Güneşin, hepimize tebelleş olduğu cıvadan ağır bir pazar günüydü.
Adem Suvağcı, bir yandan Tacettin Aslan’ın yoğun ısrarlarıyla aldığı Iced Latte’sine temkinli gözlerle bakıyor, diğer yandan Tacettin’in tez yazımına dair anlattığı zorlukları en ufak bir sıkılma emaresi göstermeden dinlemeye gayret ediyordu! Öyle ki, bu esnada vücudu sıkılmaktan kalori bile yakıyor olabilirdi. İmdadına bir telefon yetişti. Arayanın kim olduğunu görünce oturuşunu düzeltti, boğazını temizlemek gayesiyle hafif hafif iki kere öksürdü.
Arayan kişi Sulhi Ceylan’dı. Can sıkıntısı ve yoğun melankoli nöbetlerinin geriliminden 26 gün 17 saat 35 dakikadır sudoku çözüyordu. Her alanda olduğu gibi bu alanda da yazılan tüm eserleri okuyarak sudoku san’atinde kemale ermiş ve “sudoku felsefesi ders notları”nı hazırlamaya başlamıştı.
Tacettin, gayriihtiyari olarak Sulhi Ceylan’ın selamına bir kafa reveransıyla karşılık verdi. Tacettin doğuluydu ve Fransızca konuşabiliyordu. Henüz bir kişiye olsun tam manasıyla kızdığını gören olmamıştı. Şirinliği, ılımlı tavrı ve uyumlu edasıyla insanı çok yoruyordu.
Yorgunluğu zıtların birliğine davet etmek bahanesiyle Kadıköy’ün günahkâr sokaklarında serserilik yapmaktan başka bir çareleri kalmamıştı.
19 dakika 36 saniye sonra Sulhi rıhtımda göründü. Ekip buluştuklarında Sulhi’nin “Sizi, ikinizin ve hatta çoğu kimsenin bilmediği Şifa Camii’ne götüreceğim” cümlesine muhatap olduklarında Sulhi’nin adresi karıştıracağını bilmiyorlardı. Kesin hazretin bir kerametidir diyerek yola koyuldular. Oysa Sulhi emekli satranç şampiyonu Rus oligark Kasparov’la girişeceği sudoku mücadelesinin stratejilerini düşünüyordu.
Bir süre yol aradılar. Adem’in telkinleriyle rota birkaç kez değiştirildi ve Şifa Camii’ne varıldığında bu rota değişikliklerinin ne kadar mantıksız olduğu bir kez daha anlaşıldı.
Adem de doğuluydu. Hakkari, Rusya’ya göre batıda kaldığı için batılı bile sayılabilirdi. Lâkin Adem, Fransızca bilmiyordu ve gerçekten sinirlenirse bütün insanlara kafa atabilecek biriydi.
Sulhi, rasta saçlı ve hint işi elbiseleriyle Bahariye Caddesinde salınan bir hippiye, sırf dervişane pozlar kestiği için Şifa Camii’nin adresini sordu. Adam Türkçe bilmediğini, sadece Urduca konuşabildiğini ima edince Tacettin işe koyuldu. Halbuki adam Türkçe biliyordu ve Adem bunu sezdi. Adamın burnuna kafa atmak için davrandığında Tacettin korkunç uyumlu tavrıyla ekibi kolundan tutup Moda’ya doğru çekmeyi başardı. Ama Adem hızını alamamıştı, durmadan söyleniyor, muhakkak birine kafa atmalıyım diyordu.
Adem, hali pür melalini açıklamaya çalışırken Sulhi, Tacettin’den Adem’e haklı olduğunu söylemesini rica etti. Tacettin sevinçle bu görevi yerine getirdi. Adem her zaman haklıydı. Yıllar sonra bir astronot Dorado takım yıldızlarından geçtiği esnada camdan dışarı bakıp kahvesini yudumlarken duyduğu “Haklısın Adem” sözüne anlam verebilsin diye inadına haklıydı.
Nihayet Şifa Camii göründü…
Camii avlularına ikindi sonrası ne kadar da çok yakışıyordu. Tacettin içinden, “Sulhi abi bir Kadıköy rehberi yazsa keşke” diye içinden geçirirken gözleri rüzgârla oynaşan yapraklardaydı. Oysa Sulhi, “Sudoku da içimi baydı, eve bir kutu tadelle stoklayıp çengel bulmaca alanında mı uzmanlaşsam acaba?” diye düşünüyordu.
Şifa Camii gerçekten çok güzeldi. Herkes büyülenmişti. Camii kadar caminin bulunduğu muhit de bir o kadar etkileyiciydi. Sulhi Tacettin’e “Şu karşıdaki daireyi sana verseler, bunun karşılığında beş vakit namaza buraya gelmeni şart koşsalar kabul eder miydin?” diye sordu. “Valla şu an kabul ederim gibi ama biliyorum ki yapamayacağım” diye yanıtladı Tacettin. Adem, Tacettin’e kafa atmamak için kendini frenliyordu.
Daha sonra bu anı Fransız dilinde düşündüğünde, “Ouuuv İmpasi Bubleeğğğ! Keşke cümlenin sonuna ‘bekâra avrat boşamak kolaydır’ atasözünü de iliştirseymişim, tam yeriymiş” diye hayıflandı.
Akabinde caminin, toplumdaki yerine dair bir koyu sohbete girildi. Camilerin bireyler ve toplumun inşâ sürecindeki rolü üzerinde konuşuldu. Ne de olsa konuşmak kolaydı, hem de bedavaydı!
Bir zaman sonra Çaykolik’e avdet eden ekip kurabiyelerle kucaklaştı. Kurabiyeler, onlar birer baş dönmesidir. Çaykolik’te oturulmuş, kurabiyeler masaya serilmişken Oğuzhan Yılmaz ve onun kendisiyle beraber getireceği simitler bekleniyordu. Oğuzhan günde sadece 27 kelime kullanabiliyor ve devamlı gülümsüyordu. Çünkü 28 kelime kullandığı günün ertesi günü sadece 26 kelime kullanmasına izin vardı. Buna rağmen devamlı gülümsüyordu. Fakat kurabiyeler çok davetkârdı.
Yeterli miktarda mısır şurubu ve rafine şeker almasıyla dünya semalarına inen Sulhi Ceylan hikmetli bir iki kelam etmeliyim, ben Sulhi Ceylan’ım diye düşündü! Durduk yere Tacettin’e “Sürü çobanıyla anılır” dedi. Aslında amacı belliydi, her şeyden, herkesten çok sıkılmıştı ve bir şekilde konuyu kitaplara getirmek istiyordu. Çoban kelimesinin etimolojisini bahane ederek konuyu sözlüklere getirdi.
Tam o sırada Adem garsona kafa atmak için çevik bir hamleyle ayağa kalksa da Oğuzhan sarsıcı gülümsemesiyle onu engelledi.
1 saat 17 dakika 45 saniye boyunca sözlüklerden bahsedildi. Çeşit çeşit sözlükler sıralanırken Sulhi bir “Şeytan Sözlüğü”nden bahsetti ve oldukça ilginç bir içeriğe sahip olduğundan, dünyadaki tüm şeytan isim ve kavramlarını topladığından söz etti. Adem’den “Peki sözlükte ‘kadın’ kelimesi var mı?” gibi provakatif bir soru geldiğinde “Olmaz olur mu? A harfinden önce hem de!” gibi bir cevap beklenildiğini bildiği için hiç o sokaklara girmeyip sadece gülümsemekle yetindi.
Masaya yeni alınan kitaplar kondu. Öpüldü koklandı, elden ele dolaştı. Kitaplar ve sonra yine kitaplar hakkında konuşuldu. Sıkılınca tekrar kitaplardan bahis açıldı. Sonra yolun işmar eden şuh gözlerine kulak verdiler.
Ekip, sütten kesilen ayrılığın feryat eden çağrısına sadece birkaç adımlarının kaldığını henüz bilmiyordu.
Bir esnaf kepenklerini kaldırırken, Teoman’ın, ağrıyan eklem yerlerine bir merhem sürdüğünü eve gidince anlayacaktı: “Sardunyaları seyrettim bir çölden gelip, geceler boyu ağladım şairleri sevip”
Oğuzhan’ın güler yüzü yerçekimine yenildi.
Edebifikir Haber Ajansı
(8 Mayıs 2023)