Ömer Can Coşkun’a Yöneltilen Okuyucu Sorusu
Ayşegül: Eminönü’nden üsküdar’a Süleymaniye’ye çıkmadan geçersem beni nasıl bir son bekler?
Ömer Can Coşkun: Beklediğimiz “son”sa çok büyük bir değişiklik olacağını düşünmüyorum. Filmlerde “SON” yazısından sonra akmaya başlayan oyuncu, ışıkçı, figüran, yönetmen isimlerini okuyup aydınlanan herhangi birini tanımadım henüz. Bu nedenle bir son beklemek alelade bir olaya müşahit yapar insanı. Asıl mesele bundan sonra başlar. İzlediğin filmden ne kadar etkilendiysen “SON”un sonrasındaki başlangıca o etki ile geçeceksin. Birçok sahnenin montajlanması ile ortaya çıkan filmi seyrettiğin esnada beyninde çakan şimşekler, seni hangi başlangıca hazırladı? Çünkü her seyirci ayrı bir etki ile ayrılır sinema salonundan. Ama hepsinin önünden aynı “SON” yazısı akar. Sonu beklemektense başlangıca hazırlanmak daha evladır diye düşünüyorum. Eminönü-Süleymaniye-Üsküdar veya direkt Eminönü-Üsküdar güzergâhı olsun bizi nasıl bir sonun bekleyeceğine yanımızdaki yol arkadaşımız karar verir. Aslında güzergâhı da o belirler. Bir filme bile yanında en çok eğleneceği arkadaşıyla birlikte giden insanoğlu, çıkacağı yoldaki arkadaşını ihmal etmez herhalde. Sonuçta “evvel refik…”
Mehmet Raşit Küçükkürtül’e Yöneltilen Okuyucu Soruları
Rabia Hanım: -Bulduğum tek çıkar yol tekrar ana rahmine, o güzel birliğe geri dönmek, yani eskisi gibi bütün olmak. Ama oraya giden yol nereden geçer?
mehmet raşit küçükkürtül: açıkçası bu benim boyumu aşan bir sual olmuş, herhalde sulhi abi buna daha güzel bir cevap verebilir. aklıma şu geldi: “sade bir hayat sürmek imanın kemalindendir” fehvasınca yaşamak gerekir. biz adam gibi tövbe etmiyoruz. insanlardan helallik isteyip ihtiyacın dışındaki malı mülkü sadaka olarak dağıtıp hak teâlâ’nın rızasına teslim olmuyoruz. aradığınız herhalde tövbenin ne idüğünü kavramaktan geçiyor. dediğim gibi, benim boyumu aşan bir mevzudur. inşallah ahireti özleyen dünyanın süsüne aldanmayan kimselerden oluruz.
Erkan Terzi: İsmet özel’in en beğendiğiniz şiiri nedir?
mehmet raşit küçükkürtül: en beğendiğim ismet özel şiiri hangisidir, bugüne dek düşünmedim. böyle bir ayrıma gidebilir miyim, bilmiyorum. dönem dönem şairin bir şiiriyle daha çok meşgul olduğum olmuştur. bu aralar, kan kalesi’nden savaş bitti’ye geçtim.
Tüpçü Fikret: Zaman vehmî bir şey ise neden içinde sıkışıp kalmış hissederiz?
mehmet raşit küçükkürtül: zamanın içinde sıkışmış hissederiz çünkü hazret-i kur’an-ı kerim’den öğrendiğimize göre zaman bir mahluktur ve üzerimize atılmış bir ağ gibidir. üzerine ağ atılmış bir canlı çırpınıp durur ama birisi gelip o ağı kaldırmadan kurtulamaz.
Tüpçü Fikret: Yaşamak mı zor ölmek mi?
mehmet raşit küçükkürtül: ölmek, yaşamaktan zordur. çünkü yaşamak bir gaflettir, uykudur. ölmek ise uyanmaktır, bütün gafletten ayıkmalar nefsimize ağır gelir, madden veya manen ama ağırdır hep.
Tüpçü Fikret: Ne çok acı var?
mehmet raşit küçükkürtül: ayrılık varsa hasret, arzu varsa acı mukadderdir. dövüşerek ölmek imkanı elimizde yok, azrail gelene kadar şiir okuyarak ayık bir şekilde öbür tarafa varabilirsem iyidir diyorum.
Cüneyt Dal’a Yöneltilen Okuyucu Soruları
Ayşegül: Girdiğiniz beklentiden çıktınız mı?
Cüneyt Dal: Girmek/çıkmak fiilleri çoğu zaman kapı imgesiyle rabıtalıdır ya; o bakımdan çok odalı ve çok kapılı bu hayatın türlü beklentilerine girdim, bazısından sağ salim çıkmayı başardım. Ne var ki bu beklenti kapılarının bazısı kişide bir dilenci kılığı görmek istiyor. Bunun için de ruhen perişan, derbeder bir halde olduğunuzu, ihtiyacınızın farkında olduğunuzu görmek istiyor. İşte bu da nefsin benliğiyle çakışınca ortaya trajik bir manzara çıkıyor. Çıkılamıyor bu sebeple. Belki de kapı kolunun sadece dışarıda olduğu bir kapıdır bu, kim bilir!
Ayşegül: Düzeni oturtulmamış bir hayat düzenli bir yaşam tarzının sağladığı neyi sağlamaz?
Cüneyt Dal: Düzeni oturtulmamış bir hayatı senelerce iliklerime kadar yaşadığım, deneyimlediğim için bu hayatın ne sağlayıp ne sağlamadığını az çok biliyorum. Diğer yandan düzenli bir hayatı, hiç okyanus görmemiş birisinin, ancak “denizin büyüğüdür işte” mesabesinde tanımlayabileceği gibi gördüğümden, onun ne sağlayıp sağlamadığına dair sadece tahminlerim var. Düzenli görünüp düzensiz bir hayat süren Marx örneği ile her ne kadar düzensiz görünse ve hatta bunu yüceltse de aslında bir yazma disiplini olan Bukowski örneklerine baktığımda sadece gördüğüm, hayatı kendilerince yaşamış oldukları. Bence şunun dışında bir şeyin önemi yok: hayatın sonunda ortaya çıkan resim nasıl? Nasıl bir ressamdım? Fırça darbelerim ve renk seçimlerimden beni tanıyabilirler mi? Ona bakanların gördükleri beni ne kadar anlatır?