Aydınlanan Ulusların Küreselleşmesi ya da Bildiğimiz Dünyanın Sonu

Küresel tek devlet yapısı, “Aydınlanma” adı verilen Avrupa tecrübesinin hedeflediği dönüşümlerden biri idi. İnsanların kan dökmeden, çatışmadan huzur içinde yaşayabileceği ütopik bir beklenti değildi bu. Küresel devlet, huzura teşne bir toplumun içinde bulunduğu iktisadi ve kültürel bunalımların kurtuluş reçetesi olarak görülüyordu. Kant’ın tarih felsefesinde resmini çizdiği bu yapının ilerleyen yıllar boyunca daha sistemli hâle getirilerek yaygınlaştırılması, küresel devleti kurtuluş reçetesi olarak gören ideologlar için beyhude bir çaba değildi. Öyle ki, tek devlet fikrinin ciddi anlamda tartışıldığı on sekizinci ve on dokuzuncu Hıristiyan asırlarının sonrasında yaşanan tüm gelişmelerin bu fikre zemin hazırladığını söyleyebiliriz.

***

Birinci ve ikinci dünya harbi arasında geçen yirmi bir senelik akışa göz ucuyla bile baksak yaşanan siyasi ve iktisadi gelişmelerin, ikinci harp sonrasındaki küreselleşme çabalarının gerçekleşmesi için atılan adımlar olduğunu görebiliriz. Bu çabalar ulus devlet yapısının tam teşekkülüyle doğrudan bağlantılıydı. Uluslaşma aydınlanma şapkasından çıkan tavşan değildi. Küresel organizasyona giden yolun tek ideolojik şartıydı. Bunu anladığımız zaman iş işten geçmişti. John Maynard Keynes gibi isimlerin ikinci harp sonrası oynadığı rol henüz anlaşılmış değil. İsmet Özel’in ona olan nefreti, yirmi neden ile şiirleşti. Fakat bu detay sosyal bilimcilerin dikkatini çekmedi. Oysa insanların boykot yoluyla yok olmasını istediği sermayenin temelleri, onlar eliyle devamlılık kazanmıştı. Bugün küresel markaların sahip olduğu güç sayesinde katliam yapabilenlerin karşısında vaktiyle gösterilmeyen tavır şimdi hepimizin elini kolunu bağlamış durumda. Testi kırıldıktan sonra nasihat etmeye başlayan yerli sermaye sahiplerinin boykotu kendi itibarlarının ve sermayelerinin bir parçası haline getirmeye başlaması, Keynes’in felsefesinin ne kadar güçlü olduğunu ispatlamaktadır.

***

Harp sonrası düzende sermayenin küresel gücü ile devlet temelindeki ulus bilinci iki zıt durumu temsil etmeye başladı. Sermayenin yaygınlaşması, ülkelerdeki herhangi bir azınlığın kendi meşruluğunu öne sürerek siyasi mücadele içine girmesine ihtiyaç duydu. Böyle olduğu takdirde terör örgütleri, siyasi yapılanmalar ve halk gücü işin içine girerek döngüsel bir işleyiş doğuracaktı. Sermayenin küresel gücünden pay almak, azınlıkların diğerlerinden sıyrılarak öne çıkma iştahını kabartıyordu. Yani sermaye, yeryüzündeki sarsılmaz gücünü azınlık hareketlerinden alırken; azınlık, direnme gücünü muhayyel bir sermaye gücünden alıyordu. Dolayısıyla küreselleşme, maliyetsiz, zahmetsiz ve kesintisiz bir yaygınlık alanı kazanmıştı. Hiçbir çaba harcamadan büyüme mekanizmasını kurabilen küresel sistem, gücünü kayda değer tarihi bile olmayan küçük grupları özgürlük vaatleri ile köleleştirerek kazandı. Bu işleyiş ABD’de nasıl ise Afganistan’da da aynıdır.

***

Her halükârda bir ulus düşüncesi varlığını korudu. İnsanlar ulus bilinci ile hareket ederek vatan saydıkları topraklar için durmaksızın çaba harcadılar. Teknik gelişmeleri kimin gerçekleştirdiğinin önemi olmayan bu düzlemde, hangi ideolojik çatının altında yer aldığınız ulus düşüncesi ile görmezden gelindi. Esas olan bu toprakların gelişip gelişmediği idi. Gelişmekte olan, az gelişmiş, gelişmiş gibi tanımlamalar ile idealize edilen standartlar ulus olması beklenen insanların gözüne perde oldu. Çünkü bir gün kendilerinin de gelişmiş ülkeler sınıfında yer alacağı ümidi herkesi cezbediyordu. Aydınlanma çatısı altında gelişen uluslaşma, küreselleşmenin olmazsa olmazıdır.

***

Bazı şeyleri geç anladığımızı nereden çıkarıyorum? Bu sürecin gözle görünen en belirgin sonucu, yolların, köprülerin, viyadüklerin, tünellerin ve diğer teknik imkânların hiç olmadığı kadar kusursuz hâle getirilmiş olmasıdır. Ulusların varlık bilinci ve gelişme çabaları, yollarını uluslararası ticari yollara hizmet edecek şekilde gelişmeye zorladı. Kendilerine ait olmayan malların satışı için ülkesini yolgeçen hanına çevirdi. Diğer yandan kitleler uluslaşma heyecanıyla birbiriyle olan husumetlerini derinleştirerek millet olma imkânını da kaybetti. Çünkü Wallerstein’ın sıklıkla vurguladığı üzere küreselleşmenin tek bir gayesi vardı. O da sermaye sahibi Amerika/Avrupa kültürel sisteminin tüm dünyada geçerliliğini tesis etmekti. Bu yüzden en bilinen eserlerinden birinin adı “Bildiğimiz Dünyanın Sonu” idi.

 

İbrahim Orhun Kaplan

 

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir