İnsanın Derdini İnsan Alır

12.09.2017 Salı Gecesi Kadıköy’de Yaşananlar

Yine bir Kadıköy akşamında Mehmet Erikli ile Bahariye caddesini yorgun adımlarımızla ezerken aklımda Sadî Şirazî’nin “İnsan nedir?” sorusuna verdiği cevap dolanıp duruyordu: “İnsan üç beş damla kan ve bin bir endîşedir.”  Kan üç beş damla ama endişe bin bir. İşte meselede burada. İnsanın ihtiraslarının sonsuz olması… Bir ihtirasının tatmin eder etmez hemen bir diğerinin kollarına koşması… İhtiraslar arasında ömrünü feda etmesi ve bedenini… Yani kanını… Mehmet Erikli düşünceli olduğumu hissetmiş olacak ki haydi kitapçıları gezelim dedi. Dedi, çünkü kitapların dertlerimizi alacağını biliyordu, en azından öteleyeceğini… Gerçi insanın derdini insan alırdı, bunu da bilmez değildik ama bu konuya nedense ikimiz de girmedik. Çünkü vakti vardı.

İmge Kitabevi’inde yeni çıkan kitapları incelerken Ahmet Cevizci’nin daha önce Paradigma yayınlarından çıkan Felsefe Sözlüğü’nün Say Yayınları tarafından çıkarılan yeni baskısına denk geldik. Ne yazık ki kitap hiç de kullanışlı değildi. Ele avuca sığmayan kitabı iki cilt olarak bassalardı ne güzel olurdu. Artık Edebifikir yayınları kurmamız gerektiğinin farkındaydık. Felsefe ve şiir kitapları bölümünü gezdikten sonra hiç kitap almadan soluğu Moda’da bir ağacın altında aldık. Yoldayken İbrahim Aksu’yu aramış ve Moda’da kendisini beklediğimizi söylemiştik.

Sanki Kadıköy, yıllardır beklediği sevgilisine kavuşmuş gibi neşeliydi. Nedenini bilemediğimiz bir huzur Kadıköy sokaklarında bizi takip ediyor ve her bir sokağın köşesini döndüğümüzde rüzgârıyla bizi serinletiyordu. Bugün Kadıköy’de bir iş var, sanki bizden önce Kırklar’dan biri bu sokaklarda gezmiş dediğimde Mehmet Erikli, “Biz neden Kadıköy’deyiz sanki. İşte o Kırklar’ın kokusuna mest olduk da buralara geldik” dedi. Mehmet’in huyudur, durur durur okkalı bir cevabı hayatın ortasına bırakıverir.

Edebiyat, sanat derken İbrahim Aksu geldi ve muhabbete Çaykolik’de devam ettik. Konumuz akıl ve irade ilişkisiydi. İnsanın iradesiyle diğer varlıklardan üstün olması, hayvanlarda iradesiz bir akıl mı yoksa içgüdü mü olduğu, Heidegger’in zaman tanımı ve tasavvuftaki Ebu’l Vakt (Vaktin babası olmak) kavramı üzerinde konuşuyor, konuştukça konu dallanıp budaklanıyordu. Daha sonra nasıl olduysa ki büyük ihtimalle bir manevi tasarrufa girdik, konu kâinatı yöneten velilere geldi.

Hiyerarşik bir düzenle kâinatı yöneten ve kendilerine Ricâlü’l-Gayb denen mana erenlerinin aylık olağan toplantılarının Hira Mağarası’nda gerçekleştiği ve bu toplantıda kâinatı ilgilendiren kararların alındığı, bu kararları uygularken velilerin Bast-ı zaman ve Tayy-i mekân denen ve henüz fizik biliminin açıklayamadığı yollara başvurduğunu konuşuyorduk. Fakat bir de bu hiyerarşik düzende olmayan ve kendilerine nevabit (ayrıksı ot) diyebileceğimiz velilerin olduğunu ve bu velilerin ise kimseden emir almayıp “Allah’ı Sevenler” listesinde değil “Allah’ın Sevdikleri” listesinde olduğu meselesine geldiğimizde Kadıköy’ün sokaklarında bir rayihanın dolandığını fark etmiştik. Bu kokuyu önce Mehmet, sonra İbrahim sonra da ben içime çektim. İşte ne olduysa o andan sonra oldu. Birden mekân genişledi. Etrafımızdaki tüm binalar yok oldu ve dümdüz bir alanda üç kişi muhabbet ediyorduk. Tüm Kadıköy tek bir insanın şahsında toplanmış ve bizi can kulağıyla dinliyordu. Konuşmanın bizden olmadığını, Kırklar tarafından Kadıköy’e bilinçli bırakılan o rayihanın meyvesini yediğimizi hepimiz biliyorduk. Sırayla İbrahim, Mehmet ve ben anlattıkça anlatıyorduk. Bir zaman sonra konuştuğumuz kelimelerin ağzımızdan çıkıp havayla buluştuğunda suya dönüştüğünü ve o suyun da Kadıköy’ü kapladığını gördük. Konuştuklarımız bir deniz olmak üzereydi. Mehmet, İbrahim’e ne duruyoruz işte fırsat, boğulacaksa bu suda boğulalım dediğinde ben de haydi o zaman dedim ve kendimizi muhabbet denizin ortasında mest olmuş bir vaziyette bulduk. Gerisini ne ben ne Mehmet ne de İbrahim hatırlıyorduk.

Sulhi Ceylan

DİĞER YAZILAR

4 Yorum

  • ayşegül , 26/09/2017

    سمعنا و أطعنا

  • Ebdal , 19/09/2017

    Kalu beladan baslayan bir yolculuktan, ana rahmine dusup ordan da sehadet alemine(Dunya ya) ve burda bir nebze bir agac gölgesinde dinlendigi miktar kadar kalip, sonra yolculuguna kabir aleminde devam edip , ordan da belli bir zaman sonra, mahser denilen menzile gitmek icin giydirilen ve mahserde bir isleme tabi tutulan, iyi ve kötu ve bilimum dunya seyahatinde neler yaptigi ve neler yapamadigi tartilip bicildikten sonra, karar verilen. Kararin ardindan sirat köprusu yolundan gidicegi sonsuz yer, ve bir kismi icin mutluluk ve bir kismi icin azap yeri olan memleketlerine ulasacaklari gunun gelecegini bilmeden, su anda dunya yolculugunda, sadece burda gecerli olacak akce lerin pesinden kosmak ile harap olmus, duygu,his , akil , irade ile asil yapacagi seyleri unutmus bir esrefi mahluk ..

  • mustafa , 14/09/2017

    güzel………………….

  • Çaylak Hekim , 13/09/2017

    Edebifikir yayınları müjdesi geldi demek

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir