Hafıza-i Beşer

“Hafıza-i beşer nisyânla malûldur”
Atasözü

(1) Yaşanan ândır. Zamanca kısa mesafeli bir koşudur o. Saniyelerle, zaman zaman dakikalarla ölçülebilir. Önceki geçti mi, bir sonraki başlar. Yaşamalar, ânlarca sürer. Hayat dediğimizse, yaşanmaz. O yaşanmıştır. Yaşanacaklara zihinde zemin hazırlar. Hayat, yaşamanın tersine, gerçeklikte bulunmaz. Ya, nerededir? Hafızada. Gerçeklik, nasıl yaşamanın ortamıysa, hafıza-zihin hakıkatı da hayatınkidir. Yaşanmışlıklar, çabamızla hafızaya kaydolur; zihinde işlenerek hayata astar olurlar. Şu durumda hafıza ile zihin yok yahut dumura uğramışlarsa, hayat da oluşmaz. Bir iş görüyor; çocuğu kucaklıyor, başını okşuyorum. Yere koyuyor, ona sırtımı dönüyorum. Yaşadığım ânı hatırlıyorum. Yaşadığım ân, hayatlaşmıştır artık. Hayatı dolduran, yaşanmış âna veya ânlara ilişkin yaşantı/lar/dır. Hayatım, şu durumda yaşanmış ân ile ânların düşünülmesidir. Yaşanmış ânları sıralayıp düzenleyen, böylece düşünülmeye elverişli kılan akıldır.

Geçmiş, demek ki yaşanılmış olayların düşünme sırası ile düzenine zaman diyoruz. Sırayı şaşırırsak düzen bozulur. Düzen kısmen arızalanırsa, hataya düşülür. Hepten bozulursa, düşünülemez. O halde zaman yoksa, düşünme de olmaz. Düşünme hayattır.

Yaşanan, hayat sayesinde, demek ki hafızaya başvurularak anlaşılır, kavranıp anlamlandırılır. Karşılaşılan olaylar ile varolanlar, hafıza-zihin yoluyla algılanırlar. Düşünüp anlama nasıl zaman çerçevesinde oluşuyorlarsa, olay ve varolanla karşılaşma ve bilâhare bunların algılanmasındaki zorunlu etken de mekândır. Şu halde zaman, zihin düzeniyken, mekân da olaylar ile varolanların nizamıdır. Zaman ile mekân, hatırlama ile düşünme, hayatın vazgeçilmez şartları olup hayat yaşatır; yani hayatsız yaşama olmaz; yaşamasız hayatın olmayacağı gibi. Tekrarlayalım: Yaşamanın ortamı gerçeklik; hayatınkıyse, gerçekliğin yanında hakıkattır. Öyleyse şimdi bildiğimizce, evrende çift yaşar ve iki ortamlı tek varlık, insandır: O, kah yaşar, kah hayat sürer; ve onun hem gerçekliği hem de hakıkatı vardır. Giderek gerçekliği sağınlıkla, sımsıkıca, pürdikkatlıca (Fr&İng concentration) düşünerek seyretmek (Y theoria) yoluyla, yani teemmül ve onun üstünde tefekkür aracılığıyla gerçekliğin bağrında bulunduğunu vargördüğü hakıkatı keşfeder. Duyularımız açısından dünyamız bizlere düz gözükür. Hepimize ortak bir duyudur -sağ-duyu- bu. Kıyıya oturup engin ufukları seyre dalmış pek az sayıda birey, geminin direği uzaktan kısa gözükürken tekne sahile yaklaştıkça niye uzadığını sorgulamıştır. Hepimize ortak duy verisi olan düz dünyayı yuvarlaklaştıran etkenlerden biri, mezkur temaşa değil midir? Pek az sayıda bireye nasib olmuş bahis konusu tecrübi tesbit, ancak yakın çağlarda matematik ısbat aracılığıyla hakıkat biçimine bürünebilmiştir. Yine de dünyanın düzlüğü, yaşadığım gerçekliktir. Halbuki hakıkat, değirmi oluşundadır. Deneysel- matematik hakıkat olması batımından dünyanın değirmiliği aklıselim gereğidir.

(2) Yaşama, zaman ile mekâna bağımlıdır. Hayat, zaman ile mekâna yaslamakla birlikte, bunları aşar; hakıkattadır. Hakıkatsa, tabiatı icabı, zaman ile mekân ötesidir. Hakıkatın en bariz timsali, başta ahlak ile matematiğe aidolanlar olmak üzre, kavramlardır.

İnsan kavramla düşünür. O halde kavram, hakıkatın eşiği olup zaman ile mekân dışıdır. Gerçeklik dünyasında karşılaşılan olaylar yahut varolanlar ile hakıkat âleminden kavram arasında zaman ile mekan çerçevesinde ve aklın-mantığın kılavuzluğunda bağlantı kurup yürütme işi düşünmedir. Düşünmelerin verisi düşüncedir. Bu, kavramın gerçeklikteki karşılığı yahut daha resimli bir ifadeyle, onun nezdindeki elçisidir. Hakıkattaki kavramın sonu sınırı belli değildir. Buna karşılık, zaman ve mekânla bağlantılı düşüncenin sonunu, sınırını kestirmek mümkündür. Karşılaşılan ile kavram arasında bağlantı kurmanın düşünme yoluyla mümkün olduğundan bahsettik. Düşünme ve bundan düşünce üretme dil olayıdır. Dilsiz düşünülemez -ve tabii ki, duygulanılamaz. Hafızaya dilce kaydolunmuş yaşantıların, yeni karşılaşmalarda uyandırılarak işe koşulmaları da yine dille olur. O halde hayat, dille kaimdir. Dilse, hep hatırlamalar dizisi ile çağrışımlar silsilesidir. Hangi karşılaşma hafızadaki ne çeşit unsurun karşılık oluşturabileceğini hatırlayıp düşünerek bilmek, bilinçtir. Bu yolla ‘benim’in boyutlarını tayin etme yetisi, öz bilinçtir. Gerek birey gerekse toplum olarak özbilince malik olmak hayatîdir. Özbilincin yitirilmesi, şu halde, ölüm olmasa bile -zira dirimsel faaliyetler devam ediyordur-, mevttir -artık; varlığımın yahut varolduğumun bilincinde değilim zira.

(3) İnsan bireyinin iki çeşit hafızası bulunur: Genetik kalıtımı ile toplum mirası: Hatırlama-çağrışım. Birincisinde anne babamız üzerinden mensubu olduğumuz beşer türüne bağlanırız. Bahis konusu türün mirasına bünyemizin temel kurucu unsurları ‘gen’lerle konarız. Diğerine gelince; ilkin, yine anne babamız, bilâhare öbür aile-akraba-abla, ağabey, amca, hala, dayı, teyze, anneanne, dede, babaanne, büyükbaba,- köy yahut mahalle büyüklerinden gördüğümüz terbiyeyle toplumsal eğitime koşuluruz. Ardından, medeniyetleşmiş, toplum mensubuysak, okullaşma başlar. Okullaşmayla öğrenime tâbi tutuluruz. Okulda bilgi çeşidinden değerleri, önemli ölçüde, yazı yoluyla ediniriz.

İmdi, dirimsel-türsel kalıtım ‘gen’ aracılığıyla olurken, toplumsal-millî miras ‘yazı’ yolundan gerçekleşir. Şu durumda ‘gen’i değiştirirseniz, beşerin türe dayalı bireysel bünyesini bozarsınız.

‘Yazı’yı başkalaştırırsanız, insanın bireysel ve/ya toplumsal varlığını dumura uğratırsınız.

Tarihî-millî yazının iptali, toplumu oluşturan bireylerin maşerî(collectif) bunaması demektir. Bunamış birey ve/ya toplum, mevttir.

Kişiyi bunattınız, cinayet; toplumun yahut milletin bunaltılmasıysa kültürel-toplumsal soykırım. Türk milletinin encamını varın, sizler, hesaplayıp kararlaştırın.

Şaban Teoman Duralı

Kaynak: Omurgasızlaştırılmış Türklük, Dergah Yayınları, 4.baskı (sayfa: 13-16)

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir