Davut Bayraklı, ideolojilerin edebiyatı araçsallaştırmasını anlattı.
***
Malzemesi söz olan edebiyat, bu özelliğiyle diğer sanat dallarından üstün bir konum edinir kendisine. İçtimai yapıyı oluşturan kültür ögelerinden birisi olan edebiyat, her ne kadar soyut gibi görünse de aslında somuttur. Bu özellikler sebebiyle edebiyat, toplumun üzerinde belli bir etki gücüne sahiptir. Platon da, edebiyatın toplumun üzerinde sahip olduğu bu etkilerin bilincindedir. Belki de bu güç ve etki durumu nedeniyle, edebiyat eserlerindeki sakıncalı parçaların genç kuşağı olumsuz yönde etkileyeceğine inanır.
Edebiyatın sosyal alana girerek, içtimai olanı kendine malzeme yapmasıyla ideolojik sahaya girmesi arasında kalın bir çizgi yoktur. İşte bu sebepten ötürüdür ki edebiyat ve ideoloji tartışmasında bu iki kavramı birbirinden bütünüyle bağımsız görmek ya da bağımsız olarak düşünmek güçtür. Edebiyatı eser açısından ele aldığımızda ideoloji ile iç içe geçtiğini görürüz. Hatta bazı edebiyat kuramcıları, edebî eseri ideolojiden ayırmazlar. Edebî eserin kolayca ideoloji malzemesi yapılması ve ideolojik çıkarlar, söylemler için kullanılması, bu kullanışa müsait olması da, edebiyat-ideoloji arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktadır. Ancak ideolojinin edebiyatı araçsallaştırması, eserin edebî gücünü kıran, onu zayıflatan bir sorun oluşturur.
Edebiyat ve ideoloji arasındaki bağlantıyı daha iyi anlayabilmek için devrimleri incelemek gerekir. Devrimler ya da inkılaplar, içtimaî ve zihnî değişimi gerekli kılar. Yerleşik düzeni yıkan, bu yıkımı da hızlı ve sağlıksız bir şekilde yapan devrimler, yıkımın ardından var olan düzeni yeniden biçimlendirmeye başlar. Bu yeniden biçimlendirme işlemi sırasında devlet, düzenleme çalışmasını farklı yollarla yapar, hatta zaman zaman şiddet de kullanır. Osmanlı Devleti’nin yıkılıp modern Cumhuriyetin kuruluşu da yukarıda anlattığımız sırayla gerçekleşmişti. Devlet-i Âliyye’den Cumhuriyete geçiş, beraberinde farklı bir sistem de getirmişti. Bu geçiş döneminde edebiyatta payını alıyor ve yeni rejimin istediği insan tipini oluşturma olgusu içinde terbiye ediliyordu. O dönem edebiyatında hem yapı olarak hem de içerik olarak gözle görülür ve köklü bir değişim gerçekleşiyordu. 1923 sonrasında gelişen edebiyat, içinde bulunduğu siyasî ortamdan azade kalamıyordu. Eserlerin siyasî gelişmelerden uzak kalamaması sanat kaygısını zedeliyor, ürünlerin edebî çıtasını aşağı düşürüyordu.
Cumhuriyet rejimi çok düşünmeye hacet görmedi ve toplumun her kesimini şekillendirmeye, dinî olana dahi bir şekil vermeye çalışırken edebiyat bundan nasibini almayacak mıydı? Elbette rejim edebiyata da bir çeki düzen verecekti. Bu yüzden bazı eserler ve eser sahipleri koruma altına alınmalıydı. Koruma altına alınacak bu eserler ve eser sahipleri kimler olacaktı, bu edebî ürünlerin özellikleri neler olacaktı? İşte bu sorular hemen rejimin içinde cevap bulmuş sorulardı. Kafa karışıklığı; bağımsız ve edebî değeri olan eser üretmek, ortaya koymak isteyen hür düşünceli münevverlerdeydi. Yoksa rejimin bu konuda her hangi bir kafa karışıklığı yoktu. İşte rejimin himaye altına alacağı ve hamisi olacağı eserlerin tasnifi:
- Modern cumhuriyetin devletçilik politikasına uygun olarak ortaya konulan “milliyetçilik” ve “modernlik” kavramlarını yükselten, topluma bunu empoze edenler.
- Yıkılan, eskiyen rejimi kötü gösteren, yeni kuşakların gözünde onu mahkûm edenler.
- Vatanseverliği savunanlar.
- Devlet, toplum ve sistem için kişinin kendisini feda etme idealini işleyenler.
Rejimin edebiyat üzerindeki ideolojik baskısı bunlarla da bitmiyordu. Bir sistem devrilmiş, yerine yeni bir sistem kurulmuştu. Devrimler tepeden inme yapılıyordu. Halkın benimsediği devrim, hemen hemen hiç yoktu. Tepkiyle karşılanan kurallar topların, jandarma dipçiğinin gölgesi altında zorla kabul ettiriliyordu. Bunun yanında Halkevleri üzerinden edebiyat ve sanat kullanılıyor ve resmi ideolojinin yerleşmesi sağlanıyordu.
Hâkim gücün, edebiyat üzerinde devlet baskısı kurması ve edebiyatı resmi ideolojiyle paralel olarak şekillendirme çabası, yeni bir Türk Edebiyatının doğmasına neden oldu. Ancak bu baskı, devletin kendi istediği sisteme uygun insan tipini yaratmada bir yardımcı olarak kullanmak istediği edebiyat, eserlerde nitelik ve keyfiyet zaafına sebep oldu. Behçet Kemal, Kemalettin Kamu gibi isimlerin verdikleri ürünler bunun en bariz örneklerini oluşturur.
Buna benzer isimlerle oluşturulmaya çalışılan edebiyat sonuç olarak halktan koptu. Sanatkârlar duygu ve düşüncelerini tam olarak açığa vuramıyorlardı. Buna hem dönemin sanat anlayışı, hem de dönemin hâkim gücü olan resmî ideoloji müsaade etmiyordu. Dilde sadeleşme adına başlatılan uygulamalar da, edebiyat dilini anlaşılabilir olma adına basitliğe indirilmişti. Son tahlilde belki dil anlaşılır olmayı başarmıştı ancak kitlelere ulaşmıyor, halka geçmiyordu.
Sosyalist bir dünya görüşüyle yola çıkan Toplumcu Gerçekçi yazar ve şairler, kendi düşünceleri üzerinden yeni bir edebî akım oluşturmuşlar, bu akım vesilesiyle de yeni bir alan açma çabasına girmişlerdi. Fakat edebiyatı tamamen ideolojinin bir aracına dönüştürmekten de kurtulamadılar.
Sonuç olarak edebiyatın toplumu şekillendiren diğer sanat dallarına göre daha baskın olduğunu düşünüyoruz. Bu gerçeği bilen resmî ideoloji, elinin altında bulunan kalabalıklara istediği fikri benimsetmek, toplumu şekillendirmek istediği hayat tarzına doğru kaydırmak, modern bir yaşamı(!) empoze etmek için edebiyatı bir araç olarak kullanmıştır. Bu durum ise edebiyatta nitelik kaybına yol açmıştır. Bu ağır kan kaybı sadece eserlerin kalitesini düşürmemiş, eserleri üreten yazarları, aydınları da sanatkâr ruhtan koparmıştır. Neticede ideolojik bakış açısı, sanat kaygısını geçince edebiyat ayağa düşmüş ve bayağılaşmış, özgün, başat eserler ortaya çıkamamıştır.
Şahsî kanaatimize göre edebî eserler ideolojik fikirlerin savunuculuğunu yapmamalıdır. Devlet, kendi halkını, halkının değerlerini göz ardı ederek, tarihî, millî değerleriyle karşı karşıya getirmemelidir. Hele de bunu edebiyat üzerinden yaparak, edebiyatı bayağılaştırmamalı, değerini düşürmemelidir. Fransız İhtilâli sonrasında Fransa’da, Bolşevik İhtilâli sonrasında Sovyet Rusya’da, Komünist Devrim sonrasında Çin’de yapılanların edebiyata nasıl zarar verdiği bunun en bariz göstergesidir.
1 Yorum