Pusuya Yatan Tarih

[Edebifikir Haber Ajansı]

Bilal Can, 23 Kasım Cumartesi günü “Modernlik Cinnettir” semineri için Esenler otogarında Kütahya otobüsünden indiğinde hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyordu. Devrim, hiçbir zaman tarihe çalım atma girişimi değildi.

***

Bilal Can’la Sulhi Ceylan buluştuğunda Kadıköy sıra kendisine geleceğinin farkında olmak istemiyordu. Mehmet Necip, dünyayı kurtaracağını sandığı tezini evde yazadursun tarih pusuya yatmış bekliyordu.

***

Saatler 15.00’ı gösterdiğinde Bilal Can;  modernitenin gelişim sürecini dönemlere ayırmış ve tarihsel gelişim aşamasını üç evre olarak belirlemişti. Modernitenin başarısının arkasındaki gücü irdeleyen Bilal Can, modernliğin henüz tam olarak tanımlanmadığını, postmodernizim moderniteye bir tepki olarak doğduğunu örneklerle açıkladı. Çayocakları ve Starbucks’ın arasındaki felsefi kod farklarını açıkladığında dinleyiciler neye uğradıklarını şaşırmışlardı. Modernitenin beş çocuğu olduğunu anlatan Bilal Can, bu çocukları şöyle sıraladı:  akılcılık, bireycilik, sekülerizm, bilimsellik ve pozitivizm.

***

Pozitivizmin,  Saint Simon öğrencisi August Comte tarafından ortaya atılan bir evrensel insanlık dini olduğunu söyleyen Bilal Can, August Comte’un kendini peygamber olarak gördüğünü açıkladı ve Cemil Meriç’in August Comte hakkındaki şu sözünü aktardı: “Hocasının hatırasına hakaret kusan, yalancı, nankör, nasipsiz bir çömezdir.”

Comte, Osmanlı Sadrazamlarına mektuplar göndererek, sadrazamları pozitivizm dinine çağıracak kadar da cüretkârdı.

Modernitenin hayatı nasıl kurguladığı üzerinde uzun uzun duran Bilal Can, modernitenin teknoloji olarak hayatımıza nasıl etki ettiğini anlattı. Seminer, modernleşme yarışının siyasi projelerinin açıklanması ile son bulduğunda Nihat Genç’in cümlesi masanın üzerinde duruyordu: “Doğu; batının bombalarının düştüğü yerdir.”

***

Seminer sonrasında; Davut Bayraklı, Bilal Can, Fedai Başkan, Emre Baştuğ, Yusuf Safa Selvi, Sulhi Ceylan, Ömer Karakelle ve Yusuf Girayalp Atan soluğu Sezai Karakoç’un yanında aldılar. Tarihsel sosyolojiyi anlatan üstad, İbni Haldun’a bol bol atıf yapmayı da ihmal etmedi. Pusuya yatan tarih, içinde bir inkılâp büyütüyordu.

***

Sezai Karakoç’un yanında çıktıklarında, ekibin evli yazar ve okurları çoktan yollarını bulmuştu.  Mustafa Çolak hiçbir şeyden habersiz Kadıköy’de Edebifikir’i bekliyordu. Tarih hâlâ o kişiyi arıyordu.

***

Çaykolik’te her zamanki masamıza oturduğumuzda Yusuf Girayalp Atan siyasi projelerini anlatıyordu. Bu arada Bilal Can, Kütahya’ya gidecek otobüse doğru Kadıköy’ün günahkâr sokaklarında iz bırakmadan yürüyordu. Doğruydu, suya yazı yazılmazdı.

***

Çaykolik’te konu siyasetten, edebiyata, şiirden eyleme doğru geniş bir yelpaze çizmiş olsa da düşünmek için önce durmak gerektiği bir zorunluluk olarak hepimizin boynunda duruyordu. Zaman, infilak noktasına gelmek üzereydi.

***

Çaykolik’i her zamanki gibi önce Mustafa Çolak terk etti. Giderken söylediği cümle yenilmişliği çok acı bir şekilde ifade ediyordu “Kadıköy benim için bitmiştir. Ben babayım!.”  Kadıköy’ün sokakları gerçek devrimini bekliyordu. Edebifikir ekibi derin derin soluk alıyordu.

***

Masada en son Fedai Başkan ve Sulhi Ceylan kaldıklarında dünyayı değiştirme eylemine kişinin kendisini değiştirmesiyle başlanacağı güneş kadar aşikârdı.

İçilen Türk kahveleri, Kadıköy sokaklarına tarih olarak düştüğünde, tarihten gizlenen belgelerin yine tarih tarafından ifşa edileceği biliniyor ama gaflet ana kucağı gibi sıcak bir uyku olarak duruyordu.

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • PapaganBamBam , 25/11/2013

    bilal can’ın o duruşuna, o oturuşuna bi bakar mısınız… insan sırf o oturuşa bi sarılmak için gelirdi bea…cik cik cik

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir