Bu hafta ne mi oldu?
Olay şöyle oldu. Ne yapmamız gerekiyorsa, onu yapmamak için direndik. Önce kaçtık, sonra saklandık. Ama her seferinde bir şekilde yakalandık. Üzerimizde insan damgası vardı, damganın getirdiği zorunluklarla bir türlü baş edemedik. Sonra yazdık. İnsan bir hikâyeye doğar sonra kendi hikâyesini oluşturur ve böylece zinciri boğazına takar, dedik. Ne zaman elimizi boğazımıza götürsek nefesimiz kesildi. Gerçekle bu kadar çıplak karşılaşmak çok zordu. Daha çok yazdık. Yazdıksa kendimizi yazdık. Yaralarımızı göstermedik ama yaralarımızdan başka da bir şey yazamazdık.
Sonra durduk ve yazdıklarımızı düşündük. Dünyada yerimiz olup olmadığını sorguladık. “Keşke bir yalan olsaydım” dizesine sarılmadık ama rüzgâr olmayı çok istedik. İstedik de şiire sığındık. Metnin katılığını imgeyle aşarız belki dedik. Ne ettikse bir türlü şu beden denen hapishaneden ve toplumsallık denen polisten bir türlü kurtulamadık. Bu sefer sadece kendimiz için yazdık. Çünkü biliyorduk, dünyadaki en bencil varlık insandı. Bu gerçek bizi kendi üstümüze katlanmaya götürdü. Şimdi iki büklümüz.
***
Kitap almaya para yetiştiremediği için bir kitapçı dükkânını kiralayıp geceyi orada geçiren ve sabaha kadar istediği kitapları okuyan Câhız’ı bilirsiniz. Bilmek iyidir. Muhammed Furkan Kâhya, yıllar önce hazırladığı “24 Saat Açık Kütüphaneler” listesini güncelledi. Siz de çok bunalırsanız kütüphanelere kaçın. Biz de oralardayız.
***
Sulhi Ceylan günlüğüne devam ediyor. Saatlerden devşirdiği acılarını yazdığı günlük kitap olma yolunda ilerliyor. Ama birinin kendisine zamanın değil insanın eskidiğini ve kötüleştiğini söylemesi gerek. Kendisi anlamak ve dahi kabul etmek istemese de durum böyle. Ve işin daha kötüsü ise sevildiğimiz kişilerden en büyük vurgunları yememiz.
***
Bu hafta Bilal Can’ın “ağrının nişan yüzüğü” şiirini yayımladık. Artık kendisinin şiir kitabını görmek istiyoruz. Yayınevlerine duyurulur… Bilal Can iyi şiir yazar.
“başını belaya sokmamışsın bugün de’nin sevinçliği
terli atlarla yola koyuluşum güven veriyor radarlara
kilometrelerce atışım nişan tahtasında bugün
hangi güneşi sermişler önümüze öyle
büyüsü bozulan mercekler retinaya zarar
ışığını kaybetmiş ateşböceği intiharında”
***
Çaykolik Sohbetlerine 11 Şubat’ta başlıyoruz. Ellerini nereye koyacağını bilemeyenleri, kendine dipnot düşünleri, Abdullah Karaca sevmeyenleri, 29 Şubat’ı nikâh günü olarak belirleyen güzide insanları bilhassa bekliyoruz. Bende bu özellikler yok ama yine de gelmek istiyorum diyorsanız gelebilirsiniz. Sonuçta insan insana suyun suya benzediği gibi benzer. Ve yine insan insana suyun suya benzemediği gibi benzemez.
***
Yazarımız Cüneyt Dal’ın öykü kitabı “Metin Olma Durumu” çıktı. Hayırlı olsun.
Cüneyt Dal, neredeyse her köşe başında hayatı doludizgin yaşamayı öğütleyenlerin karşısında durarak, sıradan insan hikâyelerine eğiliyor ve iyiden iyiye silinmeye yüz tutmuş insanların sesini dinlemenin, birbirimizi anlamamızda yardımcı olabilecek önemli bir anahtar olduğunu, kendisine has bir üslupla öyküleştiriyor. Iskalamak, gözden kaçırmak, görmezden gelmek, önemsememek gibi eylemlerle sık sık düşmekte olanlara, “başka dünyalar da mümkün” tezini sunmaya çalışıyor. Öneririz.
Edebifikir Haber Ajansı
2 Yorum