Friedrich Nietzsche’nin Tarih Felsefesi

Birçok tarih felsefecisi tarihe dair görüşlerini amaçlar doğrultusunda dile getirmiştir. Durdukları pozisyona göre anlam biçtikleri tarihin insan hayatındaki en önemli unsur olduğuna değinerek bir anlamda insanın varoluşunu tarih zemininde sistemleştirmişlerdir. Nietzsche’nin tarih görüşleri ise benzerine pek rastlanılmayan şekilde, insana doğrudan temas eden ve günlük akışı etkileyen tarihsel bilincin psikolojik baskısına yöneliktir. Aslında tarihe bu şekilde yaklaşmak ayakları yere basmak anlamına gelir. Çünkü o, tarihin ağırlığını, yükünü ve insana bütünüyle ıstırap olan yönüne vurgu yapar. Genel olarak kutsanan tarih düşüncesinin kirli çamaşırlarını gizlemez ve tarihin içinde çırpınıp durduğumuz bir bataklık olduğunu söyler. Bunun bir kaçış olduğu düşünülebilir. Bir yönüyle kaçıştır da… Fakat bu kaçışın nedeni, insanın bu yükü taşıyıp taşıyamama endişesiyle ya da kolaya kaçmasıyla ilişkili değildir. Bilakis insanın yüklerinden arınması ve bir üst bilince ulaşabilmesi için gereklidir. Yani tarih insanı gerileten ve sığlaştıran bir düşüncedir. Ona göre tarihin belirli ya da belirsiz bir amacı yoktur ve yine bir amaçtan bağımsız olarak döngüsel hareket eder. Bu açıdan yaklaştığı için ilerlemeci yaklaşımlardaki gibi insanlığın daha iyiye gittiğini düşünmez. Bilakis insanlığın daha önceki çağlara göre adalet ve sosyal yaşam formları olarak daha iyi bir konumda olmadığını ileri sürer. İnsanlık olarak günümüzdeki vakaları göz önünde bulundurursak, Avrupa evrenselciliğinin iddia ettiği ilerlemelerin ne teoride ne de pratikte bir karşılığı olmadığını söyleyebilir dolayısıyla Nietzsche’ye hak verebiliriz.

Günümüzde teorik gelişmeler, daha önceki teorilerin uzantıları haline gelmenin yanı sıra problem çözmekten uzaklaşarak, problem üreten bir sistem haline gelmiştir. Şu an hâkim olan felsefi teoriler, bilim ile paralellik göstererek gittikçe tanrılaşması beklenen insan tipinin altyapısını oluşturmaktadır. Teorik gelişmelerin paralelindeki pratik ilerlemeler de ne yazık ki insan yaşamını fazlasıyla kolaylaştırarak monotonluğa hapsediyor ve öte yandan tıp alanındaki ilerlemeler ile de benzeri olmayan hastalıklar üreterek yaşamı dar bir alana sıkıştırarak sıradanlaştırıyor. Dolayısıyla Nietzsche’nin döngüselliğe dair tespiti var olan açıklamaların en sade ifadesi olarak görülebilir. Öte yandan döngüselliğin içindeki bitimsiz oluş nedeniyle tarih bilgisinin olmuş bitmiş bir bilgi alanı olamayacağını da savunan Nietzsche, “her şey olur, mütemadiyen tekerrür eder ve bundan yakamızı asla kurtaramayız” diyerek tarihin amaçsızlığına ve ne yapılırsa yapılsın karşı koyulamaz oluşuna da işaret eder.

Bu tabloda Aydınlanma filozoflarının tarih ve akıl ilişkisinde, tarihsizliğin talihsizlikle ilişkilendirilmesi Nietzsche’yi farklı bir noktada konumlandırmamıza neden oluyor. O, tarihsel verinin insanda oluşturduğu baskıyı geriletici bir etki olarak görmekle aslında çok temel bir probleme işaret ediyor. Bu toplumsal açıdan da benzer sonuçlar veren bir yaklaşım. Bilindiği üzere bir milletin tarihi, tarih algısı ve gelecek tasavvuru varlığını doğrudan etkiler. Geçmiş tecrübesine göre topluma bir hareket alanı oluşturur. Bu iyinin ya da kötünün belirlenmesi ve ödenecek bedelin ne olduğuna dair kesin kanaat edinmek için elzemdir. Dolayısıyla tarihinin dışına çık-a-maz ve geçmişte iyi olanı gelecekte tekrar bulmak için kendince bir mekanizma oluşturur. Bu da tabiatı gereği o milletin mensuplarını ya kurban ya da köle haline getirir ama asla özne kılmaz. Çünkü milletin kaderini, o milletin içinden çıkmış güçlüler tayin eder. Güçlü olmanın birçok yolu olduğu için biçiminin bir önemi olmaz. Millet hakkında söz sahibi olması için güce sahip olması yeterlidir. Dolayısıyla tarih ile çıkılan yolda hem devletin hem de milletin alanı daraltılır ve güçlülerin yaptığı plana göre hareket etmek “kızıl elma” haline gelir. Fakat kızıl elmasına ulaşabilen bir millet tarihte görülmüş değildir. Burası uzun ve karmaşık bir hikâye.

Toplumsallığın yanı sıra insanlık açısından da durum farklı değildir. Kişisel tarihimizde de tarihin insan üzerindeki tahakkümünden söz edebiliriz. Geçmişe dönük anları düşündüğümüzde, geçmişin özlemle ya da nefretle hatırlanması “an”daki motivasyonumuza doğrudan etki eder ve davranışlarımızı şekillendirir. Dolayısıyla hem kişisel hem de toplumsal hafızanın insan üzerindeki tahakkümüyle varlık kazandığını söyleyebiliriz. Bu hafızanın diri tutulması ve etkisine kapılarak hareket edilmesi övülen bir durum olsa da Nietzsche buna karşı çıkar.

Nietzsche, tarihi insan ile hayvanı kıyaslayarak değerlendir. Hayvanların geçmiş bilinci ve gelecek tasavvuru olmamasından dolayı “an”da yaşayabildiğini ve bu şekilde mutluluğa eriştiklerini söyler. İnsan ise hayvanların aksine geçmiş bilincine ve gelecek tasavvuruna sahip olduğu için acı çeker. Her ne kadar insanlar akıl sahibi olmalarıyla hayvanlardan üstün olduklarını düşünseler de hayvanlar kadar gamsız ve mutlu olamadıkları için hayvanlara imrenirler. Nietzsche bu çelişkinin ana kaynağının tarih düşüncesinde saklı olduğunu düşünür.   Neticede her insan mensup olduğu dünya görüşünün, düşüncenin ya da yaşam biçiminin hem tarihini hem geleceğini sırtında taşır. İstese de istemese de bu yükü taşımak zorundadır. Dolayısıyla insanın bu yüklerden arınması ve “an”ı şiddetle duyumsaması beklenir. Çünkü tarih bilincinin yoğunluğu “an”da yaşamanın şiddetini hafifletmektedir. Bunun en güçlü örneği ise oyun oynayan ya da çizgi film izleyen küçük çocuklarda gözükür. Onların geçmiş ve gelecek kaygusundan soyutlanmış olmaları, kendilerini “an”da tutar ve uğraştıkları her ne ise bütün duyularıyla teslim olmalarını sağlar. Bu durum yetişkinlere çekici gelir çünkü onların bu hâli, yetişkinlerin tarih yani geçmiş ve gelecek terkibinden oluşan tasavvurları asla peşlerini bırakmaz.  İşte tarihin yaşam açısından sakıncası böyledir.

İnsanın geçmişinden soyutlanmasının gerekliliği üzerinde ısrarla durur Nietzsche. Çünkü ona göre insan ya da toplumlar geçmişi unutmazsa hareket alanını kendi elleriyle daraltmış olur. Bunu sadece kötü tecrübeler olarak düşünmemek gerekir. Mesela bir toplumun geçmişte ortaya çıkardığı büyük insanların, kahramanların, âlimlerin, sanatçıların sürekli gündemde olması ve unutulmaması bir süre sonra o toplumun tabulardan oluşan bir tarih algısına sahip olmasına neden olur. Aynı şekilde bir insanın kişisel tarihindeki başarılara sürekli atıf yapması ve onunla yaşaması kişinin putu haline gelir. Böylece ne toplum ne de insan kendi sınırlarını aşacak gerekli enerjiye sahip olamaz. Ya toplumsal kahramanlarının esiri olur ya da kendinin. Böylece kısır bir döngüye girer. Dolayısıyla tarihe aşırı biçimde anlam yüklenmesi üzerimizdeki yükü artırarak, şizofrenik bir vaka halini alır. Nietzsche bu sınırın aşılmaması gerektiğini salık verir ve bir çözüm olarak tarihüstü insanın resmi çizer. Tarihsel ve tarihüstü insan olarak ikiye ayırdığı insan tipinin, tarihle olan ilişkisinde ise tarihsel insanların, geçmiş ve gelecek düşüncesi açısından tarihe saplanıp kaldıklarını, haliyle bu döngünün içinde debelenmek zorunda olduklarını dile getirir. Bunlar mahkûmdur. Tarihüstü insan ise tarihin döngüselliği ve kesintisiz oluşun varlığına dair derin bilgiye sahiptir. Bu nedenle tarihe içkin olan tüm oluşların aşkın nedenini bilmesi ve ne geçmişin ne de geleceğin motive edici bir yanı olmadığını düşünür. Sahip olduğu umutsuzluk  -bunun nedeni döngüselliğin getirileridir- kalıtsaldır ve dönüşmez. Bunlar ise özgürdür.

Tarihüstü insana yüklenen bu bilgelik, onu tarihi dışardan izleyen ve tarihsel insan gibi yüksek motivasyon ile tarihin -Nietzsche’ye göre olmayan- ereklerine göre harekete geçmeyerek yalnızca seyirci pozisyonunda kalır. Bu onu bir üst bilince taşır. Böylelikle tarihin yaşam üzerindeki sakıncalarından kurtulmuş olur. İşin özü, tarihin akışı her şeye rağmen döngüsüne devam edecektir. Bu engellenemez bir döngüdür. İnsan bilincine doğrudan etki eden tarih düşüncesi ise belli bir noktaya kadar kullanışlı olsa da sökülüp atılmalıdır. Yoksa insan bu döngünün içinde kaybolup gitmeye mahkûmdur.

 

İbrahim Orhun Kaplan


Tarih Felsefesi Yazı Dizisi

1. Kant’ın Tarih Felsefesi
2. R. G. Collingwood’un Tarih Felsefesi
3. Hegel’in Tarih Felsefesi
4. İbn Haldun’un Tarih Felsefesi

 

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir