Ne mi oldu?
Bildiğiniz gibi kronik bir sıkılma var üzerimizde. Her zaman kandırılan taraf olmayı kandıran taraf olmayı yeğleriz. Fakat aynı delikten iki kez ısırılmayı da kabul etmeyiz. Nietzsche’nin kadınlar hakkındaki meşhur sözünü hatırlatırız.
Sonra mı, sonra yarıyıl tatilli sebebiyle seminerlerimize ara verdik. İkinci dönem kanırtıcı ve kafa karıştırıcı konularla dönüş yapacağız inşallah.
Emre Baştuğ bildiğiniz gibi her yazısında Bosna’ya atıf yapmaktan geri durmuyor. Yakında rengi belli olur. Aydoğan K ise Avea tarafından mağduriyete uğratıldı. Yazdığımız yazı geniş kitlelere ulaştı ama Avea ısrarla taleplerimizi karşılamamaya devam ediyor. Biz de, haberleşmelerimiz için şimdilik güvercin kullanmaya başladık.
Davut Bayraklı evli ve mutlu bildiğiniz gibi. Artık o da Mustafa Çolak gibi eylemlerimize ve Kadıköy toplantılarımıza katılmıyor. Duyduğumuza göre artık eylemin bir kız ismi olduğunu düşünüyorlarmış. Allah hidayet etsin!
Hayat, her hâlükârda akar. Kimine zaman geçmez, kimi zamana yetişemez. Tecellilerde asla tekrar yoktur. Yeter ki perdenin arkasını görebilecek göze sahip olalım. Göz dediysek göz değil.
Şuan Emre yine Bosna’da mı acaba?
Kadıköy’ün de tadı yok inanın. İnsan dostlarını pembe köşeye kaptırınca her zaman gittiği yerlerin bile tadı kalmıyormuş. Belki de biz hatayı fanileri dost edinebileceğimizi sanmakla ettik. Allah affetsin.
Ne diyordu Cioran: “Hakikaten yalnız varlık, insanlar tarafından terk edilmiş olan değil insanlar arasında acı çekendir.”
Edebifikir’in önlenemez yükselişinden bahsetmeyeceğiz. Bunu zaten biliyorsunuz. Mütevazılık iyidir vesselam.
Şiir okuma gecelerimizi bayadır ihmal ettik. Bekle Kadıköy!
Ocak ayında yaşadığımız bahar havalarının şaşkınlığındayız biz de. Hayat ne kadar kısa. Elimizde, sürekli akıp giden zamanın tortuları… Ne yapsak geçmiş peşimizi bırakmıyor.
Emre Baştuğ’un sürekli Bosna’ya gitmesinin arka planı ile ilgili derin bilgilere ulaştık. Emre bizi tanımamış sanırım. Bosna’ya da elimiz uzanıyor. Ya Emre bu olayı açıklasın ya da biz elimizdeki delilleri kamuoyuna servis edelim. Taraf şimdiden talip oldu.
O değil de, biz de öleceğiz. Tamam, herkes ölecek, biz de öleceğiz ama sanki biz en son öleceğiz gibi geliyor. Şeytanın arabasına mı bindik yine yoksa? Ölüm ne yakın hâlbuki.
Bu ara Şükrü Erbaş’ın “Yüzü Yağmura Gömülü Düşüm” şiiri dilimizde nedense:
Duruşun bir ayrılık resmi çiziyor
Akşamın incelen sularına
Susuşun yıkıyor beni en zayıf yerimden
Bilmez miyim içindeki kederi
Yüzü yağmura gömülü düşüm
Böyle buğulu camlarda dalgın
Gözlerin iklimini yitirmiş iki bulut
Bulanıp durur bir uzak rüzgârla
Aykırı mevsimler içinde
Saçların saklar omuzlarındaki yükü…
O değil de Emre nerede? Bilen varsa söylesin…
5 Yorum