Davut Bayraklı’ya Yöneltilen Okuyucu Soruları
Sümeyye Ergün: Kars’ a gitmenizin gönül ve zihin dünyanıza olumlu/olumsuz nasıl bir etkisi oldu?
Davut Bayraklı: Serhat şehri Kars’a gitme nedenim aslında Hasan Harakânî hazretlerinin orada bulunmasıydı. Halen de bu karardan dolayı mutluyum. Karadenizliler için bir yerde yaşamanın önemli ölçülerinden birisi deniz olmasıdır. Eğer gittiğiniz şehirde deniz yoksa bir Karadenizli orada yaşayamaz yani zorlanır. Benim için de geçerli bir durum bu. Ama bundan önce bir şey daha var, gittiğim yerde eğer bildiğim büyük bir veli varsa denize gerek yok. Onların feyzinden faydalanmak her şeyden daha önemli. O yüzden Harakânî hazretlerinin dizinin dibinde olmak her zaman moral motivasyonumu arttırıyor diyebilirim. Zira kendisi Ahmed Yesevi hazretlerinin büyük şeyhi olur. Bu fakirde yıllarca Yesevi Sultan’ın dizi dibinde kaldı, türbesinin yolunu devamlı gitti geldi. Şimdi onun üstadının dizinin dibinde olmak ayrı bir huzur kaynağı oluyor.
Meselenin zihin tarafı için de birkaç şey söylemem lâzım. Küçük ve sakin bir şehir olarak Kars, bizim gibi insanlara düşünme, sağlıklı okuma ve değerlendirme fırsatı sunuyor. Bu yüzden Kars’ta bulunduğum süre içinde daha çok okuyup daha az yazıyorum. Şehrin sakinliğinden istifade ederek düşünmeye, zihnimdeki soruları belli bir sisteme bağlamaya çalışıyorum. Bazı projeler üretmeye uğraşıyorum. Harakânî hazretlerinin de himmet etmesi umuduyla günlerimiz böyle geçiyor. Bu arada kızım Mahinur Gevher ve oğlum Necip Fazıl’ı Harakânîhazretlerinin türbesine götürüp orada oynamalarını ve gezmelerini sağlıyorum. Bunun velilerle ünsiyet kurmak için çok iyi bir fırsat olduğunu gördüm. Allah, dostlarından bizi ayırmasın inşallah.
Ayşegül: Youtube’da 3-4 yaşlarında Trabzonlu bir kızın videolarını izledim. Karadeniz kültürünü sevmeyen ve lazların bozuk Türkçesi sinirine dokunan ben o küçük kız sayesinde yüz seksen derece değiştim. Bu konuda ne düşünürsünüz merak ettim.
Davut Bayraklı: Karadeniz kültürü ve şivesi hakkındaki düşüncenizin zihinsel alt yapısını bilmiyorum. Yani bu sevmeme ve sinire dokunan şeylerin nedenine vakıf değilim. O nedenle size genel geçer cevaplar vereceğim. Ben Trabzon-Of doğumlu birisiyim ama hayatım boyunca toplasanız Trabzon’da bir yıl bile kalmış değilim. Yine de kendi şehrime torpil geçmeden bir şeyler yazmaya çalışacağım. Birincisi Karadeniz kültürü bu topraklardaki diğer kültürler gibi önemli ve kendi içinde özelliği olan bir yerel kültürdür. Onu veya diğerlerini sevmemek aslında bu toprakların bir parçasını sevmemek demektir. Karadeniz kültürü dediğiniz zaman o bölgede yetişen ve bu toprakların mayasını, hamurunu yoğuran, bu arada o şiveyi de canlı olarak konuşan veliler de işin içine giriyor. Milli Şef döneminde Kur’an-ı Kerim yasaklandığında ahırlarda, mağaralarda çocukların hafızlık yapmaları için idamı göze alan hocaefendiler de bu kültürün bir parçası. Doğu ve güneydoğudan bu bölgeye gelen ve hafızlık yapan çocuklar, öğrendiklerini kendi bölgelerine ve tüm Anadolu coğrafyasına taşıdılar. Bu açıdan baktığımız zaman resmi ideoloji tarafından İslâm’a karşı çok sert bir tavır takınıldığı dönemde Karadeniz bölgesi taşıyıcı bir unsur olmuş. Bu bölgenin insanı da doğal olarak kendine has bir şive/ağız kullanır. Bunu sevmemek, bundan hoşlanmamak nasıl izah edilir bilmiyorum. Eğer siz sadece İstanbul ağzını/şivesini baz alıyorsanız bu en baştan çok hatalı bir düşüncedir. Ege, İç Anadolu, Doğu Anadolu bölgelerinde konuşulan ağzı ne yapacağız? Bu, Osmanlı döneminde de böyle bir durumdu. Hatta Balkan topraklarındaki Boşnak, Arnavut, Bulgar ve Yunan illerinde bulunan Türk nüfusun ve oradaki müslümanların da kendilerine göre bir şivesi vardı. Bu durumu küçük bir Karadenizli kızın sempatik konuşmasıyla yenmeniz iyi olmuş. Ama bir de o bölgede Allah için, din-i İslâm için mücadele eden, hapisleri göze alan, idam edilen Allah dostları üzerinden okusaydınız belki de çok daha önce bu düşünceden vazgeçerdiniz. Mesela yakın zamanda vefat eden merhum Ahmed Yaşar hocaefendinin videolarını izlerseniz tipik bir Of şivesiyle karşılaşırsınız. Burada şiveden ziyade anlatılanlar önemli değil mi? İnsanların farklı ağızlarda konuşmaları Türkçeyi bozmak değildir. Dil gerçeği bunu ortaya koyar. Uzun uzadıya bu konuya girmek istemiyorum şimdi. Lise yıllarımdan beri sohbetlerinden feyz aldığım, okuma serüvenimde bana yol gösteren bir muhterem zat vardır ki kendisi Rizelidir ve oranın şivesiyle konuşur. Bu durum da bu fakirin çok hoşuna gider.
Kısacası bakış açınızın yanlış olduğunu düşünüyorum. Bu yanlışı değiştirme ölçünüzün de tam olarak doğru olmadığı kanaatindeyim. Bu topraklardaki her şeyi sevin zira sizi seven bir topraktan bahsediyorum. Bâki selamlar.
Halil Bey: Neden tarih?
Davut Bayraklı: Tarih, insanın hafızasıdır. Hafızası olmayan insan, masa yahut sandalye gibi bir eşya hükmündedir bana göre. Tarih okumak, tarih öğrenmek, geçmişte yaşadığımız meselelerin gerçeğini keşfetmek için en önemli anahtardır. İnsanı 70-80 kiloluk bir et yığını olmaktan kurtaran şey hafıza ise bu hafızanın anahtarı da tarihtir. Her şey orada yatıyor. Bu konuda hem çok yazmış, hem çok okumuş hem de çok konuşmuş birisi olarak bunları söylüyorum. Eğer tarih konusunda bilgili ve bilinçli değilseniz kimin size ne yaptığını bilmezsiniz. Böyle olunca da düşmanlarınızı dost sanır ve aldanırsınız. Bir ömrü böylece heba eder büyük bir kayıpla ölür gidersiniz.
Sadece son 150 yılın gerçeğini keşfederseniz, bugün oturduğunuz yerde artık rahat oturamayacağınızı görürsünüz. Tarih, insana bir şeyler yapmak zorunda olduğu bilincini verir. O yüzden ilm-i tevhid’den sonra ilm-i tarih okumak hepimizin boynunun borcudur. Öncelikle de İslâm toplumunun zihin yapısına uygun olarak tasarlanmış bir tarih metodolojisi okumak gerek.
2 Yorum