Kendinden şikâyetçi hatta kendinden razı olmayan birkaç gençtik sadece. Çaykolik buluşmaları bu rahatsızlığın bir sonucuydu. Bir şeyler yapmalı en azından buluşmalı ve gece yarılarına dek rahatsızlığımızı konuşmalıydık. Sesimizin yankısını bir aynadan duymak istiyorduk. Bu saiklerle bir araya gelen rahatsızlar 12 Nisan Çarşamba günü Çaykolik’te buluştuklarında dünyanın hiçte iyi bir yer olmadığını ve bu durumun sebebinin ise insanlar olduğunu çok iyi biliyorlardı. Belki de sebep kendileriydi ama, ama diye kalıyorlarıdı işte…
O gece konuyu Muhammed Furkan belirledi. Kelam ve felsefe arasındaki farkları bilmek istiyordu. Buna en güzel cevap ise İbn Arabi hazretlerinin Fahreddin Razi’ye yazdığı mektuptu. Hemen mektup bulunup okunmaya başladı:
“Allah’tan, onu muvaffak kılmasını temennî ettiğim değerli dostum bilir ki; insan tabiatının güzelliği, ancak ilâhî bilgilerle donatılmasının semeresidir ve çirkinliği de o ilâhî bilgilerden mahrumiyet neticesidir. Yüksek ve yüce himmetli kimse için gerekli olan, ömrünü, sonradan meydana gelmiş boş şeylerle ve onların boş ayrıntılarıyla geçirmemektir. Eğer buna dikkat etmezse, Allah’tan gelecek olan ilâhî ve ebedî nasip ve hazlardan mahrum kalır. Yine bu kimse için gerekli olan, kendi fikrinin delîlinden gönlünü iç huzûra erdirmesidir. Şüphesiz ki (kendine ait) fikrin doğuş sebebi bellidir; istenilen hak ise böyle değildir. Çünkü Allah’ı tanımak, onu varlığı sebebiyle tanımanın tersidir. Çünkü akıllar, Allah’ı, delil vesilesiyle değil inkâr açısından var olması (inkâr edilememesi) sebebiyle tanır. Bu ise akılcı geçinenlerle kelâmcıların hilâfınadır. Bu meselede onların görüşlerine katılmayan Seyyidimiz İmam Gazâlî de, bizimle aynı görüştedir.
…
Bana dostlarından ve senin hakkında güzel ve iyi düşüncesi olan, aynı zamanda benim de güvendiğim bir şahsın anlattığına göre; bir gün sen ağlıyordun. O şahıs ve senin etrafındakiler ağlama sebebini sordular. Sen de: “Otuz sene önce düşündüğüm bir mesele sebebiyle ağlıyorum. Çünkü şu an o mesele hakkında yeni bir delile ulaştım ve işin özünün önceki fikrimden tamamen farklı olduğunu anladım ve (yapmış olduğum hatâ dolayısıyla) ağladım.”
(O hâlde değerli dostum!) Bu itibarla diyorum ki, bugün ulaşmış olduğun delil de belki bir müddet sonra ilk meseledeki gibi olacaktır. Çünkü fikir ve ifade sana aittir.
Akıl ve fikir mertebesinde ârif olan kişiye, fikirde konaklama ve huzur bulma mümkün değildir. Bu husus, özellikle yüce Allah’ı tanıma ve bilmede daha geçerlidir. Kulun, yüce Allah’ın mâhiyetini, kendi bakış açısıyla bilmesi mümkün değildir….”
Mektup bu minvalde devam ediyordu. Her cümlenin üzerinde duran ekip manaya ulaşmak için tek tek kelimelerin içini yarıyor sonra da bütüncül bir anlama kavuşmak için çırpınıyordu. Feyyaz hasta olmasına rağmen tüm dikkatini mektuba vermiş, bir adım atsa nefsinden çıkacak hale gelmişti. Ortamdaki muhabbet arttıkça artıyor, fizikten metafiziğe doğru bir yol talipleri için açılıyordu. O an gönülleri hoşnut eden bir rüzgâr kapıdan usulca girip Edebifikir ekibinin saçlarının arasından geçti. Kalplerinde tabiri imkânsız bir coşkunluk ve sükûnet hâsıl oldu. Kimse ne olduğunu anlamakla ilgilenmiyor ve kendini yaşadığı o halin içine bırakıyordu. Bazen insan dalgaların içinde boğulmak ister ya işte bu rahatsızlar da rüzgârla gelen bu feyzin içinde gark olmak istiyordu. Kaç saat geçti bilinmiyor ama ekip, yavaş yavaş kendine gelmeye başladığında, etraflarındaki insanları farketmeye başladılar. Kesret âlemine geri dönmüşlerdi. Ekip birer birer Çaykolik’ten ayrılıp o rüzgârın nereye gittiğini bulmak için kendi hikâyesini yaşamaya koyulduğunda bir dahaki buluşmanın Üsküdar’da olacağını kimse bilmiyordu.
Edebifikir Haber Ajansı