorsa artık münevverlerimizin hal-i pür melalini siz düşünün!
Beyaz Arif Akbaş
1 Yorum