Eleştirel Düşünme Dersleri, 3 Mayıs Çarşamba günü İstanbul Mostar Gençlik Derneği’nde başladı. 7 hafta boyunca devam edecek derslerin ilkinde Sulhi Ceylan öncelikle eleştirel düşünmenin gerekliliğini ve sonrasında ise düşünme ve bilgi kavramlarını açıkladı.
***
İlk Dersin Notları:
Bu dersin adı “Eleştirel Düşünme” yerine “Düşünme Sanatı” da olabilirdi. Çünkü eleştiri kavramı zaten düşünmenin içinde mündemiçtir. Düşünme içinde pek çok faaliyeti barındıran tuğra bir kavram. Düşünmek demek, sorgulamak, tartmak, değerlendirmek ve böylece bir karara varmaktır. O halde düşünmek eleştirel bir sürecin içine girmektir.
Eleştirel Düşünme derslerinin amacı, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, faydalıyı faydasızdan, yararlıyı yararsızdan, tutarlıyı tutarsızdan ayırma sanatını öğrenmekten ibarettir ki aslında bu düşünmenin hakkını vermekten başka bir şey değildir.
Bu derste hangi konuları göreceğiz, peki?
- Düşünme ve bilgi nedir?
- Eleştirel düşünme nedir?
- Eleştirel düşünme araçları nelerdir?
- Bir eleştirel düşünme yetisine sahip olmak için neleri bilmek gerekir?
- Safsata nedir?
- Safsataların safsata olduğunu nasıl anlayabiliriz?
Düşünme
Düşünme denilince insanın aklına zihin geliyor. Düşünme; zihnin, kavramları ve fikirleri inceleme – karşılaştırma edimidir. Düşünme, zihnin bir eylemidir. Düşünmek, nesneye yönelmekle ilgili. Duygularımız nesneye yönelir, nesneyi alır, zihne taşır. Burada akıl devreye girer ve duyguların aldığı verileri işler. Bu işleme sonucu bilgi ortaya çıkar.
Örneğin önümüzde bir kitap var, yani nesne, madde. Biz bu kitaba dokunduğumuzda ya da baktığımızda zihnimize alıyoruz. Kitabı zihnimize taşımız oluyoruz. Bizden ayrı bir şey ama duygularımız vasıtasıyla zihnimize alıyoruz. Başka bir örnek verelim: Karşımızda Âdem ve yanında bir masa var. Âdem özne; masa da nesnedir. İkisinin arasında boşluk var. Öznenin nesne arasındaki boşluğu doldurmak için (yani duyguları aracılığıyla zihnine alınması) gayret etmesine akıl yürütmek denir. Burada metafor kullanmıyorum, akıl hakikaten yürüyor. Öznedeki akıl, nesneye, yani masaya yürüyor ve ondaki verileri duygular aracılığıyla (masaya dokunduğumuzda sert bir zemininin olduğunu, dört ayaklı olduğunu vs.) alıp geri geliyor ve zihnine yerleştirip düşünmeye başlıyor. Bunun sonucunda akıl, masalık kavramına erişiyor; yani masa olmaklık. Artık somut olarak ortada bir masa olmasa bile zihnimde bir masa var. A, B, C masası değil. Masa olmaklık var zihinde: Dört ayağı olan, üzerine bir şey konulabilen şey. O halde düşünme, “zihnin kendi verileri üzerine eğilmesidir.”
Kant’ın bir tanımı var: “Düşünme, çeşitli bilgi kaynaklarımıza verilmiş bazı sunumların ilişkisinin bilgisidir.” Düşünme bir ilişki meselesidir. Yani, duyular vasıtasıyla zihnimize aldığımız veriler arasında ilişki kurarak sonuca varmak. Şöyle denilebilir: Düşünmenin içinde;
- Sorgulama
- İlişki kurma
- Değerlendirme
- Karşılaştırma var.
İngilizce bir sözlükte düşünme kelimesinin eş anlamları şöyle sıralanmış: Takdir etmek, akıl yürütmek, tefekkür etmek, üzerinde durmak, dalıp gitmek, kafa yormak, yorum yapmak, tartışmak, ölçüp biçmek, fark etmek. Düşünmenin basit bir edim olmadığını ve fonksiyonlarını da böylece görmüş oluyoruz.
Takdir etmekle: Bir düşüncenin doğru ya da yanlış olduğunu takdir ediyor yani değer biçiyoruz.
Akıl yürütmek: Öznenin nesneye yönelmesi ve ondaki bilgiyi kendine alması.
Tefekkür etmek: Zihnimizdeki X ve Y verisinin ne olduğunu ve aralarındaki ilişkiyi düşünerek yeni Z bilgisine ulaşmaya çalışmak.
Üzerinde durmak: Aslında düşünmek, sadece yeni bir şeyler düşünmek değildir. Düşünmek, düşündüklerimizin de üzerinde düşünmektir. Yıllardır yanlış ya da nakıs düşündüğünün farkına varmaktır. Felsefe bunu yüz yıllardır yapmıyor mu? “Varlık nedir?” felsefenin ana sorularından biridir. Aristo’dan itibaren varlığın tanımı yapılıyor. Her filozofun bu soruya yolu uğruyor. O hâlde düşünmek, düşünülenin üzerinde de düşünmektir. Hatta tam olarak budur.
Dalıp gitmek: Düşünmek, tefekkür etmek için kişinin sakin olması gerekir. Heyecanlıyken, mutluyken, hüzünlüyken düşünmek zordur. Yalnız olmak da hakeza. Çünkü ilginin dağılmaması lâzım. İlginin dağıldığı yerde düşünce olmaz. Odaklanmanın olmadığı yerde düşünce yüzünü göstermez. Gün boyu sosyal medyada gezen birinin düşünmesini bekleyemeyiz!
Kafa yormak: Bir şeyin doğru ya da yanlışlığını görmek için kafa yorulur. Nasıl? Delillere gidilerek. Delilleri birbiri arasında tartıştırarak.
Ölçüp biçmek: Delillerin doğruluk değerini ölçerek bir değere ulaşırız: Doğru veya Yanlış.
Fark etmek: Hatanın, yanlışlığın, eksikliğin fark edilmesi bir süreçtir. Körlükten kurtulmak ve düşündüğümüz şeyler üstünde yeniden düşünmedikçe fark’a ulaşamayız.
İşte bütün bunlar, düşünmenin eş anlamlıları olmasının yanında düşünmenin de birer fonksiyonudur. O hâlde şöyle özet bir tanım yapacak olursak, düşünmek; “Varlığı, olayları, olguları, nesneleri, hayatı, eşyayı vs. anlamaya, açıklamaya ve tepki göstermeye yönelik zihnin edimidir.”
Heidegger şöyle diyor: “Düşünceye çağıran zamanımızda en çok düşünce uyandıran, hâlâ düşünmediğimizdir.” Yani filozof en çok ihtiyacımız olan şey düşünme olduğunu ama en az yaptığımız şeyin de düşünme olduğunu söylüyor. Heidegger’in metninin tamamı şöyle: “Düşünce uyandıran, bizi düşünmeye sevk eden, o halde, bizim belirlediğimiz bir şey, sadece bizim kurup tesis ettiğimiz, sadece bizim önerdiğimiz bir şey değil. Bizim önesürümümüze göre, bizi kendinden en fazla düşünmeye sevk eden şey, en çok düşünce uyandıran şey, şudur: Bizim hâlâ düşünmüyor oluşumuz.”
İnsanı insan kılan düşünmesidir. Peki, düşünmek bize ne kazandırıyor? Bilgi veriyor. Düşünmenin meyvesi bilgidir. Yukarıda Âdem ve masa örneğindeki gibi, özne ve nesne arasındaki akıl yürütme sonucu ortaya çıkan üründür bilgi.
Bilgi ne verir peki? Bilgi güç verir diyor Batılılar. “The knowledge is power” diyorlar. Öyle bakıyorlar çünkü hayata. Peki, neden? Doğayı hunharca kullanabileceği bir yer olarak görüyorlar. Hâlbuki bilgi merhamettir bizde.
Bilgi, var olan şeyin ne ve nasıl bir şey olduğunu, bizim için neyi ifade ettiğini, bir işe yarayıp yaramadığını, bize zararı dokunup dokunmadığını açığa vurur. Kısacası biz bilgiye muhtacız. Bilgi olmazsa hareket dâhi edemeyiz. Şu an üzerinde bulunduğum bu odanın zemininin kaymayacağını, yıkılmayacağını bildiğim için durabiliyorum burada. Bu bilgi olmazsa tedirgin olur, duramazdım. Kısacası tüm edimlerimiz, işlemlerimiz, eylemlerimiz bilgiye dayanır fakat sürekli yaptığımız için farkında olmayız. Su içeriz, niye? Bir bilgiye dayanıyor ve diyoruz ki ‘Su benim vücuduma yararlıdır.’ Yoksa neden kezzap ya da çamaşır suyu içmiyoruz! Yine bilgiye dayanarak hareket ediyoruz ve ‘Bu içecekler zararlıdır, yakar, öldürür. Onların işlevi farklıdır.’ bilgisine sahip olduğumuz için içmiyoruz.
Bilgiye Sahip Olmanın Yolları
Bilgiye sahip olmanın iki yolu vardır:
1. Rasyonel yol (Aklî)
a. Tanışıklık yoluyla: Eşyayı tanıma yoluyla edinilen bilgi. Örneğin; taş serttir, yenilmez. Taşın sert olması ve yenilememesi sebebiyle elde ettiğimiz verinin bize sağladığı tanışıklık yoluyla bilgi sahibi oluyoruz.
b. Takdir yoluyla: Örneğin; “Düşünme nedir?” sorusunu öğrenmek için kitap okuyor ve bilgi sahibi olmaya çalışıyoruz ya da ders/konferans vb. dinliyoruz.
2. İrrasyonel yol
a. Gelenek sayesinde: İçine doğduğumuz toplumun bize kazandırdığı bilgilerdir. Hepimiz bir gelenek içine doğuyor ve onu kanıksıyoruz.
b. Karizma sayesinde: Karizmatik kişilerden duyduğumuz ya da öğrendiğimiz bilgiler. Burada, karizmatik kişiliğin bilgi verdiği alanda uzman olup olmamasına bakılmadan bir kabul işlemi söz konusudur ki işte bu yüzden irrasyoneldir.
c. Çoğunluk sayesinde: Çoğunluğun kabul ettiği bilgileri, doğrusunu yanlışını, iyisini kötüsünü sorgulamadan, düşünmeden kabul etmek. “Ama çoğu kişi böyle düşünüyor” ya da “Çoğu kişi bunu söylüyor” deyip düşünmeden kabul ederiz. Bu yüzden bu tarz bilgiler ve söylemler irrasyoneldir.
Bilginin Kaynakları
Bilginin kaynağına ulaşmak için üç yöntem vardır:
- Duyular: Bilginin hammaddesidir. Kant’a göre “bilginin hammaddesini duyumlar sağlar, zihin bu malzemeyi kavram ve kategorilerle işleyip ona form sağlar. Zihnin işte bu katkısı, bilgiye tümellik ve zorunluluk kazandırır.”.
- Akıl
- Sezgi
- Duyular + Akıl (Bu maddeyi Kant eklemiştir.)
Üçlü Filtre Testi
Sulhi Ceylan, Socrates’in Üçlü Filtre Testi’ni anlatarak dersi bitirdi:
Bir tanıdığı, Sokrates’e,
“Arkadaşınla ilgili ne duyduğumu biliyor musun?” deyince Socrates;
“Bir dakika bekle” diye cevap verdi. “Bana bir şey söylemeden evvel senin küçük bir testten geçmeni istiyorum. Buna ‘Üçlü Filtre Testi’ deniyor…”
“Benimle arkadaşım hakkında konuşmaya başlamadan önce, bir süre durup ne söyleyeceğini filtre etmek, iyi bir fikir olabilir. Birinci filtre ‘Gerçek Filtresi’; Bana birazdan söyleyeceğin şeyin tam anlamıyla gerçeği yansıttığından emin misin?”
“Hayır,” dedi adam… “Aslında bunu sadece duydum…”
“Tamam,” dedi Sokrates.
“Öyleyse, sen bunun gerçekten doğru olup olmadığını bilmiyorsun. Şimdi ikinci filtreyi deneyelim; ‘İyilik Filtresi’. Arkadaşım hakkında bana söylemek üzere olduğun şey iyi bir şey mi?”
“Hayır, tam tersine kötü.”
“O halde,” diye devam etti Sokrates. “Onun hakkında bana kötü bir şey söylemek istiyorsun ve bunun doğru olduğundan emin değilsin. Fakat yine de testi geçebilirsin, çünkü geriye bir filtre daha kaldı. ‘İşe Yararlılık Filtresi’. Bana arkadaşım hakkında söyleyeceğin şey benim işime yarar mı?”
“Hayır, pek işine yaramaz…”
“İyi,” dedi Sokrates derin bir nefesin ardından. “Eğer, bana söyleyeceğin şey doğru değilse, iyi değilse ve işe yarar, faydalı bir şey de değilse bana niye söyleyesin ki?”
Aktaran: Adem Suvağcı
Eleştirel Düşünme Ders Notları – 1
Eleştirel Düşünme Ders Notları – 2
Eleştirel Düşünme Ders Notları – 3
Eleştirel Düşünme Ders Notları – 4
Eleştirel Düşünme Ders Notları – 5
Eleştirel Düşünme Ders Notları – 6
Eleştirel Düşünme Ders Notları – 7
2 Yorum