Pirinç alırım daha iyi!
Soğuk bir şubat günü, kimsenin ayakları çekmezken yine de Kadıköy’de buluşuldu.
İlk gelen Aydoğan K’ydı. Sulhi Ceylan’la Mephisto’da buluştular. Sulhi Ceylan’ı onlarca derginin arasından çekip alan Aydoğan K’nın dudaklarından “Çok açııımmm!” cümlesi dökülünce, pilavcının yolu tutuldu. Sulhi Ceylan pilav üstü kuru fasulye yerken, Aydoğan K’yı pilav üstü tavuk kesmemiş, ardından sade kuru fasulye yemiş ve aklı başına gelmişti. Mehmet Raşit’in pilavın yanında ekmek yediğini öğrenen Aydoğan K, dudaklarını buruşturmuş, bunun hiç de aristokrat bir tavır olmadığını belirtmişti.
Çaykolik’te ilk çaylar yudumlanırken Mehmet Raşit’te ekibe dâhil oldu. Mehmet Raşit’in Aydoğan K’ya “Gel sana bir sarılayım” demesi ve birbirlerine aşkla sarılmaları Sulhi Ceylan’ın gözlerini buğulandırdı. Mehmet Raşit’in sırt çantasına veda edip el çantasına geçtiği ve takım elbise giydiği dikkatli gözlerden kaçmadı. Mehmet Raşit’e yeni imajının çok yakıştığı ortak kanaat olarak belirtildi.
Çaykolik’ten ve dahi bir yerde bir saatten fazla oturmaktan sıkılan ekip, Yokuş Çay Ocağı’na doğru yorgun adımlarla yürümeye başladılar. En yorgunumuz Aydoğan K’ydı ve onu en çok yoran da Sulhi Ceylan. Sürekli sataşmalar, eleştiriler; “bitmişsen sen oğlum”, “o isyankâr halin nerede şimdi”, “süt dökmüş kedi olmuşsun”, “hanımdan izin alabildin mi bari gelirken”, “ocakta yemeğin de vardır senin şimdi”… Aydoğan K ise sadece gülümsüyordu, yüzünden nurlar akıyordu Kadıköy’ün çirkef sokaklarına. Aydoğan K yürüyor, Kadıköy arınıyordu; Sulhi Ceylan yürüyor, sadece yürüyordu.
Yokuşa varıldığında yine çaylar söylenmiş ve Fedai Tunca’da gecikmeli olarak ekibe katılmıştı. Aydoğan K ve Mehmet Raşit kendi aralarında uzun bir sohbete koyulmuşlar, etrafla ilgilerini kesmişlerdi. Hatta bir ara bakkala sigara almak için giden ikilinin neler çevirdikleri, neler konuştukları artık iyice sır olmuştu. Sulhi Ceylan’da bu arada kaybolmuş ve sahaftan aldığı bir tasavvuf kitabıyla geri dönmüştü. Aahh Sulhi Ceylan, hayırlısıyla bizim yola girseydin, o zaman gerek kalmayacaktı tüm bunlara. Üçüncü çaylar içilirken Aydoğan K yeni dergi projesinden bahsetti ve suç ortakları olmamız için bize olta attı. Bizler de seve seve kabul ettik. Yeni çıkacak derginin omurgası konuşuldu. Bilal Can’a yeni çıkacak dergide yazdırılıp yazdırılmayacağı uzun uzun konuşuldu ve yazdırılmaması kararı alındı. Tüm bunlar olurken Fedai Başkan bir melek gibi gülümseyerek sadece dinliyordu.
Yokuş’tan da sıkılınca kitapçıları dolaşmak için yola koyuldu ekip. Sırf isminin güzelliğinden dolayı Efruz Bey kitapçısına girildi. Birkaç kitabı inceleyen Aydoğan K, “Kitaba para vereceğime eve şeker, un, pirinç alırım daha iyi!” diyerek dışarı çıktı. Bu sözleri duyan Sulhi Ceylan olduğu yerde kalakaldı. Yıkılmadıysa himmet istediği içindi. Kulaklarında hep “pirinç alırım daha iyi… pirinç… daha iyi…kitap alacağıma…cağıma…ğıma..ma” nidaları yankılanıp durdu. Sözün bittiği yere geldiğinin farkında olan Sulhi Ceylan içinden söylendi. Küfürlerini duyan olmadı.
Bir başka kitapçıya daha girildi, Mehmet Raşit pazarlık sonucunun istediği gibi olmamasından ötürü kitap almaktan vazgeçti. Aynı şekilde Sulhi Ceylan da pazarlığı istediği gibi bitiremeyince elleri boş bir şekilde döndüler. Aydoğan K ise kitapların üstüne kurulmuş entelektüel bir kedinin cep telefonu ile fotoğraflarını çekmekle meşguldü. Bir ara kedi ile konuştuğu ve kedinin başını salladığı görüldü.
Ve derken Aydoğan K’nın gidiş saati gelmişti. Bir kedi gibi, bir kılıbık olarak, süt dökmüş bir kedi olarak gidiyordu işte durağa doğru. Sulhi Ceylan Aydoğan K’nın ardından bakıp: “Hey gidi koca Aydoğan K, sen bu hallere düşecek adam mıydın?” diyerek parmaklarını gözüne götürüp akan birkaç damla yaşı sildi.” Mehmet Raşit ve Fedai Başkan gözlerinin birbirine değmemesine dikkat ediyordu.
4 Yorum