
Şiir fikirden çok duygu ve hayale dayanır; fikrin mahsulü olduğunda değil, kendisinden fikir devşirildiğinde kıymet arz eder. Fikrin ifade yolu şiirden ziyade nesirdir. Şiir üzerine yazı yazmak şiirden fikir devşirmeye çalışmaktır. Yazarımız Feyyaz Kandemir, “Bir mısra bir kavram” başlığı altında bir dizi yazıya başladı. Sevdiği mısraların kendisine çağrıştırdığı kavram/lar hakkında günlük tadında yazılar kaleme alacak. Yazarımızın şiirden şuura varma çabasını destekliyor ve kendisinden 40 yazı beklediğimizi belirtmek istiyoruz. Keyifli okumalar…
***
Özgünlük
1. Yazılarımda kudemaya çok fazla atıf yaptığımın farkındayım. Gerçi bu kudema ile sınırlı değil, hali hazırda yaşayan ve düşüncelerini önemsediğim kişiler için de geçerli. Fikir sanat işlerine bulaşmış birçok insanın uğradığı, kimilerinin uzun süre kaldığı bir menzildeyim. Bununla birlikte yaşayan veya bir süre önce vefat etmiş fikir sanat erbabının ileri sürdüğü fikirleri doğrulayan bulgulara ulaştığımda seviniyorum çünkü kendimi onların beslendiği kaynakları keşfetmiş sayıyorum. Onlar bu fikirleri bir kaynaktan beslenmeden sezgi veya tevarüd yoluyla ifade etmiş olsalar bile, bu durum benim bir keşifte bulunduğum gerçeğini değiştirmiyor. İsmet Özel, “Namaz kılmak, küfre meydan okumak demektir. Küfre meydan okumadan kılınan namaz, namaz değildir” dediğinde, bu keskin düşünceleri neye istinaden söylediğini merak etmiştim. Yıllar sonra Garibnâme‘de “Gazilerdir pes bu müminler bilin / Gaziliktir bu namaz kılmak, kılın” beytine ve namaz saflarının savaş safları gibi tasvir edildiği diğer beyitlere rastlayınca bunu bir keşif saymıştım. Artık bu iki söz birbiriyle irtibatlandırılabilir sözlerdi; biri diğerinin etkisiyle söylenmemiş olsa dahi ne çıkar?
Doğrusu, fikir sanat mevzubahis olduğunda pespayeliğe tahammülüm yok. Köklü fikirlere ve köklü yeniliklere itibar ediyorum. Köklü yenilik benim lügatımda tazelik demek. Kök ile bağını kurabildiğim yeniliğe tazelik diyorum. Mesela Şeyh Galib‘in Hüsn ü Aşk ile yaptığı tam da böyle bir şeydir. Beyan ettiğim çoğu fikri bir kaynağa dayandırmaya, dayandırmadığımda ise tutarlı olmaya özen gösteriyorum. Birilerinin sözlerine şerh düşmekten veya onları destekleyici bulgulara ulaşmaktan gocunmuyorum. Aksine takip ettiğim bir fikir sanat erbabının ifade ettiği bir düşünceyi ondan daha eski bir kaynakta gördüğümde mutluluk duyuyorum. Böylece o kişiye karşı hayranlığa evrilmeyen daha itidalli bir tutum takınabiliyorum. Şunu unutmamalı: Başkalarının imbiğinden geçmeden kendin olabilmek imkânsız. Bir yazarın kendi olabilmesi, temellük etme vasfını geliştirmesiyle mümkün; beslendiği kaynağı dönüştürmeyi ve kendine mâl etmeyi bilmesiyle… Netice itibariyle yazılarımda örtülü veya açık başkalarına atıf hep olacak. Olmalı da. Tekrar ede ede derinleştiğim bazı konularda temellük etme vasfımın gelişmeye başladığını görüyorum. Bunun daha da artması için çabalıyorum.
2. Birkaç gün önce dernekte Âdem ile otururken Necati Bey Divanı‘nı alıp rast gele bir sayfa açtım:
“Zülfünün her bir kılında ey nice diller durur”
Dedim ki Âdem, Cemal Süreya‘nın bir dizesi vardı, “Saçının her telinde ayrı bir kalp çarpıyor” minvalinde bir şeydi, hatırlıyor musun? Evet hatırlıyorum dedi: “Boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının / Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde / Her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor“. Sonradan aklıma geldi, Musa Günerigök aynı dize ile Kadı Burhaneddin’in bir beyti arasındaki benzerliği Twitter’da paylaşınca not etmiştim: “Cemal Süreya’nın ‘Her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor’ dizesinin benzeri Kadı Burhaneddin’de geçiyormuş. Biraz farklı şekilde ama yapısal olarak denk sayılabilir ikisi:
Niçe cândur şehâ zülfün ki her birinde bin canlar
Esîr olmuş ‘acep n’ola benüm cânum ki bir cânem”
Bu mısralar aynı soydan. Her bakımdan birbirini andırıyorlar. Süreya, zülüf yerine saç, kıl yerine tel, dil/can yerine kalp demiş. Bu, geleneği temellük etmeye çalışan birinin kendisini kudemanın etkisine açmasıdır. Köklü yenilik veya tazelik dediğim şey budur. Böyle benzerliklerin intihal, hırsızlık vb. yaklaşımlarla kınanması veya küçümsenmesi ise düpedüz şuursuzluktur. Özgünlük eğer büsbütün orijinal olmak, hiç yapılmamış bir işi yapmak, söylenmemiş bir sözü söylemek şeklinde tanımlanırsa işin içinden çıkamayız. Özgünlük benzerlerinden ayrı veya üstün olmaktır; bunu “Sehl-i Mümteni Nedir?” başlıklı yazımda da belirtmiştim.
3. Gelenekçiliğe karşıyım. Buna karşın klişe olduğunu bile bile “Geleneksiz gelecek olmaz” diyorum. Aslında buraya da bir şerh düşmek gerek. Gelenek, modernistler tarafından modern öncesi dönemi ötekileştirmek ve moderniteyi meşrulaştırmak için icad edilmiş bir kavram. Modernite ile birlikte zihnî bir kırılma yaşadığımız doğru olsa da tarihte süreklilik esastır. Bu yüzden bilhassa fikir ve sanatta köksüz yeniliği pespayelik olarak nitelemekten çekinmemek lâzım. Kudemadan öğreneceğimiz çok şey var. Yeter ki akrabalık kurmaya açık olalım. Ben kendimi yetiştirme maceram boyunca yeni olduğunu sandığım birçok şiir veya fikrin gelenekteki asıl kaynaklarına ulaştım. Bu nedenle yenilik iddiasıyla tedavüle giren fikir sanat eserlerine şüpheyle bakıyor ve takdir için de tenkit için de aceleci davranmıyorum. Yine bu nedenle kadim olanı bilmeyenin yeni veya özgün olanı da tespit edemeyeceğini düşünüyorum.
Feyyaz Kandemir
2 Yorum