“Sonra Herkes Kendi Yanlışı Peşi Sıra Gitti”

Vakit gelmişti. Artık buluşmaları gerekiyordu. Saatler, günler hatta aylar geçmişti lâkin Celal Kuru, Sulhi Ceylan’ın nazarından geçmemişti. Son günlerdeki ketumluğu, bir şeyler yazamaması hep bu yüzdendi. Kalbine gelen bir ilhamla doğrudan Feyyaz Kandemir’i aradı. “Buluşalım mı?” diye sorduğunda Feyyaz dişil bir reverans yaptı. Biraz nazlandı, ağırdan aldı. Sonra coşkuyla, “tabiî ki” diye bağırdı.

Âdil bir buluşma noktası arandı. Belki de ismiyle müsemma olsun diye Çağlayan Adliyesi’nin önü seçildi. İkili metrobüse bindiler ve Sulhi Ceylan’ı aradılar. Sulhi hiç tereddüt etmeden “Ben de sizi bekliyordum, haydi gelin” dedi.

Celal, metrobüsün koltuğuna oturur oturmaz uzun zaman sonra yanına aldığı çantasından Beş Şehir’i çıkardı. Feyyaz’a, “Bazen üç bazen beş bazen de sekiz kitap bir arada okuduğum oluyor ama ne zaman bir Tanpınar kitabını elime alsam başka bir kitaba yönelemiyorum. Özellikle Beş Şehir kuma kabul etmeyen kıskanç bir kadına benziyor. Onu okumaya başladığınızda kendisine şerik istemiyor, başkasına gözünüzün kaymasına bile müsaade etmiyor.” dediğinde herkesin kulakları ve gözleri bu iki adamın üzerindeydi. Edebiyat, Tanpınar, Beş Şehir, kadın, kuma, şerik… Bu adamlar ne konuşuyor, neyi kast ediyorlardı?

Bu arada Sulhi onları küçük bir çay ocağında bekliyordu. Celal’le aynı anda Sulhi de çantasından bir şiir kitabı çıkardı. Şair “tavaf ettim kendimi bu akıl almaz bir hâldi / delirmiş yüzlerimi topladım uysal günlerden” diyordu. Bu arada Kadıköy hafiften heyecanlanmaya başlamıştı. Edebifikir ekibi ne zaman buluşsa Kadıköy kendince mutlu oluyordu. Mutluluğun duygunun ötesinde bilgi ile ilgili olduğunun farkında olan Kadıköy, bu bilgiyi üstünde gezinenlere verememenin acısını da yaşıyordu. Hayat işte acı ve mutluluğun dansı…

Sonunda ekip “Mutlu Çay Ocağı”nda buluştu. Çaylar içildi, tostlar yenildi. Sonra Celal sürekli tekrar eden şehir hayatından, makine sesinden, betondan sıkıldığını, bu tekrarların hayatı çekilmez hale getirdiğini ve artık köyüne, toprağa dönmek isteğini anlatırken, Sulhi, hayatın tekrarlardan ibaretmiş gibi göründüğünü ama aslında tekrarı görmenin bir gaflet hali olduğunu ve nedense insana çok yakıştığını anlattı. Eğer göz körse “toprakta bile tekrarı görebilir” dediğinde Celal anlaşılmadığını düşünüyor ama nedense susuyordu. Belki de susmanın en üst bir konuşma dili olduğunu anlatmak istiyordu. Susarak bağırmanın bir yolu da bu olsa gerekti.

Zaman geçiyordu. Mutlu Çay Ocağı kapanmış, üçlü Kadıköy sokaklarını aşındırmaya başlamıştı. Celal birden Sulhi’ye dönerek, “Bir insan hayatında Kierkegaard’ın ‘Tanrı benimle neyi kast etmiş olabilir?’ sözünün cevabını bulabilir mi?” sorusunu yöneltti. Feyyaz bir âh çekti. Sanırsınız ki Didem Madak o âh’ı işitip Ah’lar Ağacı’nı yazmıştı. “Ah be Celal Kuru biz bunun cevabını bir mısra ile vermiştik, ‘doğmadın, yaratıldın sevildiğine delil bu’”.  Ardından Sulhi Ceylan felsefedeki “teşebbüh billâh” kavramı ile konuya girdi. “İnsanın en mükemmel örneği Rabbi’dir. Çünkü O mutlak ve en yüce varlıktır. İnsanın dünyada iken yetkinliğe kavuşması ise bu en mükemmel varlık olan Hakk’a benzemekle elde edilecek bir şeydir. Bu mesele İslam kültüründe ise Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmak ilkesi ile açıklanır.” Kierkegaard belki de bunları biliyordu ama kendisinin kesinlikle bir Edebifikir buluşmasına katılması gerekiyordu.

Ekip, küçük bir çayocağı bulup muhabbeti koyulaştırdılar. Edebifikir için yeni projeler, ne olacak dünyanın hali, ayrılığın sevdaya dâhil oluşu, patates ve kitap fiyatları gibi pek çok konu konuşuldu. Bir ara sohbet o kadar koyulaştı ki ne konuştuklarını bile unuttular. Önemli olan aynileşmekti. Sohbetten kasıt buydu, öznellik kapısını sonuna kadar açıp birbirlerini birbirlerinde görmek…

Derken ayrılık saati gelmişti. Celal adisyona H. Auden‘in meşhur dizelerini yazmıştı: “Arkadaşlar burada buluştu ve kucaklaştı / Sonra herkes kendi yanlışı peşi sıra gitti.” Hesabı bu şekilde kapatmayı düşünürken, Feyyaz ödemişti bile.

Sulhi Ceylan ayrı bir mecraya aktı. Celal ile Feyyaz metrobüse bindi. Geride Naile Dire’nin bir dizesini bırakmışlardı: “İnsan / rahmine dönmeyi istedi”.

Edebifikir

DİĞER YAZILAR

3 Yorum

  • Oku Yamayan , 29/09/2020

    çay oyuna katık, dedikodu konuşmalara ana yemek olduğundan bu yana ne köy ne de şehir her yer dar. İçimizde hayali yeşeren köyler sanırım Mustafa Kutlu hikayelerinde var.

    cem karaca’nın son röportajlarında birisinde seksenli yılları ve de özal’ı sormuşlardı. demişti ki “özal, ülkeyi hızlandırmak istedi. eski demiryollarında treni hızlandırarak yapmaya çalıştı bunu. kültürel alt yapı olmadan bu tür hamlelerde başarılı olamazsın!”

    insanlarımız daha çok kazanmaya ve de harcamaya başladılar ama ne gelenek kaldı ne de gelecek! (belki gelecek yaşanması kesin olmayan zaman dilimi olarak düşünülür ancak kasıt kesin gelecek olan ‘gelecek’ tabiridir. gelecekten kasıt yarın değil ahirettir.)

    özden uzak yaşadığımız için bir kısmımız arıyor o saflığı, güzelliği. şehirde yaşayan köydedir diyor köyde yaşayan şehirde.

  • okur , 28/09/2020

    Celal abi bakın şunu söylüyorum. Ben köye geldim belki nefes almanın ne demek olduğunu burda bulurum diye. Köy de köy yani, uçurumda ve üç kişi yaşıyor! Ama hiçbir şey değişmiyor biliyor musunuz?
    Mesela burda insan kalabalığı yok ses yok bina yok kütlük yok dedim. Ama nereye gitsek kendimizi de götürdüğümüz için yer değiştirmenin hiçbir faydası yok. Kütlük dış dünyada değil, bizim bakışımızda. Diyorlar ki hikmetle bakan göz için harikayı gizleyen perde bile harikaymış, cidden çok ilginç!
    Mesela insan kaç yaşına gelirse gelsin isterse zor yürüsün zor nefes alsın isterse bir ayağı çukurda olsun yine de ölümle yaşamıyor. Bu dünyaya tutunmak için bir şeyler mutlaka bulunuyor. Gençlerin önünde koca bir gelecek var ona bağlanıyor, yaşlılarsa sürekli geçmişte nefes alıyor. İnsan, şimdi’den kaçabildiği yere kadar kaçmayı tercih ediyor.
    Mesela köydeki insanın şehirdeki insandan da hiçbir farkı yokmuş. Tutkular hırslar sonu gelmez istekler olduğu gibi kalıyor, sadece kılıf değiştiriyor. İnsanın doğası bu. Yani olduğumuz yerde beceremediğimizi hiçbir yerde beceremeyeceğiz.
    Ama gelin görün ki ismini yeryüzünden silme isteği de insanın peşini bırakmıyor. Ama o burda da olmuyor ne yazık ki. O belki de dünyada mı olmuyor acaba? Başka bir yaşam alanı bulmalıyız o zaman! Onu da siz bulun artık, biz de rahatlayalım!

    Hem var ya köye giderseniz şehri kesin özlersiniz. Su satan çocukları, önünde tartı ile bekleyen amcaları, sırtına koca arabayı yüklenenleri, cami önlerindeki satıcıları, meczupları, tüm garipleri ve eksikleri. He tabi en çok edebifikir buluşmalarını çünkü kimseye söylemeyin ama kütlükten kurtulmanın yolu edebifikirde olabilir. Bu yüzden edebifikir yeni dönemde “kütlükten kurtulma projesi”ni hayata geçirmeli!

    • Bilemiyorum altan , 28/09/2020

      Belki gözlem yapacak daha iyi bir öykü yazacak

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir