Bütün pazarlar biraz kederlidir. Pazartesinin korkusu, okul korkusu, iş korkusu… Velev ki tertemiz bir gökyüzüyle güneşli bir hava dahi olsa her zaman bir yağmura yakalanma korkusu alır insanı. Hayat da böyle değil midir zaten. En güneşli vaktinde birden bire gri bulutların gelivereceği üzerine düşünür durur insan.
Bu pazar da yazarlarımız için böyle bir gündü. Bahadır Dadak, dergi günlerinin gelip çatmasıyla yine çizgilerini yetiştirme tedirginliğini yaşadığı; evin içinde arkadaşlarını rahatsız edip etmemesi umurunda olmadan ve odasının sıcak olduğu bahanesiyle kapısını kapatmadan bağıra bağıra şiir okuduğu bir cumartesi akşamının sabahına Raşit Ulaş’ın yaklaşık altmış üç defa Bahadır diye seslenmesiyle uyanabildi. Raşit Ulaş, aynı gece Bahadır’ın bağıra çağıra şiir okumasının bütün dikkatini dağıtmasına rağmen sabırla Bahadır’ın uyumasını bekleyerek, eğer uyumayacak olursa da gidip bayıltmayı düşünerek sabahın ilk ışıklarına değin kitap okudu. Uzun süredir böylesine uzun vakit okuma fırsatı bulamadığından bunun ona çok iyi geldiğini tahmin ediyoruz. Sulhi Ceylan ise aldığı yıllık iznin keyfini, evinde dahi üzerinden çıkarmadığını tahmin ettiğimiz krem rengi montuyla birlikte Virginia Woolf’un günlüklerini okuyarak ama arada illa ki gözü de İbn-i Arabî kitaplarına kayarak çıkarıyordu. Şehrin gürültüsünden uzak, bir başına, dünyada madde namına sevdiği tek şey olan kitaplarının arasından olmaktan başka daha mutlu ne vardı ki onun için?
Edebifikir’e yazı gönderme telaşında olan Raşit Ulaş uzun süredir tamamlayamadığı bir yazısının başına nihayet oturabildi. Hukukî bir meseleyi sormak için aradığı Sulhi Ceylan ile mevzuyu konuştuktan sonra beklenen Kadıköy teklifini yaptı. Raşit Ulaş’ın Sulhi Ceylan ile konuştuğunu anlayan Bahadır Dadak içindeki Sulhi sevgisinin bir anda cûşa gelmesiyle hemen telefona doğru yaklaşıp burnunun üstüne düşmüş gözlükleri, ağzı kulaklarında bir tavırla selam söyle selam söyle dedi. Sulhi aslında çılgınlar gibi Kadıköy’e gitmek istiyordu ama bir yandan da Virginia bütün cilvesi ile onu bırakmak istemiyordu. Fakat elbette ki galip gelecek olan Virginia değil Kadıköy’dü. Raşit Ulaş’ın yazı bitti diyerek attığı mesaja “Madem yazı bitti Kadıköy’ü hak ettin” diyerek aslında kendisinin Kadıköy’e gitme isteğini Raşit Ulaş üzerinden gidererek cevap vermişti Sulhi.
Bahadır ve Raşit Ulaş bir yanda Sulhi bir yanda yola çıkmışlardı. Sulhi Ceylan Virginia’yı yine de tam küstürmemek için kitabını yanına almış ve yaklaşık bir saat sürecek olan yolcuğunda onu yol arkadaşı yapmıştı. Sulhi Virgina’yı çok mu seviyordu? Bahadır ve Raşit Ulaş ise bindikleri otobüste İsmet Özel ve Dücane Cündioğlu’nun başrolleri aldığı bir sohbete girmişlerdi. Sohbet son durakta noktalandığında özeti şuydu: Türk entelijansiyasına lâzım olan en büyük değer irfandır. İrfanın olmadığı yerde illa ki eksik kalan bir şeyler olur.
Kadıköy’de ne mi oldu dostlar? Bildiğiniz gibi aslında değişen bir şey yok. Her zamanki gibi o kuytu köşede kalmış çay ocağına oturup çay içtiler. Bahadır’ın renkli olmayan gözlerinin nazarının değmesi sonucu içtikleri çay Sulhi’nin yeni aldığı kocaman sözlüğün üzerine döküldü. Hâlbuki Sulhi’nin gözleri renkliydi ama nazarı değen Bahadır’dı. Sulhi’nin canı şiddetle yanmasına rağmen maddenin tahakkümüne karşı direnerek mühim değilmiş gibi davrandı. Sanırım Raşit Ulaş’ın canı daha çok yandı kitabı çayla beraber görünce. Aslında çayı da çok seviyorlardı kitapları da fakat çok sevilen iki şey her vakit birbirine yakışmıyordu. Bazen ayrı ayrı yerlerde güzeldi.
Kadıköy’de ne mi oldu dostlar? Kadıköy’de çok şey değişti. Bilal Can nişanlandı, Ömer Ertürk evlendi. Aydoğan K ve Davut Bayraklı zaten evliydi. Mehmet Raşit artık İstanbul’da değildi. İstanbul’da kalan Sulhi, Raşit Ulaş ve Bahadır ise bir ömür çay lekeleri ile yaşanır mı yaşanmaz mı diye düşünüyorlardı. Ama mekânın ne önemi vardı ki? Zamanın içinde hep beraber yaşayan adamları mekân ayıramazdı.
Peki çay lekesiyle bir ömür yaşanır mı dersiniz?
Edebifikir Haber Ajansı