Ne mi oldu?
Celal Kuru parmağına bir yüzük geçirdi ve bir yazarımızı daha dünya evine şutlamış olduk. Evlendikten hemen sonra memleketine giden ve haftalarca kendisine ulaşamadığımız Celâl Kuru’ya mutluluklar dilemiyoruz tabiî ki. Ölümle mukayyet olan insanın, bu dünyada mutlu olabileceğini düşünen herkese de buradan teessüflerimizi bildiriyoruz.
Ölüm demişken, Adem Suvağcı‘nın “Kan Damlayan Giysiler” başlıklı yazısını okudunuz mu? “Orada Neler Oluyor” adıyla yeni bir bölüm açtık ve artık buna benzer yazıları sitemizde daha fazla yayımlayacağız. Nitekim Ali Yurtgezen’in Türkistan ile alâkalı bir yazısını da iktibas ettik. Pergelin sabit ayağıyla burayı kollarken, diğer ayağıyla orayı yoklamaya devam edeceğiz.
Mehmet Raşit Küçükkürtül, “dördöküntü defteri” başlığıyla yeni bir yazı dizisine başladı. Birçok konuya temas ediyor bu yazılarda ama en çok da Türkiye’de yaşıyor olmanın nasıl bir mesuliyet gerektirdiğine dair ipuçları sunuyor. Türkiye diye bir derdiniz varsa okuyun, yoksa yine okuyun; belki dert sahibi olursunuz.
Muhammed Furkan Kâhya’nın “Fantom Ağrısı Yahut Batı Trakya” yazısı tarihteki ilk Türk Cumhuriyeti’ni yani Garbi Trakya Hükümet-i Müstakilesi’ni anlatıyor. Önemli bir yazı. Çünkü tarih insanın hafızasıdır. Tarihsizlik ise insanın geçmişten yani hafızasından soyunmasıdır.
Bahadır Dadak “Üvey Vatandaşlar için Teselli Şarkıları” serisine devam ediyor. Evlendikten sonra yazı yazmaya devam edileceğini kanıtladığı bu yazılarıyla Bahadır, insanı yani kendini modern hayat üzerinden anlatıyor ve sorguluyor. Ama devrimci bir bilinçle değil, kabullenmişlikle!
Bu hafta şiir seçkisi bölümümüze Kemal Sayar ve Alaaddin Özdenören’in şiir seçkilerini ekledik. Şiir okurlarının beğeneceği bu bölümü önemsiyoruz. Ne diyordu Bilal Can: “Şiir insanın kendine kaçışıdır. Dünyadan yorulan insanın kendine bir çıkış kapısı araması, bu telaşı temel devinimi, heyecanı olarak belirleyip ona doğru koşturması gerekir. Şiir de bir koşuştur. Öyle bir koşuştur ki; kimi zaman yoran, üzen, acıtan, eksilte eksilte ilerleten bir koşuştur. Bu koşuşta insanın temel dayanağı hakikattir. Hakikatin ışığı ve diri tutma durumu insana sirayet ettiğinde kişi artık yerinde duramaz, o hakikatin içerisine dalmak ister.”
Günler, haftalar, aylar derken yılları tarihe gönderiyoruz. Kimimizin gözleri geleceğe kimimizin ki geçmişe kurulu. Vaktin hakkını veren ise yok denecek kadar az. Zamanın iki yüzü de keskin bir kılıç olduğunu bilmek yetmiyor insana… Bu idrakin yaşanması ve vaktin kuşanılması lâzım. Sonuç yine günler geçti ve bizde izi kaldı…
Edebifikir