Allah senin ömrünü uzatıp değerini artırsın. Çabaların sayesinde seni başarıya ulaştırsın ve makamını yükseltsin. Sana verdiği nimetleri kat kat artırsın ve sürekli kılsın. Seni tasalandıracak olan şeyleri senden uzak tutsun. Sana anlattığım, açıkladığım ve senin de öğrenmeye can attığın ve elde etmek istediğin felsefî konuları tasnif etmek üzere beni yönlendirdiğin ve teşvik ettiğin konuda senin emrini derhal yerine getirme düşüncesinden bir an bile uzak kalmadım. Ayrıca, çağımızda yaşayan ve kendileri ile birlikte olma imkânı bulduğumuz büyük bilginlerin görüşleri arasından bu konudaki görüşlere paralel olan, bu alandaki bilgileri destekleyen ve görüşleri güçlendiren, onun [: felsefenin] cevherinin ne kadar saygın, öneminin ne kadar yüksek olduğunu ortaya koyan birtakım bilgileri de göz ardı etmedim. Allah’a yemin ederim ki, eğer şu dünyanın meşguliyetleri, bunda yaşayanların türlü türlü durumları, alacakaranlıkları ve gölgeleri, bir görünüp bir kaybolan fırtınalar ve yıldızlar, babaların ve oğulların uyur uyanık olması, burada yaşayanların bayağılaşıp dibe vurması, bu dünyanın ipine sarılanların, onu[n göğsünden] emip sonra pişman olanların durumlarının her geçen gün biraz daha bozulması gibi durumlar olmasaydı, tüm bunları bir kitapta toplayıp en yakın zamanda ve uygun biçimde sana sunma konusunda bu kadar gecikmiş olmayacaktım.
Öyle bir ülkede bulunuyoruz ki, sanki ıssız bucaksız bir ova. Ve [burada yaşayanlar] öyle bencil ve sağır insanlar ki, burada ne kendisine kulak verilen rehber, ne bilgisinden yararlanılan bir bilgin, ne yaptığı iyiliklerden söz edilen bir cömert, ne kendisine saygı gösterilen bir saygıdeğer ve ne de olup bitenleri anlayan, sözü dinlenen, büyüklüğü anlaşılan ve kendisine değer verilen bir kişi kalmış. En küçük bir edep belirtisi ya da en azından bir ağırbaşlılık bile kalmamış burada. Bu durumun nedeni, yalnızca, kalplerin kin tutup bozulması, asaletin kaybolması, dinin yıpranması, arsızlığın ortalığı kaplaması, düşüncenin ortadan kalkması, saygının yok olması, siyasetin bozulması, herkesin kötü ve ahlaksız şeyler yapmakla böbürlenir hale gelmesidir. Hayatıma yemin ederim ki, tavizsiz siyasetçilerin ve bilgisi ile [Allah’a] tapanların bulunmayışından, hayâ sahibi ve iyi ahlaklı kimselerin bozguna uğramasından, haksızlığın ve düşmanlığın insanlar arasındaki ilişkilerin temel hareket noktası olmasından dolayı dünyanın albenisi artmış ve geçimi sürdürmek son derece güç bir hale gelmiş olmasaydı, dünyanın iyi hali ve güzel gelenekleri hiçbir zaman ortadan kalkmayacaktı. Zatı yüce, adı mukaddes olan Allah’a gelince o, yaratılanlar nezdinde ‘gayb’ [: duyularla algılanamayan, fizikötesi] olduğu içindir ki, ona özgü durumlar bilinemez ve onun kapıları açılamaz. Hiçbir şey onunla karşılaştırılamaz. Duyular bizi ona ulaştıramaz. Bu nedenle, ona karşı çıkılamaz; ona teslim olmak ve bağlanmak zorunludur. Dolayısıyla, bunu [: bu konuda görüş belirtmeyi] bir tarafa bırakıyorum. Çünkü, bu [alan] yükselişinin sonu olmayan uçsuz bucaksız bir fezadır.
Senin üstü örtülü ya da doğrudan isteklerine, gece gündüz ısrar etmene, aracı üstüne aracı koymana rağmen, isteğini yerine getirmeyi bugüne dek ertelememin tek nedeni, [ortaya koyduğum eserin] senin arzunu karşılamaktan uzak kalacak kadar yüzeysel olmasından, senin onu inceleyip yapmacık ve basit yönlerinin farkına varacak olmandan, eksik yönlerinin senin gözüne batmasından ve bu nedenle hem yazdıklarıma hem de kendime senin tarafından gelebilecek herhangi bir kötülemeden ve ağır sözden çekindiğimden dolayıdır. Allah seni suskunlukta daim kılsın, ta ki tüm bu olumsuzluklardan uzak kalasın. Çünkü, ne kalem dile benzer, ne yazı açıklamaya ve ne de nefeslerle birlikte uçup gidenler, insanlarda iz bırakan şeylere. İşte bu ve benzeri nedenler azmin kanatlarını kırpıyor, hevesi ve merakı azaltıyor, kişinin gönlünü kırıyor, onun büyük hedeflere yönelme hırsını ve düşünce dilini köreltiyor. Buna ek olarak, güvendiğim, kendisine danışmakla aydınlandığım ve görüşleri ile kendime yön verdiğim dostlardan biri bana şunları söyledi: “Filanca kişinin senin için uygun bulduğu ve dolayısıyla sana şeref kazandıran göreve uygun bir iş çıkarmalı ve yaptığın işi onun isteğini karşılayacak bir düzeyde yapmalısın. Bilmelisin ki, onun emrini yerine getirmek üzere yaptığın iş, olgun, senin değerini artıracak cinsten, estetik ve işlemeli olmalıdır.” Alanında kendini kanıtlamış kişilerin, seçkinliğin zirvesinde bulunan üstünlüklerini ve sözlerini sıradan insanlarda bulunan özellikler düzeyinde gösterme gibi sakıncalı bir durumun ortaya çıkması söz konusu olmasaydı, bunları aktarmada herhangi bir güçlük çekme ve sıkıntılı bir süreçte uzun süre çaba harcama zorunda kalmayacaktık. Doğrusu, eğer senin onlarla ilgili olarak sözünü ettiğin parıltılı sözleri, değerli nitelikleri, zor olanı kolaylaştırıp anlatma ve karmaşık olan şeyleri açıklama gibi özellikler ilave edilmemiş olsaydı bile, bu eserin, elde edilmeye çalışılan ve istenilen hakikatten aldığı paydan bir şey eksilmiş olmaz ve dolayısıyla, sen de rahatlamış olurdun ve üzerinden büyük bir yük kalkmış olurdu. Sonuçta tüm bu güçlükler ortaya çıkmamış ve sen de bıkıp usanmamış olurdun.
Yine [bu dost] demişti ki: “Büyük küçük herkes bilir ki, her insan ciğeriyle nefes alır, burnu ile koklar, kolları ile uzanır ve istediği şeyi alır, herkes kendi karakterinin gereği ne ise ona göre hareket eder, herkes kendi bilgisi, niyeti ve çabası ölçüsünde karşılık bulur.” Bu sözler bana güç verdi, ama yeterli değil; hevesimi artırdı, ama çok az. Bu nedenle, göğsümün daralması, bir şeyler yapma isteğimin kaybolması ve yolumun tıkanması gibilerden sana anlatmış olduğum durumla karşı karşıya kalmış bir halde, darmadağınık olan şeyleri derlemekle, oraya buraya saçılmış bulunan bilgileri araştırıp tüm gücüm ve çabamla toplamaya çalışmakla ve ölü durumda bulunan bu bilgileri var gücümle hayata geçirmekle uğraştım. Senin için var gücüyle çalışan birini kötülemen yakışık almaz ve bütün amacı senin isteğini yerine getirmek olan bir kişi ödülü hak eder. İyi ilişkilerin başlangıç noktası ve insaflı davranmanın anahtarı budur. Ulu ve yüce Allah’tan dileğim odur ki, ben senin iyiliğini isterken ve sen de bana güzellikle muamele edip dururken, sınırı aşan bir kişi durumuna düşmüş olmam.
BİRİNCİ SOHBET
Ruhun ya da Zihnin (en-nefs) Temizlenmesi ve Beden Kaynaklı Şaibelerden Uzak Tutulması
Ebû Süleyman el-Mantıkî’den dinledim. Diyordu ki:
Sırların açığa çıkmasının tek yolu düşünme ve tasavvurdur (el-i’tibar). Doğru seçim yapmanın tek yolu, araştırmaya ve incelemeye (el-ikhtibâr) öncelik tanımaktır. Kendi nefsi ile ilgili düşüncesi kötü olan bir kimsenin, başkalarına samimi öğüt vermesi çok zordur. Eğer sen bir kaptan su içmek, ona bakmak, onu yanında taşıyıp korumak ve onunla diğer işlerini görmek istesen, ona değen ve bulaşan şeylerin pisliğinden onu temizler; bu kabı tertemiz, pırıl pırıl görmek istersin. Böyle olmadığı zaman ondan tiksinip iğrenirsin ve ondan uzak durursun. Senin tabiatın onu elinde tutmaya elvermediği için, ondan duyduğun nefret bir an olsun yok olmaz, bir an bile dönüp ona bakmak istemezsin ve onun çirkin görüntüsü senin tüylerini diken diken eder. Tıpkı bunun gibi, bilmelisin ki, senin, ‘nefs’inin mutlu olduğu, hakikatinin olgunlaştığı ve özünün tertemiz hale geldiği bir düzeye erişebilmenin tek yolu, onu senin bedenine ait olan pisliklerden temizlemek, bileşiminle ilgili bulanıklıklardan arıtmak, onu tüm tutkularının etkisinden korumak, şehvet memesinden onun emdiği sütü kesmek, aç gözlülükten ve kötü alışkanlıklardan onu uzak tutmak, senin düzenini alabora edip seni yok edecek ve öldürecek şeylere karşı onu korumaktır. Öyleyse ey İnsan! İşittiğin, hissettiğin ve kavradığın şeylere dayan. Kendine gelip başarıya ve mutluluğa ulaş. Çünkü sen, mükemmel bir durumda olmak üzere yaratılmış, çok şerefli bir amaca çağrılmış, yüksek derecelere erişebilmek üzere planlanıp programlanmış, çok muhteşem donanımlarla donatılmış, kapsamlı bir kelime ile taçlandırılmış bulunuyorsun. Sana çok yakın bir köşeden seslenildi.
Kaynak: Akıl, Ahlak, Eylem ve Ruh Üzerine Akşam Sohbetleri, Ebû Hayyân Tevhîdî, Bordo Siyah Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, Giriş Bölümü.
1 Yorum