Uzun yolları aklına giydiren insan, uzun düşünceler içerisinde ‘kendiliğini’ ortaya koymaya çalışırken aslında kendinden yoksun olarak bir ‘kendilik’ arayışına girişmiş demektir.
Kimdir o ‘kendi’ dediğin, belki ıssız bir düşün peşinden sürüklenen kişi, belki de bir sesin peşinden sesini yitirmiş bir sessizdir. Köşe başlarını tutmuş, öznesi yalnızlık olan bir kimsedir.
Üzerine düşmüşüz kendimizin, üzerinde ısrarla durmuşuz, yoğrulmuşuz, bir başkası olarak değil bilfiil kendimizle baş başa kalmışız.
Delice koşmuşuz bir şeylere, çatlarcasına, bu koşuşumuz bizi kendimize olan inancımızı arttırmış. Alışmışız kendini perişan bırakmaya, bir yalnızlık çekmişiz bin yıllık, küflenmeye başlamış isimlerimiz.
Paslanmış isimlerimizi önce kim seslenmişse onun söyleyişinde bulmuşuz kendimizi.
Kimdir o ‘kendi’ dediğin? Bunun karekökünü alamıyoruz, hiçbir matematiksel işlemde geçemeyecek kadar derinden sarılıyoruz ‘kendi’ dediğimiz gerçekliğimize. Haritası yok bu kendiliğin, yönü yok, tarafı yok.
Ne yana dönsek kanamalı bir arayış içerisinde buluyoruz kendimizi.
Ben neredeyim, demekle sınırımı çiziyorum aslında. Olduğum yerin anlamını çizmeye çalışırken yakalıyorum kendimi. Buna destek aramıyorum, yerimi belirginleştirirken kendimin olması gereken yerini de izliyorum. “Kimdir o kendin dediğin?” demek bu yüzden bir mekâna hapsedilen “ben”in bir mekân dışılığını da belirginleştiriyor.
Kimdir dediğin o ‘ben’ eğer kendiliğini bulmuşsa zaten kendiliğiyle bir başkası da olabilir. Kendinden kendiliğine açılan insan bir yolcu gibidir.
Yolculuk, bir telaşıdır; beyaz yazılarla yazılması için yüreği kuvvetli ve çetin bilmecelerle keşfine yürüyen insanın. Kerouac’a göre yol yaşamın ta kendisidir. Yolda’da şöyle söyler: “Daha uzun bir yol var aşılacak. Ama ne tasa, yol yaşamdır.”[1] Yaşamın kendisidir yol ve kendiliğini elde eden yola dökülür. Bu belki de tam da “sefer der vatan”dır.
İçsel yolculuğunu tamamlayan, gerçek yolculuğuna çıkabilir.
“Uykuyu yaratmış olana bin teşekkür!” der Cervantes.”[2] Yolculuğun yoruculuğunu üzerimize giyindiğimizde yol halinin o ter-ü taze perişanlığını ancak uzun yolculuğa çıkanlar bilecektir. Kendini arama yolculuğu bu bakımdan yolculuğun en önemlisidir bu yüzden de uzundur. Fakat küçücük bir ışık bulduğunda da bu onu yola daha sımsıkı sarılmasına yardımcı olur. Şevk verir, istek artırır.
Gerçeğin –hakikatin zorluğu insanın bunu elde etme halindeki yorgunluğu onu perişanlığa sürüklese de tatlı bir yorgunluk olarak durur içerisinde. Bu bakımdan “Doğrusu, gerçeğin hemen kavranması ne denli zorluysa, bütünüyle kavranması da o denli zordur. Ama insanoğlu gerçeğin bir parçasını kavradı mı, bütünü kavradığını düşüne kapılır.”[3]
Noksanlığımızın farkındalığı bizi arayışa iter. Bu itekleme gücü içsel serüvenin başlangıcını oluşturur. Kendimize “Kimdir o kendin dediğin?” sorusunu sormak için belirli bilgilerin bizde oluşması gereklidir. “Platon’a göre, bilgi bizi varlıkla birleştirmek suretiyle, yoksun olduğumuz bir mükemmellik oluşturur.”[4] Bilen, kendini tanımlayabilir. İmam Gazâli hazretlerine göre, süje, “İnsanın hakikati olan algılayan, bilen, irfan sahibi (arif) kalptir.”[5] Fakat bazen bilmek Bacon’un dediği gibi azabımızı artırır. Ya da “İnsanın yaptığı her şey, bilinemeyen derinlikte saklı bir iç hayatın tamamlanmamış, âdeta gülünesi çaresizlikteki ifadesidir sadece, bu iç hayatı yüzeye çıkarmaya çabalar ama onun uzağına bile ulaşamaz”dır. [6]
Bu yüzden belki de acılanmayız. Çünkü “Acılar karşısında sözlerin gücü çabuk tükenir.”[7]
Bilal Can
[1] Salâh Birsel, Şiir ve Cinayet, Sel Yayınları, İstanbul, 2012, s. 18
[2] Salah Birsel, Age, s.40
[3] Salah Birsel, Age, s. 58
[4] Prof. Dr. Şahin Filiz, İslam Felsefesinde Mistik Bilginin Yeri, Say Yayınları, 384 Sayfa, 2. Baskı, İstanbul, s.22
[5] Prof. Dr. Şahin Filiz, Age, s.34
[6] Pascal Mercier, Lizbon’a Gece Treni, Çeviren: İlknur Özdemir, Kırmızı Kedi Yayınları, İstanbul, 2012, s. 32
[7] Pascal Mercier, Age, s. 248