Kerim Kolat’a Yöneltilen Okuyucu Soruları
1. Öğrenci evinde bulaşıklar birikmeden mi yıkanmalıdır, dağ gibi bulaşık varsa memleketten döndüğünüzde karşınızda, nasıl tepki verirsiniz? Enes Bayoğlu
Cevap: Öğrenci evleri, bahtiyar topraklarımız üzerine kurulmuş kadim medeniyetlerdir. Modern bilime göre ateş ve tekerlekle başlayan medeni süreç, “öğrenci evleri medeniyetlerinde” küflü bulaşıkların bulunuşuyla başlar desek yanlış bir cümle kurmuş olmayız.
Psikiyatri biliminin alanını genişletmeye başladığı 90’lı yılların başında, kimi psikiyatrların, gözlemlerine tabiî tutulacak kadar önem arz etmiş, onlarca yıl, bir kapalı kutu gibi kendi içinde yaşamıştır bu evler. Bilmem kaçıncı uydumuzu uzaya gönderdiğimiz şu günlerde bile öğrenci evleri ve içerisinde yaşadığına inanılan canlıların; oluşumu, mahiyeti ve sırları hâlâ çözülememiştir. Dünyaya kapalı olduğu kadar Allah’a açıktır olan bu mekânlar, yaratandan gayri kimseciklerin vakıf olamadığı manzaralar, hayatlar, acılar, tiplerle doludur. İleride insanlığa ışık tutacak birçok fikir burada yaşar ve yaşatılır. Kıyamete kadar hayatta kalacağı düşünülen bu değerlerin, bilimsel dayanakları, yıllar süren bir çalışma sonrasında anne ve babaların hizmetine sunulan, “Öğrenci Evleri Kripto Analizleri” başlıklı 12 ciltten oluşan “Sosyal Tesisler Yayınevi” imzalı külliyattır.
Kıymetli sorunuza gelince; bu sorunuzun, problemin çok küçük bir kısmını kapsadığını söylemeden geçemeyeceğim. “Haftalık ev temizliği, pazar alışverişini kimlerin yapacağı, kiranın nasıl denkleştirileceği, on günde beş kişiye âşık olan birinci sınıf öğrencisini nasıl ve neden teselli etmemiz gerektiği gibi sorunları çözdük de sizin çekirdek çitlemekten vakit bulup da yıkamadığınız bulaşığa sıra geldi” demeyi çok isterdim ama sormuşsunuz bir kere, ben de izninizle fikrimi arz edeyim.
En sonda söylemem gerekeni başta söyleyeceğim. “Öğrenci evlerinde biriken bulaşıklar ve bunların yıkanması gibi bir sorun yoktur, olamaz! Böyle bir sorunun olduğu alt kattaki öğrenciler tarafından deşifre edilmişse bile ortadan kaldırılması teklif dahi edilemez.” Sen kimsin de elli yıllık bir emeği, paylaşımsızlığı, umursamazlığı tarihe gömmeye yeltenip yeni şeyler söylemeye çalışıyorsun? Su-i zan ediyorsun belki de, etme! Uzun süredir bulaşık yıkanmadığı için belki de sıralarını şaşırmıştır çocuklar. Hem para mı var ki sünger sonra ne bileyim Prill alsınlar. Dikkatli olmak lazım yoksa adamı linç ederler. BMW’ye bindirip kampüste gezdirirler. TT Arena’da özel locadan ücretsiz maç izletirler. Dolmuşta yer verirler be adama, dolmuşta yer verirler. Hangi denizde kulaç attığımızın farkında mıyız, lütfen?
Neyse, bu konularla ilgilenmek çeşitli ruhsal ve fiziki sorunlara yol açabilir diyerek cevabımıza devam edelim. Bakınız, bulaşık yıkama ve bulaşıkların birikmesi hadisesi aslında seyri suluk etmekte olan gençler için önemli bir süreçtir. Tasavvuf araştırmacıları öğrenci evlerinde bulaşık yıkama süreçlerinin ampirik (deneye dayalı, deneysel) olarak test etmeli ve bu testler sonucunda elde edilen bilgileri kitaplaştırarak Ümmet-i Muhammed’in hizmetine sunmalıdır. Bu kitaplar hizmet, sabır ve temizlik gibi konularda öne çıkan içerikleri ile başucumuzda bulundurulmalıdır.
Nasıl ve neden mi? Şöyle;
Öncelikle öğrenci evlerinde bulaşık makinesi bulunması gelenek ve göreneklerimize aykırıdır. İkinci el bile olsa bu tür bir makineyi almak yahut almaya teşvik etmek ayıptır, vicdansızlıktır. (Böyle bir makine kısa süre sonra kullanım şartlarına riayet edilmediği için zaten ıskartaya çıkacaktır.) Bulaşık makinesi, bulunduğu evde yaşayan öğrencileri zengin gösterir. Bu sebeple ev sahibini ve yöneticiyi, kira ve aidat konularında atlatma olanağınız zorlaşır. Diğer yandan eve gelen misafirlerinizin mutfakta bir bulaşık makinesiyle karşılaşmaları, onlar ve komşularınız tarafından hoş karşılanmaz. Komşularınız tarafından küçük oğulları vasıtasıyla gönderilen, börek, yoğurt, taze fasulye, köyden gelen biber, domates vb. yardımlar zamanla azalır ve sonunda tamamen kesilir. Ayrıca düşünün bir kere; mutfakta her şey düzenli, yerli yerinde. Sizi ziyarete gelen ağabeyleriniz yahut ev sahibiniz bu durumdan işkillenmez mi? Size elleriyle yaptığı börekleri getirdiğinde göz ucuyla içeriyi kolaçan eden Huriye teyzeyi, hakkınızda su-i zan ettirmeye hakkınız var mı? Yok tabii. O halde antrede birkaç kullanılmış çay bardağı, portmantoda birkaç çatal asılı bulundurmayı unutmayın. Evde her şey yerli yerinde, uğraşacak bir işiniz kalmamış. Zaten ders çalıştığınız yok. Ramazan ayı gelmemiş ki oturup kitap okuyasınız. Şimdi kim oturup zikir çekecek dimi? Vakit namazını kılıp yatağa zor uzanıyorsunuz, kaza namazları için daha önünüzde uzunca bir ömür var. Evet, bunların tersi nizamî bir öğrenci evi teamüllerine aykırıdır. Bu, ev sorumlusu ağabeyinizin psikolojisiyle oynamak anlamına gelecektir ki, caniliğin dik âlâsıdır.
Şimdi gelelim, tatil dönüşü sizi mutfakta bekleyen dağ gibi bulaşığa. Öncelikle BİM’den alınacak yüklü miktardaki sıvı deterjan ev kumbarasını boşaltacak. Küflenerek birbirine yapışmış tabakları tek tek ayırın. Sıcak sudan geçirerek bulaşıklığa yerleştirin, suyu sızsın. Çamaşırları yıkarken de kullandığınız mavi leğeni alın. Sıcak suyla doldurup deterjan katın. Suyu elinizle çırparak köpürtün. Az önce kabasını aldığınız tabak-çanağı içine atın. Kaşık-çatalın suyla buluşurken ki çıkardığı melodiyi dinleyin. Böylelikle sanat, tasarım ve müzik kavramlarının aslında ne denli tabiattan devşirme işler olduğunu tefekkür edin. İşte süngeri deterjanlayıp kayık salata tabağını ovalamaya başladınız. Bu dakikadan itibaren yalnız bir adamsınız. Yıkama bitene dek kimse yüzünüze bile bakmayacak. Birazdan oda arkadaşınız usulca mutfağa gelip, kanepeyle beraber eşantiyon olarak aldığınız yırtık süngerin üstünde son çayını içip yine geldiği gibi sessizce odasına çekilecek. Diğer ikisi, “laaunnn, voovvv, bövvv” gibi garip sesler çıkararak bilgisayarda oyun oynayacak. Diğer arkadaşınız kanepeye uzanmış, bacağını karnına çekmiş olduğu halde açık kalmış kapının aralığından sizi izleyecek. Sonuncusu ise paçaları dizlerinde, kolları sıvanmış, kafasında takkesi olduğu halde hunharca dişlerini misvaklıyor olacak. Saymadığımız bir kişi daha mı kaldı? Hımmm, o hasta, muhtemelen salonda yatıyor olacak. Aldırmayın bunlara. Öğrenci evinde bulaşık yıkamanın sonu berekettir.
Nasıl mı? Şöyle;
Ev soğuk. Babanızın gönderdiği aylıkla ev arkadaşlarınıza çiğ köfte, bisküvi ve koladan oluşan bir parti düzenlediğiniz o günkü neşe ve kardeşlik manzarasından eser yok. Böyle bir çaresizliğin dibindeki insan ne yapar?
Tabiî ki rabıta yapar. Derdini büyüğüne açar. Onun gelişini gidişini, oturuşunu kalkışını, konuşmasını susmasını hayal eder. Bir buçuk saatlik samimi bir rabıtadan elde edilen varidâtın ne olduğunu bilenler bilir. Ama ben bilmiyorum. Neden mi? Ben rabıtayı ilk beş dakika sonrasında hep bozardım da ondan. Rabıta başka başka yerlere evrilir, içinden çıkılmaz bir hale döner ve süklüm püklüm olurdu.
Siz böyle yapmayın. Biriken bulaşıkları bir rahmet vesilesi görün. Hizmetin nimet olduğunu hatırlayın. Öğrenci evinde bulaşık yıkarken ki harcadığınız zamanı size babanız bile veremez. O iki saati iyi değerlendirin. Arkadaşlarınızdan ısrarla bulaşık isteyin.
Unutmayın,“Endülüs, gemilerini yakanlarındır.”
2. “Aramakla bulunmaz, fakat bulanlar arayanlardır” sözünden hissenize düşen ve bizimle paylaşmak istediğiniz şeyler var mıdır? Enes Bayoğlu
Cevap: Bendeniz için zor bir soru. Cevap için birçok açıdan derinlemesine bir çalışma yapmam gerektiğini düşündüm ama gücüm yetmedi. Güzel cümleler kuramıyorum ben. Tasavvuf bilgim kıt, felsefeyi sevemedim bir türlü. Sadece paylaşmak istediğim bir şey var ve ben onu yazmaya çalışacağım.
Aramanın, yokluğunu hissettiği şeyi bilinçli bir çabayla elde etmeye çalışma süreci olduğunu düşünüyorum. Bulmakta gösterdiğimiz iradenin kendisine de aramak denilebilir. Ayrıca aramak, fizikî bir çabanın yanı sıra zihinsel bir yönelişin de adıdır. Bu yöneliş, insanın iç dünyasında hissettiği boşluktan/eksiklikten kaynaklanıyor olabilir. Bu boşluk/eksiklik öylesine hacimlidir ki, kişi, tüm yaşamını bu arama süreci yönünde bile şekillendirebilir.
Bulmayı ise kısaca, “aranılan bir şeyi elde etmek” olarak ifade edebiliriz. Bulmak, öncesinde mevcut olmayan yahut mevcut olmadığına inanılan bir şeyin farkına varmak, onu keşfetmek, elde etmek, yaşama katmak anlamında olabilir diye düşünüyorum. Zannımca insan, gönül ülkesinde neyi saklıyorsa onu aramaktadır. Başarılı olduğu takdirde, bulduğu şeyin, sakladığının kendisi yahut bir yansıması olduğunu görür. Bu yüzden insan neyi, niçin ve nerede aradığını kendisine ısrarla sorup bu yönde katî bir “hareket” oluşturmalıdır. Vücut ülkesinde olmayan şeyi aramak, en büyük musibetlerdendir. Boş iştir, lafı güzaftır, faydasızdır. İrade olmadan hareket gerçekleşmez. Kişi ancak, kararlı bir irade üzerinde içi dolu bir yöneliş ile istikameti yakalayabilir. Yolu ve yöntemi doğru şekilde planlanmış her arayış, insanı, bulmanın hazzına ulaştıracaktır. Allah Âdil’dir, hak edene hakkıyla karşılık verecektir.
İki bin metre yükseklikte yaşayan aç kurt yavrusunun arayışıyla, zirve ile dip arasında gidip gelen insanın arayışı elbette farklı ihtiyaçlar ve noktalar üzerinden gerçekleşecektir. Herakleitos, “Ben kendi kendimi aradım” diyor. Picasso, “Aramıyorum, buluyorum” diyor. Herkesin hakikati kendine!
Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretleri (ks), “Kendimi arıyorum” buyuruyor.(Başımız, gözümüz üstüne…)
Aramak cüzi irademiz içerisinde olduğu kadar, bulmak küllî iradeye dâhildir. Aramak, bulmaktan çok daha güvenlidir. Çünkü arayanlar ilahî takdir olmadan asla bulamaz. Fakat arama süreci senin elindedir. Kuyruğunu arayan kedi gibi döner döner dururuz, Allah muhafaza. Kuyruğa ulaşan kedi, onun kendinden bir parça olduğunu fark eder. Aradığımız kendimizde, heyecanla çarpan kalbimizin ortasında bir yerlerde. İnsanları didikleyip durmaktan fırsat bulup kendimize yöneldiğimizde, hakikâtin, zuhurunun şiddetinden görünmediğine şahit olabiliriz belki de, kim bilir?
Evet, ben de arıyorum. İçimde beni sürekli güzel olan her şeye yönelten bir istek var. Şimdiye dek, neyi, niçin ve nerede aramam gerektiğine karar verebilmiş değilim. Kuyruğunun peşinde dönen bir kedi gibi, kendimi/kendimden bir şeyi, arıyorum. Aramak güzel, bulmak belki çok daha güzel… Şimdi, aramanın daha güzel olduğundan yanayım.Bulduğumuz gün hangisinin daha güzel olduğunu hep birlikte anlayacağız.
Kerim Kolat
1 Yorum