Sulhi Ceylan, Adem Suvağcı, Mehmet Emir ve Tacettin Aslan o gün aynı odada, kritik bir kararın eşiğinde duruyorlardı. Kararın kritikliği, iki seçenek arasında bir seçim yapmaları gerekliliğinden kaynaklanıyordu. Ya hep beraber Adem’in evine geçilecek, ya da Kadıköy’ün yolu tutulacaktı. Aslına bakarsanız bu durumdan hiç kimse rahatsız değildi. Herkes en az bir seçeneğin mevcudiyetinden oldukça memnun görünüyordu.
Mehmet haricindeki herkes Kadıköy’e gidilmesi taraftarıydı. Bu sebeple Mehmet, tercihinde yalnız kaldığını görünce ilkin şaşırdı, küçük itirazlar dile getirmeye başladı: “Kadıköy soğuktur!” Hâlbuki termometreler 19,5 dereceyi gösteriyordu. Bunun üzerine Tacettin, bir ara Mehmet’e “Demokrasinin bazı belli başlı kaideleri vardır” diyecek oldu, daha sonra karşı karşıya kalacağı ithamları düşünerek vazgeçti. Fakat hemen sonra demokrasinin yine en temel kaidelerinden birinin cesaretle fikir beyan etmek olduğunu hatırladı ki kendisi bunu göze alamayıp bu kaideyi çiğnemişti. Nihayet her şeyi göze alıp demokrasi çağrısı yaptıktan sonra Mehmet’in müstehzi gülüşüyle karşı karşıya kalsa da içinde büyük bir mutluluk duydu. “Ne büyük bir kuram bu demokrasi!” dedi içinden, “kendisini hatırlatmak için yine kendisinden güç alınıyor.” Tacettin kendi kendine konuşuyor ve mutlu oluyordu. Ses etmedik!
Nihayet oy çokluğu sebebiyle Kadıköy’e gelindi. Bereket ki günlerden perşembeydi. Newton fiziği o gün Kadıköy’de kusursuz bir şekilde işleyebilirdi zira atılacak bir iğnenin yere düşmemesi muhtemel değildi. Fakat Kadıköy’ün bu ender rastlanır sakinliği bile Mehmet’i memnun etmiş görünmüyordu. Kadıköy’ün havasını istemeye istemeye teneffüs ediyor, zihninde Sulhi’nin Kadıköy’ü neden sevdiğinin sebeplerini araştırıyordu. Muhakkak birkaç sebep bulmuştu, fakat bunların hiç birini aşikâr etmedi. Sırf Sulhi seviyor diye yakında o da sakın Kadıköy’ü sevecek olmasındı? Nitekim değişmezdir: Sevginin ilk etkisi sevilen kişinin sevdiklerini sevmektir. Bu endişe onu yiyip bitiriyordu. Eminiz saatler sonra tam da Kadıköy’den ayrılırken, pek çok camiinin varlığına şahitlik etmesi bu endişesini fevkalade nüksettirmiştir.
Öncelikle, Sulhi’nin yıllar süren AR-GE çalışmaları sayesinde bulunmuş iyi bir çorbacıda çorba içildi. Sulhi, bu hususta büyük bir fedakârlık yapmıştı. Nerede yemek yenir nerede yenmez, hangi sahaftan kitap alınır, hangi kafede kahve içilir, nerede durup göğe bakılır gibi konumları büyük bedeller ödeyerek tespit etmişti. Adem de yıllarca Sulhi’den bu konuda ilmi tahsil etmiş ama hâlâ Nirvana’ya varamamıştı. Bizlere ne kadar büyük bir miras bıraktığının farkında mıydı acaba?
Yatsı ezanının akabinde Oğuzhan Yılmaz da buluşmaya dâhil oldu. Oğuzhan’dan biraz bahsetmek gerekir. Herkes sessiz olduğu konusunda hemfikirdir ama Tacettin’e sorarsanız gördüğü en konuşkan insanlardan biridir. Tacettin tezini her ne kadar konuşmanın yalnızca kelimelerle yapılmadığı klişesi üzerine kurmuş olsa da bu konuda süregelen bir tartışma mevcuttur. Herhangi bir şeyden şikâyet ettiği duyulmuş şey değildir. En fazla, kötü oynadığı zaman Galatasaraylı oyuncular hakkında bazı belli başlı sitemlerde bulunur, fakat o da şikâyete varacak yoğunluğa ulaşmaz. Bazen çok koyu bir muhabbetin ortasındayken ortalıktan aniden ustalıkla kayboluverir, o an herkes yan odada olduğunu bilse de kimse nerelere gittiği, hangi denizlerde kaybolduğu konusunda fikir sahibi değildir. Şimdiye değin üç farklı tebessüm şekli tespit edilmiştir, hepsini yerli yerince ve vakitlice kullanır, bu konuda oldukça cömerttir.
Derken ekip çeşitli kurabiyeler -ki bunlara ayrıca bir şahsiyet atfetmek gerekir- alarak Çaykolik’e doğru yol aldı. (Editörün notu: Efsane kurabiyecinin ismi kasıtlı olarak gizlenmiştir. Çok merak edenler, editörümüze kurabiye ısmarlamayacağını ve yeri kimseye söylemeyeceğini vadederse editor@edebifikir adresinden iletişime geçebilir.) Çaylar içilirken onlara da ayrıca bir şahsiyet atfedilmesi gerekliliği ortaya çıktı ama kimse bunun üzerinde durmadı. Teamüllerin oldukça baskın olduğu bir buluşma olduğu için belki bu buluşmanın kendisine de bir şahsiyet yüklemek gerekirdi.
Aslına bakarsanız bu metnin yazarı da bu satırları yazarken fark ediyor: Edebifikir çevresinde güçlü teamüller bulunuyor. Örneğin Üsküdar’daki kitap kahvede hangi derslerin yapılacağından, derslere eşlik edecek simit ve labne peynirin nereden, saat kaçta alınacağına varıncaya kadar her şey bellidir. Hatta Çaykolik Buluşmaları’nın birinde zavallı görevli arkadaşın labne peynir alacakken krem peyniri alması üzerine katılımcılardan “İstemezük!” nidalarının işitildiği vâkidir. Size bu teamülün gücünü şöyle tarif edeyim ki mezkur istemzükçülerden biri olay esnasında şöyle bir söz sarf etmiştir: “Evet krem peynir ile daha güzel, ama bu geleneklerimize aykırı.”
Bu buluşmada da teamül dışına pek çıkılmadı. Masaya önce Peyami Safa geldi, ardından Jules Payot uğradı. Daha sonra Sulhi bir aydınlanma yaşadı. Olay şöyle gerçekleşti. Sulhi’nin telefonu çaldı ve bizden izin isteyerek açtı. Arayan Edebifikir ekibinden biriydi. Kara haber tez yayılır: Telefonda konuştuğu kişi Sulhi Ceylan’a artık nişanlı olduğunu, yakın bir zamanda evleneceğini büyük bir mutlulukla söylüyordu. Sulhi’nin yüzü bir anda değişti. Birini daha kaybettiğini, bize bile hissettirdi. Ama söz konusu kötü haber masadaki mutedil neşeyi zedelemeye yetmedi. Sulhi, telefon görüşmesinin ardından sitemle karışık bir şekilde aşağı yukarı şu cümleleri kurdu: “Yıllardır burada, tam da şu an oturduğumuz yerde oturuyorum. Fakat burada benimle oturanlar sürekli değişti. Önce Davut Bayraklı, Mehmet Raşit Küçükkürtül, Mehmet Erikli, Bahadır Dadak… Git gide yeni nesillerle oturuyorum. Mesela aranızda en büyüğünüz Mehmet Emir, sen kaç doğumlusun? 94… Buraya ilk 80 nesli ile oturmaya başladım. Şimdi 94. Yakında 2030 olur.”
Sulhi sözlerini bitirir bitirmez Mehmet’in söylemekte bir an tereddüt ettiği, sonra saç telinden ayak parmaklarına kadar vücuduna dolmasına tahammül edemediği için dudaklarından şu sözler püskürdü; “Abi hayırlısıyla biz de sıramızı bir savsaydık!”
Edebifikir Haber Ajansı
2 Yorum