Kadıköy’de Bir Ölüm: Penguen Kitapevi Sizlere Ömür!

Elimde “Tragedyanın Doğuşu” var. Nietzsche‘den okumalar yaparken cevaplardan çok sorular dolanır zihnimde. Bu onun sorun olarak gördükleri üzerine makul yanıtlar (önce kendisi için sonra okur için) vermediği anlamına gelmez.  Nietzsche “Yunan tregedyasının kökenini bir labirent olarak tanımlamak zorundayız.” dedikten sonra çıkış kapısını açacak anahtara bu söze kadarki irdelediği sanat ilkelerinin tümünden istifade ederek ulaşılacağını söylüyor.  Tregedyanın kökeni bir labirenttir demek güçlü bir betimden öte problemi ortadan kaldırmaya namzet bir sorudur. Öyle ya bu dolambacın çıkışını bulabilmek için yararlanabileceğimiz sanat ilkeleri bir sorun olarak karşımızdadır. Nietzsche, bize cevap vermiyor. Bize kapalı biçimde aktardığı sorular üzerinden çözümün ispatını herkesin kendi zihninde yapmasını istiyor. Zihin bir sonuca ulaşmak için cevap üretmekten çok sorular üzerinden geniş bir ağ oluşturur. Böylelikle birçok sorunun cevabı gene kendi içinde anlamını bulur.

***

Nietzsche’nin “Tragedyanın Doğuşu” kitabının önsözünde* “Sizin bu kitabı alacağınız anı getiriyorum gözümün önüne, saygıdeğer dostum, belki de kara kışın karında yaptığınız bir akşam gezintisinden sonra, kapak sayfasındaki zincirlerinden kurtulmuş Prometheus’a bakışınızı, benim adımı okuyuşunuzu ve bu kitabın içinde ne olursa olsun, yazarın söyleyecek ciddi ve acil bir sözü bulunduğuna, yine yazarın düşündüğü her şeyi, sizinle sanki oradaymışsınız gibi konuştuğuna…” diye seslenmesi beni çok etkilemişti. Ben de bu kitabı kış vakti, bir akşam gezintisinin sonuna doğru almıştım.  Önce içe konulmuş orijinal kapakta ıstırabı dinmiş gibi görünen Prometheus’a baktım. Bu kitabın yazarıyla konuşmak istemiştim. Heyecan verici olurdu. Kadıköy’ün iyi kitapçılarından biri olan “Penguen”in o akşam tamamen kapatılıyor olmasının üzüntüsüyle alınmış bu son kitabın hep böyle hatırlanacağı Nietzsche tarafından bilinsin isterdim.

***

Soğuk bir Kadıköy akşamı… Mehmet Raşit Küçükkürtül, Sulhi Ceylan, Mehmet Erikli, Raşit Ulaş Çetinkaya ve bendeniz Yokuşta kaynattığımız kazanın tüten dumanıyla dar sokaklardan, ağaçsız, taş parkelerle döşenmiş, iliğine kadar soyulmadan yutulmuş elmalarla dolu cansız kadınların ve onların yakıcılığına teklifsiz bel bağlamış erkeklerin omuzlarına çarpmamak için ihtiyatlı bir gayretle Alkım Kitapevine doğru yürüdük. Kitap evlerine genellikle vakitlice gidilip istenilen kitaplar alınmalıyken biz çok defa kısa vakitlere sıkıştırıyorduk bu alışverişi. Ekip, kasa görevlisinin “Beş dakika içinde kasayı kapatıyoruz.” diye uyarmasına pek kulak asmasa da aldığı kitapların yaşına bir yaş daha katacağını umarak ayrılacaktı yine. Kadıköy’de buluşup vakit öldürmek isteyenlere inat vakti diriltmeyle meşgul Sulhi Ceylan, çantasında dolaştırdığı ve her zaman yenilenen mini kütüphanesiyle hepimize örnekti. Öte yandan tanıyanların kolaylıkla ansiklopedi gibi adam yakıştırmasını yapabileceği Mehmet Raşit Küçükkürtül, tantanası bitmeyen Kadıköy’ü bu akşam pek bir sakin bulmuştu. Mehmet Erikli,  bir yandan “kime baksam aynısı.” diye geçiriyordu içinden. Bu “aynılık” ve belki de insanı boğan tek düze yaşam herkesi olduğundan çok göstermenin yanı sıra birçoklarını çağın bayat özentilerinden kaynaklanan sebepler neticesinde birbirinden farklı kılmaya engeldi. Raşit Ulaş Çetinkaya, aklındaki, gönlündeki dizelerden bazılarını bize hiç okumadı sevgili okur. Siz şimdi Raşit Ulaş yazdığı son şiirlerden bir kaçını okumuştur, henüz yayımlanmadan siz duymuşsunuzdur diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Henüz okumadı. Hep yayımlanmışlardan okuyor. Şair şiirini okurken onu dinleyen, bir dili olduğunu unutur. Şiir okumak ne güzel… Yazmak ne iyi ne kötü… Şiir yazmak Araf’ta olmak gibi… Şiir yazmak… Sahi neden şiir yazar insan, Sulhi Ceylan? Şiirle aradığın nedir? Hakikate şiirle mi ulaşmalı?

***

Jean Paul’un öğretmeni Wutz, kataloglarda gördüğü kitapları almaya gücü yetmediği için kendisi kitap yazmaya başlamış ve zamanla bir kütüphane dolusu kitap yazmıştı. “Yazarlar aslında yoksullukları yüzünden değil, ancak satın alabilecekleri kitapları beğenmedikleri için kitap yazarlar.” diyen Walter Benjamin’in söylediklerine her yazarın katılması halinde ortaya çıkacak sonuç aslında beğenilecek bir tek kitabın bile kalmayacağı gerçeği yazma döngüsünün sadece bu basit duruma indirgenemeyeceğini anlatıyor. Her yazar “daha iyisini düşünüyorum” üzerinden bir kitap yazar fakat başka bir yazar onun daha iyisinin daha iyisini yazmaya koyulduğunda daha kitap bitmeden üçüncü daha daha iyi düşünmeye aday kişi kapının eşiğindedir. Sizce?

***

Walter Benjamin,  “Kütüphanemi Yerleştirirken” başlığını taşıyan ve ilk kez Temmuz 1931’de Die literarische Welt’de yayımlanan yazısında bir anekdot paylaşır. “Günün birinde, Anatole France’ın kütüphanesini gören ve ardından da dayanamayıp, ‘Bu kitapların hepsini okudunuz mu, Bay France?’  diye soran birine o şöyle yanıt vermişti: Onda birini bile okumadım. Siz her gün en değerli yemek takımlarınızla mı yemek yersiniz?”  Mehmet Raşit, yemeğini en değerli yemek takımlarında yerdi şüphesiz. Yani kütüphanesini dolduran kitapları okumadan duramazdı. Hepsini okumaya vakti olmasa da kitaplarının ne hakkında olduğu bilgisine sahip olurdu en azından. Yani basit bir koleksiyoncu gibi kitap toplamadığı için, bilinçli bir biçimde alıp (rast gele toplamadan) kütüphanesini oluşturur. Benjamin’in özetle yoksulluk kütüphane kurmaya engel değildir çıkarımı günümüzde geçerliliğini yitirmiş bir şeydir. Bugün nitelikli, şöyle beş altı bin kitaptan müteşekkil (bakın insaflı davrandım on bine yuvarlamadım rakamı.) bir kütüphane kaç liraya patlar bize? Çok para lazım iyi bir kütüphane için. Bu gerçek yadsınamaz.

***

Sokakları çiğnedik, ayrılığa yaklaştık. Ne var ki sözlerimiz bir sonraki sözü çağırıyordu. Aklımızda martıların göçü, aklımızda çalılar, ağaçlar… Aklımızda Aydoğan K ve Davut Bayraklı’nın ortaklaşa yazdığı ve evlendikten sonra yazı yazmayı unutan yazarların tragedyası üzerine notlardan oluşan “Unutma Defterleri” kitabı…

Bir de Penguen Kitapevi sizlere ömür…

Sonrası iyilik güzellik…

 

Edebifikir Haber Ajansı

 

*Richard Wagner’e Önsöz

 

 

 

 

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • Seci , 03/03/2014

    Yokuşta kaynattığımız kazanın tüten dumanıyla dar sokaklardan, ağaçsız, taş parkelerle döşenmiş, iliğine kadar soyulmadan yutulmuş elmalarla dolu cansız kadınların ve onların yakıcılığına teklifsiz bel bağlamış erkeklerin omuzlarına çarpmamak için ihtiyatlı bir gayretle yürüyordu.
    …..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir