Eşitlik Üzerine Düşünceler

Hukuk doktrini, hukuki metinlerin azami etkinliğini sağlayabilmenin ancak hukuki metinlerin topluma uygunluğu ile mümkün olacağını söyler. Bu düşünce doğru olmakla birlikte, eksiktir. Zira hukuk, salt topluma göre “kanun” yapan ilkeler topluluğu değil; aynı zamanda bir düşünce sisteminin toplumun zihninde yer etmesini sağlayan araçtır. Hukuk toplumu değiştiren bir “şey”dir. Hukuk sistemleri ait oldukları felsefi sistemin bir cüzü olmaları hasebi ile toplumun zihnini o felsefi sisteme göre şekillenmesini sağlarlar. Her felsefi sistem kendi hukuk modelini de içerisinde barındırır. İnsanı ve evrene ilişkin hakikati anlama çabası olarak bir düşünce sistematiğine sahip olan felsefi sistemler; bu sistematiği toplumun tüm kurumlarına yerleştirmek isterler. Örneğin; Platonun “Devlet”ini incelediğimiz zaman; onun bilgi kuramının en sarih anlatışı olarak addedilen meşhur “mağara” benzetmesini de görürüz; “Devlet”inin -kendi felsefi sistemi ile uyumlu olarak oldukça ayrıntılı bir biçimde sistematize ettiği- hukuk kurallarını da görürüz. Zira bir felsefi sistem, toplumun tüm kurumlarına sirayet etmek; toplumun tüm kurumlarının işleyişine egemen olmak ister. Bu “isteğin” gerçekleşmesi için ise “hukuk” başat rol oynar. Bu manada modern hukuk ile onun vazgeçilmez kavramlarından “eşit”lik arasındaki ilişki irdelenmeye değerdir.

“Eşit”lik; modern hukukun vazgeçilmez terimlerindendir. Ve modern hukukun “birey”i öne çıkaran bir hukuk sistemi oluşunun temelinde de “eşit”lik kavramını aramak gerektiği söylenir. İnsanların “eşit” olması, onları aynı “hak”lara (daha ziyade “insan hakları” temelli düşünecek olur isek) ehil yapar. Ve insanların hepsinin bu “hak”lara sahip oluşudur “birey”i ön plana çıkaran. Buraya kadar bir problem yok. İnsanların haklara ehil olabilmeleri açısından -özellikle “insan hakları” bağlamında- birbirinden ayırt edilmiyor oluşu olması gereken bir şeydir. Fakat modern hukuk lügatine giren “eşitlik” kavramının temelinde yatan “çarpık” düşünce sistemi, hukukun ihdas edilme noktasında değil fakat genel olarak toplumun ve özel olarak ise “birey”lerin zihinlerini deforme eden bir yapıya bürünmesi nedeni ile problemlidir.

Batı hukuk literatürüne “eşit”lik kavramını “bir toplum kesimi” dâhil etmiştir aslında. Bu toplum kesimi “burjuva”dır. Burjuva; soylu yahut din adamı kesiminden yani ayrıcalıklı kesimden olmayan fakat aynı zamanda “serf” adı verilen köle statüsündeki insanlardan da olmayan farklı bir kesim olarak “eşit”lik ister. Burjuvanın güçlü bir “dinamizm”e sahip oluşu; feodal beyler karşısında onun elini kuvvetlendirir. Zira burjuva “ticaret” yapandır. Burjuvanın hukuki durumun değişmesine yönelik bir talep olan “eşit”lik isteminin arkasında ise burjuvanın yeni bir dünya görüşünü sahiplenmesi yatar. Bu dünya görüşü “aydınlanma felsefesi”dir. Bu vakayı alman hukukçu Schlangen şöyle ifade eder. “Ekonomik alanda gelişen burjuvazi giderek kendi yorumlarını ölçüt olarak kabul eden yeni bir dünya görüşünü sahiplenir. Bu yeni anlayışı çok kısa olarak doğal hukuku dünyevi bakış açısından yorumlayan, bireyin özgürlüğü ve eşitliğini amaçlayan bir yaklaşım tarzı olarak ifade edebiliriz.”

Bu noktada Aydınlanma felsefesinin eşitlik anlayışına dönmemiz gerekir. Burjuvanın getirdiği hukuki düzenin temelini teşkil eden bu “eşit”lik anlayışı; aydınlanma felsefesinin “neden-sonuç”a bağlı pozitivist sisteminde “nicel”iğe bağlı bir “eşdeğerlilik” şeklinde tezahür eder. Bu konuya biraz daha yakından bakalım. Aydınlanma; metafizik olanı öteleyen bir düşünüşe sahiptir ve “hesaplanabilir” ve “yararlanabilir” olana değer atfeder. Bu sebeple Adorno ve Horkheimer Aydınlanmanın Diyalektiği’nde aydınlanmanın “totaliter” olduğunu söyler. Dolayısı ile her “totaliter” gibi Aydınlanma da kendinden olmayanı ortadan kaldırmak isteğindedir. Aydınlanma için “nitelik” değil “nicelik” önemlidir. Zira “hesaplanabilir” olan odur. Aydınlanma; evvela “bilim”de aydınlanmadır. Bilimsel hakikatlerdir ki Avrupa’yı “neden-sonuç” zinciri ile tanıştırmış, bu “zincir”in düşünüş sistemini insan zihninin her noktasına yerleştirmiş, akabinde ise -zorunlu olarak- Avrupa “insan”ını kiliseye mesafeli bir hale getirmiştir. Fakat aydınlanma salt fenni bilimlerle sınırlı kalmamış akabinde sosyal bilimlere sıçramış nihai olarak ise her sosyal bilimin önüne “pozitivist” nitelemesi getirilmiştir. Modern hukukun vazgeçilmez tabiri olan “eşit”lik de bu “neden-sonuç” zinciri harici düşünceden aciz aydınlanma felsefesi tabiri olarak yürürlüktedir. Eşitliğin Batı hukuk sistemine girişi örneği üzerinden gidebiliriz; modern hukukta, insanların “eşit” olduğu bahsinden yola çıkarak insan haklarının evrensel olduğu iddia edilir. İddiaya göre burada önem atfedilen husus “insan” olmaktır. Fakat temel nokta “insan” olsa idi bu “nicelik”e değil “nitelik”e bağlı bir husus olacaktı. “Nitelik” ise pozitivist bir terim değil daha ziyade metafizik bir terimdir. Oysa modern hukukun iddia ettiğinin aksine “eşit”lik kavramının yürürlüğe girişi “nicelik”sel bir bağlamda mümkün olmuştur. “Eşit”liği talep eden ve talebi kabul gören burjuva “insan” olduğu için mi yoksa burjuva olduğu yani “para”ya sahip olduğu için mi muvaffakiyete ulaşmıştır? Burjuva ile feodal beyler arasında eşitlik kurulmasının nedeni burjuvanın ticaret yapıyor oluşu yani “niceliksel” üstünlüğü idi. Ve burjuva ve feodal beylerin eşitliğinin bedeli pozitivist düşünce sisteminin dünyaya hâkim olması ile ödendi. Ve dahi burjuvanın yürürlüğe koyduğu eşitlik modelinin.Bu “eşit”lik insanları soyut “sayı”lara indirgeyen bir eşitliktir. Zira burjuvanın “eşit”liği elde edişi niceliksel bir sebepten ötürüdür. O, parayı elinde tutan kesim olduğu için aristokratlar ile “eşit” addedilmiştir. Membaı bu vaka olan “eşit”liğin; niteliğe bağlı bir noktadan insanları eşitleyeceği elbette düşünülemez. Burada dikkat etmemiz gereken husus ise; şuan yürürlükte olan “eşitlik” kavramı “sayı”ya bağlı bir eşitlik iken; burjuvanın aristokratlar ile eşit statüye kavuşmasının akabinde onun sahiplendiği dünya görüşü olan pozitivizmin dünyaya hâkim olması neticesinde zihinlerin de “nicel” olana değer atfetmeye başlamasıdır. Yani aslında insanları kitleleştiren, salt eşitlik kavramı değil fakat zihinleri de nicele mahkûm eden pozitivist ekolün zihinleri iğfal edişinin müşterek ilişkisidir. Sonuç olarak eşitlik ve onun membaı olan öğreti, insanların “kitle”leştirir. Modern dünyada insanlar “kitle” oldukları için eşittirler

Kitle; Adorno/Horkheimer’e göre “bireylerin aslında birey değil genel olana ait” olmalarıdır. Yani “Eğilimlerin kesişim noktaları olmaları”. Bireyin genel olana ait olması ise bireylerin aynı biçimde düşünme/konuşmaları için bir tahakküme işaret eder. Bireyler bu şekilde “eşit”lenmiş/aynılaştırılmış olmaktadır. Bireylerin nasıl düşünüp/konuşacağı ise zaten tüm dünyayı esir alan pozitivist/seküler dünya görüşü tarafından belirlenmiştir/belirlenmektedir. Dolayısı ile aslında “eşit”lik; aydınlanma düşüncesinin zihinlerde diri tutulmasının aracıdır. Bireyler modern anlamda “eşit” olduklarını düşündükleri için zihni açıdan da aynılaşırlar. Zihni şekillendiren, aydınlanmanın bir diğer veçhesi olan ve modern dünyanın her türlü araç ile propagandasını yaptığı sekülerizmdir. Dolayısı ile bir burjuva terimi olan “eşit”lik terimine bağlı olmak; zihinleri pozitivist/seküler biçimde “kitle”leştirilen insanların yanında yer almak demektir.

Feyza Yapıcı

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir